Seçim Anketlerine Dair Saha Notları

“Her şeyden biraz kalır” diyor birileri,

Çoğulluk haklılıktır. [1]

                                                                                                                     

Seçim, uzun zamandır Türkiye siyasi gündeminin yegâne konusu haline geldi. Kamusal alanda da seçim dışındaki konuların tartışılma olanağının pek kalmadığı bu yeni dönem elbette siyasal alandaki daralmanın sonuçlarından biri. Vatandaşların siyasal alana katılımı seçimler ve seçim güvenliği ile ilgili sivil inisiyatiflerde yer almaları ile sınırlı hale gelirken siyasallık seçmen rolünden ibaret hale geldi. Seçim dışındaki konuların itibar görmemesi, medyada, hatta alternatif medyada dahi seçim odaklı yayın yapılması bu tipten siyasallığın dışında bir oluşun imkânlarının ortaya çık(a)mamasının sonucu. Yakın zamanda yaşadığımız 2019 yerel seçimleri 31 Mart’ta gerçekleşmesine rağmen seçim sürecine ve sonuçlarına yönelik tartışmalar halen devam ediyor. Demokrasiler yanlış sayım ilkesine dayanıyor diyen Ranciére’i[2] bile şaşırtacak şekilde açık yaşanan bu süreç, sayılanların tekrar sayılıp ayıklandığı bir sıralama haline geliyor. Bu yazının konusu ise seçim öncesi gündemi bir hayli meşgul eden seçim anketlerinden sağlanan verilerin bilimsel ve etik değerler taşıyıp taşımadıklarını sorgulamak olacak. Ankara’da seçim anketi yapan küçük ölçekli bir merkezde katılımcı gözlemci olarak yer aldığım süreçten hareketle yazılan bu yazı, anketlerin hazırlık, uygulama ve değerlendirme sürecine ilişkin saha notlarından oluşuyor.[3] Dört başlık altında ele alacağım bu süreci, görüşmecilerin seçimi, mülakat süreci, verilerin analizi ve çalışan kişilerin koşulları üzerinden aktarmaya çalışacağım.

Seçim anketleri üzerine düşünürken aklıma gelen şeylerden biri yeni kamu yönetimi anlayışı oldu. Neoliberal politikaların kamu yönetimi alanındaki tezahürü biçimindeki bu anlayışla birlikte, devletin hantal, maliyetli görülerek eleştirilen yönetim mekanizmasının piyasa ilkelerini benimsemesi savunuldu. Kamu yönetiminin içeriden piyasalaştırılması[4] olarak özetlenen bu süreçten ilhamla, seçimlerin de anketler yoluyla içeriden piyasalaştırıldığını söyleyebilir miyiz? Piyasa mekanizmasının mal ve hizmetlere yönelik gerçekleştirdiği kamuoyu yoklamalarına benzer nitelikte olan bu anketler, seçim sürecinden birkaç ay önce başlayan seçim sonuçlarına yönelik tahminleri, seçmenlerin tercihlerini içeriyor. Böylece tıpkı piyasa ürünlerine dair tüketicilerin ürünlere gösterdiği ilgi ve eleştirilere benzer şekilde vatandaşların adaylara ve partilere verdikleri tepkileri ölçüyor. Partilerin çoğunlukla piyasadaki araştırma şirketlerinin yaptığı araştırmaları satın aldığı bu süreç, seçmen odaklı seçim politikaları yapmanın ana unsuru haline geldi. Partiler, toplumsal olarak önemsenen konuları anketler aracılığıyla ölçerek, buna uygun bir seçim programı hazırlarken, sıklıkla meşruiyetlerini anketlere, “somut” verilere dayandırıyor. Popülist siyaset yapma araçları haline gelen anketlerin verileri kamuoyunda, her türden medya organında sıkça paylaşılırken, zaman zaman yanılsalar da, vatandaşların nezdinde sonuçlara ilişkin seçim gerçekleşmeden önce kazanana dair fikir oluştururken kazanan tarafın memnuniyetle, kaybedenlerin ise hayal kırıklığıyla karşıladığı bu veriler, kamusal alanın eğilimlerine yönelik temel bilgi kaynağımız haline geliyor. Peki, bilimsel ve etik olup olmadığını yeterince sorgulamadığımız bu anket verileri, gerçekliği ne kadar yansıtıyor? Bilimsel araştırma ölçütlerinin ne kadarını kapsıyor? Ne kadar sağlıklı veriler içeriyor? Bilimsel araştırmanın olmazsa olmazı etik değerlere ne kadar riayet ediliyor?

