“Eğer” Sadece İhtimal mi İçerir?

Mert'e

Edebiyata dair elimize aldığımız bir kurmacada anlatıcı, kurgu, başkarakter, tipler yazar tarafından yaratılır/kurulur. Modern dönemin başat türü olan nesir bu bağlamda seçer, düzenler ve bu dağınık maddi dünyaya bir form verir. Nesirden söz ederken öyküyü de burada anmak ve ona bir kez daha bakmak gerekiyor. Özellikle geleneksel ifadelerin şimdi ve burada ne derece etkili olduğunu, her yanımızı saran erkekliği ihtimal ve gerçeklikle karıştırmış olduğunu ifade eden Hatice Meryem’in Sinek Kadar Kocam Olsun Başımda Bulunsun öyküsüne.

Meryem’in Sinek Kadar Kocam Olsun Başımda Bulunsun eseri içeriğiyle birlikte, toplumsal ve gündelik hayatta yankılanan bir söyleme de işaret eder. Kadınlar için kullanılagelen bu klişe söz hem geleneği hem de kadın anlatıcının zorunlu alanını oluşturan patriarkanın gölgesini gösteriyor. Kadının dilsel olarak varlığının gösterimi “…karısı” olmaktır. Eserin bütün bölümlerinde de bir kişinin “…karısı” olmak bir ihtimalden başka bir şey değil. Özellikle bölümlerin başlıklarında bulunan eğer ifadesi toplumda “… karısı” olmaktan başka bir şekilde yaşayamayan insanların yerinde olmayı düşündürür. Ama bunun kadınların ortak deneyimi ile anlatılması da Meryem’in eserlerinin bir başka boyutunu oluşturur.

Yaşamların bir dili olduğu gibi dillerin de yaşantısı vardır[1] ve Meryem’in anlatıcılarının dili bu noktada büyük oranda betimleyici bir yapıdadır. Kendilerine biçilen toplumsal rollerle karşımıza çıkan kadınların sınırlarını ve bu sınırlarının kocalarından geriye kalan yerlerden oluştuğunu söylemek hem eserle yaşamı yakınlaştırır hem de kadınların hemcinsleriyle karşılaştırıldığı bir kadınlık yarışması haline bürünen toplumu anlatır.

Anlatıcı olarak kadın her bölümde birincil tekil şahıs bakış açısıyla kendinden bahsederken mizacı, yaptığı hareketler ve düşünceleri kocalarının meslekleri ve onların ne yaptıklarıyla alakalıdır.

“Sabah sabah, çocuklar da sağa sola dağılınca, yapayalnız kalırdım. Biraz etrafı toplar, atardım kendimi sokağa. Kapı önünde laflayan kadınlar beni görür görmez kendilerine çekidüzen verir, dağılmış başörtülerini derler toparlardı. Davetli olduğum eve varınca başıma toplanır, sohbeti açmamı beklerlerdi.”[2]

Anlatıcı metin boyunca bir isim vermeyi tercih etmez ancak bu bölümde -belki de- belli bir leitmotiv amacıyla “Bid’at Nurten” adını söyleyiverir. Nurten, İmam’ın karısıdır. Alıntılanan bölüm, Nurten’in kocasının toplumsal statüsünün Nurten’de nasıl yankı bulduğunu okuyucuya gösterir. İmam daima konuşan/söyleyen, dinlenilen, dikte eden bir statüdür. Nurten mahallesinde, sokağında ve hatta evinde bu statüyle vardır, komşuları Nurten’e imamlık müessesine duydukları saygı dolayımıyla saygı duyarlar. Bu durum da Nurten’i zorunlu olarak bir göreve, retoriği güçlü bir hatibe dönüştürmekte ısrarcıdır. Oysa o bu konuşma sonrasındaki ilk işinin masanın üzerine dökülmüş ekmek kırıntılarını parmak ucuyla toplayıp ağzına atmak olduğunu düşünür. Hatta televizyona pür dikkat kesilmiş kadınları dua etmeleri yönünde uyarırken aynı zamanda kendisi lezzetli patatesi yemekle meşguldür.[3]

Cinsiyetten bağımsız her kişinin bir özelliği vardır ve çevresindeki kişiler bunları kendi deneyimleriyle düşünüp hareket ederler. Her cinsin hemcinsleriyle ve karşı cinsteki bireylerle konuştuğu dilin bazen farklı bazen aynı olması doğal sayılabilir. Burada örnek verdiğimiz özelliğin toplum gibi farklı kökenleri olabilir. Kadın ve erkeklerin kendi ve karşısındaki cinslerden bekledikleri de dilleri gibi farklılık gözetebilir. Bir erkek/kadın muhatabı olduğu ya da olmasını istediği kişinin mesleği, ruhu ve hissettirdiklerini anabilir, onunla özdeşleştirebilir.