Görüşmeci seçimi

Herhangi bir bilimsel araştırmanın sağlıklı veriler ortaya koyabilmesi için ilk adım, şüphesiz görüşmecilerin seçimidir. Bu yüzden anketlere ilişkin ilk sormamız gereken soru görüşmecilerin nasıl seçildiği olmalıdır. Seçtiğimiz örneklem, eğer genel tabloya dair bir tasvir sunmayacaksa, elde edeceğimiz veriler sınırlı bir topluluğa dair veriler olacaktır ve buradan hareketle, topluluğun tümünü yansıttığı varsayımı üzerinden yapılacak analiz baştan bilimsel olarak sakatlanmış olacak. Bu denli büyük çaplı anket çalışmalarında ise rastgele seçilen örneklemin nicel yöntemlerle analiz edilip, toplumsal haritanın hangi alanlarını resmettiğinin sürekli ölçülmesi gerekir. Araştırma öncesinde belirlenen örnek kitleye dair kategoriler tespit edilmeli ve örneklemin bu kategorileri ne kadar içerip içermediği sürekli denetlenmelidir. Görüşmelerde belirli sayısal çoğunluğa ulaşıldığında, kategorilerin temsiliyetine yönelik elemeler yapılır. Malatya’da anket yapıyorsak, görüşmecilerin %90’a yakınının araba sahibi erkek seçmen olması, buradan alınan görüşlerin Malatya’yı temsil ettiği iddiası ne kadar gerçekçi olabilir? Bahsettiğim çalışma deneyimi sürecinde beni hayrete düşüren ilk nokta bu olmuştu. Telefon yoluyla kısa sorularla gerçekleştirilen ve görüşmecilerin beyanlarının soru metinleri üzerinden elektronik ortamda kayda geçirildiği bu araştırmada görüşmecilerin telefon numaraları rastgele seçimi baştan sakatlayacak şekilde elde ediliyordu. Telefon numaralarının temel kaynağı Türkiye’de çok kullanılan alım-satım platformlarıydı.[5] Görüşme sürecinde, görüşmecilerin “Telefon numarama nasıl ulaştınız?” sorusuna açık bir yanıt vermekten kaçınılıyordu. Çoğunlukla araba ilanlarından elde edilen bu numaralar örneklem dengesini bozacak şekilde tek yönlüydü. Çoğunlukla erkek, orta yaşlı, orta ve orta üst sınıftan kişilerden görüş alınmasına neden oluyordu. Kategorik olarak kadın-erkek seçmen temsiliyeti örneklemde en kolay sağlanabilecek seçim iken (muhalifleri, işsizleri, Alevileri ve benzerlerini saymıyorum bile)  buna dahi özen gösterilmemesi, yöntem hatasından ziyade, içinde bulunduğumuz siyasal koşullarla uyumlu şekilde işleyen muhatap almama halinin uzantısı olarak da görülebilir.

Görüşmeci sağlamanın bir diğer yolu ise şehirdeki partililerden ve muhtarlardan görüşme yapabilecek kişilerin numaralarının istenmesiyle sağlanıyordu. Genel olarak AKP seçmeni olduklarını söyleyebileceğimiz bu kişilerin verdikleri numaralarla yapılan görüşmeler de aynı doğrultuda seyrediyordu. Ayrıca anket bittiğinde sonuçları satın alacak belediye başkanı da bazen görüşmeci numarası sağlıyordu. Böylece daha başlangıçta, seçilen görüşmecilerin profillerinin belli bir topluluğu temsil etmesi nedeniyle araştırma sonuçları güvenilirliğini yitirmiş oluyordu.