“Ancak ne o an, ne ertesi gün vapur güvertesinin rüzgâr almayan tarafında çaylarımızı yudumlarken, ne de geçen sefer alışveriş ettiğim aktarın yüz metre berisindeki bir başka aktarın önünde, her seferinde dilimin ucuna geldiği halde yutkunup vazgeçtiğim kendi derdimi, nasıl olsa bundan sonra güzelim papatya çiçeğinin evimizden eksik olmayacağını bildiğimden anlatmazdım.”[4]

Anlatıcı ihtimal üzerine kurduğu öykülerinden birisinde “ince ruhlu bir erkeğin karısı” olmayı tercih eder. İnce ruhun dışarıya yansıması olarak düşünülebilecek muhabbet kuşunun yeminin eksiğinin Mısır Çarşısı’ndan giderilmesi ve plaklar dinlenirken yanında rakı tüketilmesi eserde anlatılan ince ruhlu insanın özellikleridir. Ancak “kadın” özelinde olan bir hastalık (içsel) vakasının çözümü gizlilik içinde geçer. Bu gizliliğin açığa çıkması ise erkek karakteri Burhan Bey’in de yakalanıldığını öğrenene kadar sürer. İnce ruhlu olmak kabalıktan uzak, görgüsü normal düzeyde kalmamış bir insan olarak da görülebilir ama gösterilen biçimsel özellikler ve zevkler kadar gösterilmeyen, susulan ve gizlenen nesneler ve düşünceler de inceliği imleyebilir. Hikâyede hastalığın çözümünün papatya çayı olması ve eve yalnızca erkeğin isteği ile giren çözüm Burhan Bey’in karısının faydalanmasını da sağlayacaktır. İncelik gibi gösterilen bu yapı aslında alayla birlikte papatya çayının gerekliliği değildir. Kadının oluşturulduğu toplum yapısı ve sadece ait olması gereken kocanın gösterilmesidir.

Engels 1884’te kaleme aldığı eserinde erkeğin burjuva, kadının ise proletarya olduğundan söz eder.[5] Engels bu sözüyle sömürü ve baskı ilişkisinin kadınlara düzenin ve cinsiyetçi hareketler karşısında mücadele etmenin ortak bir temel oluşturmasını sağlamıştır. Hatice Meryem de bir öyküsünde evlenmek istemeyen ama anlatıcı tarafından “baba evi” olarak nitelendirilen bölgeden de kurtulmak için ataerkilliğin bir üst boyutuna kendilerini taşırken, toplumsal olarak kadın olunan ikinci aşamaya, evliliğe yan gözle bakarlar.

Meryem, olan durumla olması gereken durum arasındaki farkı istihza ile ortaya koyar:

“HAYIR ÇALIŞMAM. BENİM ADIM NUR! BÜTÜN KADINLAR GİBİ BENİM DE HAKKIM KOCAMIN GETİRECEĞİ KADARIYLA EVİMİ GEÇİNDİRMENİN DOYUMSUZ HAZZINI YAŞAMAK VE SEN PİS LAHMACUNCU BENİ BUNDAN ALIKOYAMAYACAKSIN.”[6]

Kadının hareketli, özgür ve yaşamı için devingen olması gerekirken Cemal’in karısı, Şükran ve Melek’in kardeşi olan Nur, kocasının evinde oturmak ister ancak Cemal askerdedir ve gün sayar. Bu sırada eve onu istemeye bir lahmacuncu gelir, hatta ona evde oturmasını değil beraber de (!) çalışabileceklerini söyler. Bundan sonra ise alıntılanan bölüm tamamen Nur’un yanlış bilincidir. Nur kendi bilincini böyle göstererek ve yaşayarak maddi yaşama dair bütün enerjisini, düşüncelerini boşa çıkarır. Hem yaşama dair bir enerji sarf etmemek için bir avare ile evlenmek istemesi hem de Cemal’in ona özerklik ve özgürlükten uzak bir emtia muamelesiyle dolu cevabından sevinç duyması hüzün dolu bir “yanlış bilinç” gerçeğine aittir.

İhtimallerin oluşturduğu bölümlerden oluşan bu eser kadınların içinde bulunduğu toplumun anlatıcısı haline gelmesinin yanı sıra “… karısı” bakış açısının serencamıyla beraber onların düşüncelerini, duygularını ve yaşayışlarını bazen gülünç bazen de alaylı bir şekilde aktarıyor. Bu durumun sonucunda hayatta nesne olarak görülen bir kesimin edebiyat formunda özne halini alması bir tepki olarak karşımıza çıkıyor. Etrafımızda görüp tanıdığımız ve tanımadığımız kadınların, eşlerinin yaşamlarından artan bölgelerine kalan bir ihtimaller kitabı olan Sinek Kadar Kocam Olsun Başımda Bulunsun, icat ettiğimiz gelenek ve onun argümanları devam ettikçe edebiyat ile soluk aldığımız bölgenin önemli yapıtaşlarından biri olarak kalacaktır.



[1] Orhan Koçak, "Aynadaki Kitap/Kitaptaki Ayna", Defter, sayı 17, Ağustos-Aralık 1991, s. 141.

[2] Hatice Meryem, Sinek Kadar Kocam Olsun Başımda Bulunsun, İletişim Yayınları, s. 17.

[3] A.g.e., s. 17.

[4] A.g.e., s. 34.

[5] Friedrich Engels, Ailenin, Devletin ve Özel Mülkiyetin Kökeni, Sol Yayınları, s. 89.

[6] Hatice Meryem, Sinek Kadar Kocam Olsun Başımda Bulunsun, s.39