Mülakat süreci

Kısa birkaç cümle ile başlayan görüşmelerde, görüşmeciler bilgilendiriliyordu. Araştırmanın tarafsız bir yayın kurulu tarafından yapıldığı söylenerek kişilerin görüşlerini aktarmaları için cesaret veriliyordu. Fakat burada eksik bilgilendirme yapıldığını söylememiz gerekiyor. Her ne kadar şehirlere yönelik araştırmalar doğrudan parti adına yapılmıyor olsa da çekişmeli/çatışmalı yerler, araştırma merkezi tarafından, araştırma verilerin satın alınma olasılığının yüksek olduğu yerler olarak seçiliyordu. Daha doğrusu çoğunlukla iktidar partisinden olan belediye başkanlarının istekleri, merakları doğrultusundaki şehirler seçiliyordu. Tarafsız olunmasına dair Konda Araştırma Şirketi Başkanı Bekir Ağırdır’ın seçim öncesi çıktığı her yayında söylediği gibi, Türkiye’nin tüm il ve ilçelerini kapsayan bir araştırmanın bağımsız, tarafsız olması mümkün değildir.[6] Çünkü eğer bilimsel ölçütlere ve etik değerlere sadık kalınacaksa, bu türden bir araştırma büyük bütçeler gerektirir. Araştırma şirketlerinin tek başına karşılamaya muktedir olamayacağı bu türden büyük bütçeli araştırmalar, muhtemelen iktidar partisinin sponsorluğunda gerçekleştiriyorlardır.

Görüşmecilerin internet sitelerinden sağlanan numaraları yanı sıra isim bilgileri de görüşme öncesinde formlara aktarılıyordu. Görüşmenin sonunda, görüşmeciye tekrar ismi sorularak, internetten alınan ismin doğru olup olmadığı teyit ediliyordu. İsim vermek istemeyen görüşmecilerin ismi siliniyordu, fakat isimlerin görüşme formlarında yer almasına yönelik çalışanlara ekstra baskı söz konusuydu. Çünkü anket formları, anketin yapılmasını isteyen, anketi satın alan belediye başkanına doğrudan dosya halinde yollanıyordu. Böylece belediye başkanı seçmenlerin tek tek isim ve numaralarının yer aldığı bu formlardan kimin kendisine oy vereceğini, kimin kendisine oy vermek istemediğini görebiliyordu. Dolayısıyla görüşmecilerin gizliliği diye bir şey söz konusu değildi. Görüşme başlangıcında yapılan bilgilendirmede; isim, numara ve görüşlerin herhangi bir şekilde paylaşılacağı bilgisi önceden verilmezken görüşmecilerin bilgisi dışında gerçekleşen bu paylaşım elbette araştırmanın temel etik değerlerine aykırı. Görüşülen yerlerin küçük ilçe merkezleri olması bu çelişkiyi daha da artırıyor. Örneğin yaptığım görüşmeler esnasında bir ilçeden aradığım kişiler görüşmeyi sürekli reddediyordu, sonunda bir görüşmeci çıkıp, “biz geçen seçimde de konuştuk, belediye başkanı başımıza bela oldu, niye konuşalım bir daha” diyerek görüşme yapmayı reddetti, ilçedeki kişilerin neden görüş vermek istemediklerini de böylece açıklığa kavuşturmuş oldu. Özellikle küçük yerleşim yerlerinde yaşayanların sayısının az olması, görüşmecinin ifşa olmasını daha da kolay hale getiren bir etkendir. Görüşmecinin cevabından anladığımız gibi, bu süreç etik değerlere riayet edilmediğini gösteriyor.

Verilerin analizi ve paylaşılması

Çalışmadan elde edilen verilerin analizlerinden önce alınan sonuçların günlük olarak sürekli telefon aracılığıyla anketi satın alan kişilere aktarıldığını söylememizde yarar var. Araştırma verilerin çeşitli istatistik programları aracılığıyla analiz edildiği araştırmada, başlangıçta değindiğimiz görüşmeci seçimine ilişkin sapmalar göz ardı ediliyor, ilçeden çıkan bir eğilim âdeta tüm ilçeyi temsil ediyormuş gibi sunulabiliyor.[7] Böylece erkek, orta sınıf, orta yaştan seçmenlerin görüşlerinin ortalamasının ilçeyi temsil ettiği varsayımı üzerinden sonuçlar açıklanıyor.

Araştırma sürecinin analizini bilimsel olarak sakat kılan bir diğer husus ise görüşmeyi reddeden seçmenlerin analiz sürecine dahil edilmemesinden kaynaklanıyor. İçinde yaşadığımız koşullar düşünüldüğünde, iktidar doğrultusunda tercih yapmayacak olan seçmenler, çoğunlukla konuşma cesaretinden yoksundular. Daha önce de belirttiğim gibi, görüşmecilerin gizliliği ilkesine uyulmayan bu araştırma sürecinde, görüşmecilerin yaşadığı bu endişe son derece anlaşılır. Konuşmanın başlangıcında görüş vermeyi reddeden görüşmeciler, çoğunlukla iktidar partisi dışındaki partilere oy veren kişilerdir. Bu durumun araştırmanın analizine dahil edilmemesi de, araştırma sonuçlarının iktidar partisi lehine sonuç doğurmasına neden olarak, araştırma verilerinin bilimsel nitelikten yoksun olmasına neden oluyor. İstanbul Tuzla’da yaşayan bir görüşmeci ile yapılan görüşmede ilginç bir olaya şahit olmuştuk. İlk görüşmede muhalefet lehinde oy kullanacağını beyan eden görüşmeci, aradan birkaç saat geçtikten sonra ısrarla büroyu arayarak tekrar görüşme yapmak istediğini söyledi. Araştırmacının “eğer rahatsız olduysanız adınızı silelim” önerisini yeterli görmeyen görüşmeci soruları tekrar yanıtlamak istedi, tüm cevaplarını iktidar lehine değişirdi.

Çalışma koşulları ve çalışanlar

Çoğunlukla güvencesiz, kötü çalışma koşullarının olduğu bu tip araştırma işlerinde, çalışanlar bu koşullara uyum sağlayabilecek kişilerden seçiliyor.[8] Herhangi bir eğitim koşulunun gözetilmediği, genellikle emekli, kolay iş bulamayacak bu kişiler, çalışma koşullarının kötülüğünden şikâyet etseler de çalışmaya devam etmek zorunda kalan kişilerdir. Araştırmanın bilimsel ve etik değerleri ile ilgili bir eğitim verilmeyen çalışanlar, dolayısıyla bu türden ilkelerden yoksundurlar. Böylece araştırma yapan kişilerin niteliğinin göz önünde bulundurulmadığı, eğitim verilmediği araştırma sürecinde, araştırma maliyetleri şirketi sahibi lehine düşürülmüş oluyor.

Sonuç

Bilimsel ve etik ilkelere sahip olmadığını iddia ettiğimiz bu tipten kamuoyu araştırmaları ne işe yarar? Kuşkusuz bu araştırmalardan elde edilen veriler öncelikle araştırmanın yapıldığı il ve ilçelerdeki seçmenler üzerinde de baskı yaratıyor. Gizli oy ilkesini kısmen sakatlayan bu tip araştırmalar seçmenin güvenini sarsarken çoğunlukla kendilerini korumak için iktidar lehine cevap verme eğiliminde oldukları bir süreç olarak yaşanıyor. Seçmeni tedirgin ederken araştırma süreci ve sonuçların paylaşımı açısından yeterince bilgi verilmemesi iktidar yönünde zihinsel baskının doğmasına neden olabiliyor.

“Peşimizdeler” hissinin yanı sıra çıkan sonuçların paylaşımı ve yaygınlaştırılması, sonuçların daha seçim yapılmadan belli olduğuna dair bir algı yaratıyor. İktidar lehine daha önce oy vermiş ve parti çalışmalarına katılmış, fakat son zamanlarda destek sunmaktan vazgeçmiş seçmenlerin dahi görüş vermekten kaçındığı araştırmalardan bahsediyorum.[9] Görüşmelerde sıkça karşılaştığım şekilde iş ve maddi yardım talepleri, iktidar partisine yönelik sadakat açıklamaları içinde yaşadığımız koşullara dair önemli bir gösterge. Herhangi bir vatandaşın araştırma süreci ve sonuçlarına yönelik sorgulama yapmadığı, sonuçları âdeta hakikatmiş gibi kabullendiği bu durum, kamuoyunun manipülasyon sürecini de hızlandırıyor. Neoliberalizm ve kamu yönetimi arasındaki ilişki doğrultusunda, aslında bu araştırmalar da ürün reklamlarına benzetilebilir. Kâr mantığına dayanan, tüketicilerde istek ve arzu yaratmaya yönelik herhangi bir ürüne dair övgünün yaygınlaştırılması olarak özetleyebileceğimiz reklam, ürüne ilişkin çelişkili ve kötü yanları gizlerken, diğer yandan toplumda çok tercih edilen, sevilen bir ürün olduğu algısını yaratır. Böylece tüketicilerde, ürünün toplumsal meşruiyetinden, yani çok tercih edilmesinden dolayı güven ve satın alma arzusu uyanabilir. Seçim anketlerinin de benzer bir ilke üzerinde hareket ettiği söylenebilir. İktidar veya muhalefet nezdinde tercih yapacak seçmenin çokluğuna dair varsayımları ortaya koyan bu araştırmalar, seçmeni, çoğunluğun tercihinin baskın olduğu bir düzlemle karşılaştırır.

Yakın zamanda gündelik siyaset lügatına girmiş olan “algı yönetimi” tanımlamasının burada anlatılan sürece benzer bir niteleme olduğu söylenebilir. Siyaset, tıpkı kamu yönetimi mekanizmasında yaşanan piyasalaşma, piyasa benzeri ilkelerle hareket etme gibi dönüşümleri andıran bir şekilde piyasa mekanizmasından alınan birtakım özelliklerle hareket eder. “Algı yönetimi” nitelemesi bu doğrultudaki bir kavram olarak, kamuoyunun özgür ve bağımsız bir şekilde düşünmesine, bilgilendirilmesine izin verilmeden (ya da bu olanaklar ortadan kaldırılarak) belirli bir konuda eğilim sahibi olmasının amaçlandığı süreci anlatır. Kimin, nerede, nasıl, kimlerle yapıldığını sorgulamadığımız, araştırma sonuçlarında da açıkça beyan edilmeyen seçim araştırmaları bilimsel ve etik değerlerden yoksun araştırmalar olup, kamuoyu algısının demokratik olmayan yöntemlerle şekillendirilmesi sonucunu doğuruyor. Demokrasi baştan yanlış sayım üzerine inşa edilirken daha da yanlış sayım sonuçlarıyla kalakalıyoruz.



[1] Turgut Uyar, Alıntılarla, Kayayı Delen İncir, Can Yayınları, İstanbul, 1994.

[2] Jacques Ranciére, Uyuşmazlık, İzmir, Ara-lık Yayınları, 2005, s. 25.

[3] Bu yazıdaki veriler seçim araştırması yapan bir yayın grubunda çalışan olarak on beş gün boyunca edindiğim gözlemlerime ve deneyimlerime dayanıyor.

[4] Ahmet Alpay Dikmen, Makine, İş, Kapitalizm ve İnsan, Notabene Yayınları, İstanbul, 2017, s. 301-327.

[5] Sahibimden.com, Arabam.com, Hürriyetilan.com gibi ilan platformları kastediliyor.

[7] Editör katkısı: “Neredeyse hiçbir firma standart sapma ve cevap verme oranı açıklamıyor. Örneğin İmamoğlu 49,1 - Yıldırım 48,9 diyen bir anketin sapması %2 olduğunda aslında bu anket bize hiçbir şey söylememiş oluyor, özellikle de bu son seçim iki kutuplu ve adaylar birbirine çok yakın yüzdelerde olduğu için en sağlıklı uygulanmış anket bile istatistikî açıdan belirsiz bir anlama sahip olabilirdi.”

[8] Bu tip çalışmaların kısa vadeli geçici işler olduğu söylenebilir, fakat kamuoyundaki rolünü düşünürsek ve bu araştırmalara ayrılan bütçeleri hesaba katarsak çalışma koşullarının daha elverişli hale gelmesini beklemek tuhaf olmayacaktır. Her şehirde sürekli gözlemci istihdam edilmesi gibi maliyetli bir tercihten ziyade, çalışanların bilgilendirilmesi, gerekli eğitimleri almaları araştırma süreci öncesinde sağlanabilir gibi görünüyor.

[9] Zaman zaman açıkça iktidar partisine olan güvenlerini yitirdiklerini söyleyen görüşmeciler olsa da eleştirilerini ve görüşlerini gizleyenler de oldu. Örneğin internetten sağladığımız numaralar doğrultusunda açıkça iktidar partisinden olduğunu bildiğimiz kişiler konuşmak istemediler, bazı muhtarlar meslekleri sorulduğunda iktidar lehine oy kullanmayanlar muhtar olduklarını gizlediler.