Müphemlik Kültürü, İslâm ve Psikanaliz


Müphemlik Kültürü ve İslam: Farklı Bir İslâm Tarihi Okuması kitabı (çev. Tanıl Bora, İletişim Yayınları, 2019) Alman yazar Thomas Bauer’in İslâm kültürüne “müphemlik hoşgörüsü” perspektifinden baktığı, neredeyse İslâm coğrafyasından bir yazarın kaleme aldığı hissi uyandıracak bir şeklide İslami literatüre vâkıf olarak üzerine inşa edilmiş bir tarih okuması ve analizi. Kaynakçanın mühim bir kısmı Arapça metinlerden alınmış.

Yazar “kültürel müphemliği” felsefe, dil, edebiyat, psikoloji, tarih bilimi ve sosyal bilimlerde kısaca tanımlamış; İslâm kültürü içindeki yerini daha geniş olarak Kur’an metni ve İslâmi yaşam pratikleri üzerinden anlatmış. Yazara göre İslâm’daki kültürel müphemlik; söylemlerin çokluğu, farklı yorumlamalar, müphem metinler ve müphemlik üzerine tefekkür denemeleri şeklinde tarih sahnesindeki örnekleri ile ispatlanıyor. Çok değerli bir entelektüel çabaya dayanan kitabın geçen bir cümlesindeki ifadeyle yazar, “Öteki hakikatleri tanımanın kendi hakikatlerinden vazgeçmek anlamına gelmediği üzerine inşa edilmiş bir çokanlamlılık kabulü... “ içerisinde. Ancak örnek metinleri ve pratikleri okurken, müphemlik hoşgörüsü kaybıyla oldukça kan kaybetmiş haldeki günümüz İslâm kültürü arasındaki açılmış makası düşünmeden edemiyorsunuz.

Tektanrılı dinlerin sonuncusu olması hasebiyle “İslâm”, din kavramı içinde müphemliği en çok barındıran din olsa gerek (kültürel evrim gereği). Ancak insanoğlunun müphemlik hoşgörüsü doğrusal şekilde artarak değil, döngüsel bir şekilde artan ve azalan zamanlardan geçerek bugüne ulaşmış gibi görünüyor. Bu anlamda İslâm topluluklarının da bu hoşgörüyü süreğen bir kültür şeklinde canlı tutamadıkları açık -keza tıpkı gayri İslâmi topluluklar gibi. Örneğin, müphemlik hoşgörüsüzlüğünün oluşmasında, mutlak doğruları ve kesinliği “Öteki”ler için buyuran sesin sahibi olarak Batı’nın rolü gibi...

Bir psikoterapist (psikanalitik düşünmeyi öğrenmeye ve uygulamaya çalışan) olarak kitabın açtığı müphemlik kültürü üzerine düşünme yöntemini, bireyin müphemle ilişkisi üzerinden ele almak gerekirse; müphem psikanalizde başroldedir. Bireyin öyküsünü başlatıp, eksiğini aramak üzere kültüre/dile girmesini sağlayan şey zaten müphemdir, bilinçdışı müphemlik... Yani dünyaya doğduysanız artık eksiksinizdir ve “normal (!)” kabul edilenlerdenseniz eksiğinizi aramaya başladınız demektir. Her insan yavrusu bir yitiğini kaybetmiş gibi önce anne memesinde, sonra anne-babasının gözünde, sonra oyunda, okulda, parada, sevgilide, dinde/ideolojide, eşyada, velhasıl bulduğu her yeni nesnede müphemliği gidermeye çalışarak ölmeye doğru gider. Müphemliğe tahammülünüz (kitabın tanımıyla müphemlik hoşgörünüz, ruhsal katılık-esneklik düzeyiniz, çokanlamlılığa katlanabilirliğiniz...) bireysel öykünüzün kurulduğu yuvada, en çok da ana (ilk bakım verenin) kucağında belirlenmeye başlar, sonra kültür içinde şekillenir; keskinleşir yahut törpülenir.

Tüm psikiyatristler, insan ruhsallığını ve ortaya çıkan davranışlarını biyoloji, genetik, önemli yaşam olayları, sosyal çevre ve benzeri faktörlerin bir bileşiminin ortaya çıkardığını bilirler. Buna rağmen aynı coğrafi/kültürel/dinî unsurların etkisi zemininde büyünmüş olsa da, bireysel öyküsünü eksikliğini (müphemi) kabul ederek kurabilenlerde (örneğin kadın cinsiyette daha ekseriyetle, neye inanırsa inansın), müphemlik hoşgörüsü ile karşılaşmamızın ve öteki hakikatleri, müphemi beraber aramamızın mümkün olabildiğini klinik deneyimlerimiz açıkça göstermektedir... eksiği fark etme, anlamak isteme, uzlaşmak isteme çabalarının erkek danışanlarımızdan kat kat fazla oluşuyla.

Psikoterapist olarak deneyimim, bir araştırma ile ispatlamam mümkün olmasa da, ideolojisi ne olursa olsun müpheme tahammülü olan insanda onun hakikatine, iç dünyasında düzenleme yapabilme kabiliyetine, terapi işbirliğine ve daha etkili kişilik ve davranış değişikliklerine daha kolay yaklaşabildiğimizi gösteriyor. Terapi işindeki bilinçdışının müphemliğine tahammül öncelikle terapistin görevidir tabii ki. Bilinçdışının müphemliğine tahammül ederek, izin vererek, yolunu açarak, ruhsal alanın devinip duran dinamik enerjisine nefes aldırmak, kişinin kendine ve çevresine zarar vermesini azaltabilir. Tam iyilik? Tabii ki yok... Müphem tümüyle doyurulamaz ve eksikler tümüyle giderilemez.

Psikanalitik düşünme tarzının sağladığı insan ruh sağlığı pratiğinin, insan toplulukları için de kendilerine ve ötekilere zarar vermemesine yardım edecek bir psikanalitik kültür tahayyülü mümkün tabii ki. Thomas Bauer’in de kavramlaştırdığı müphemlik kültürü tam da psikanalizin önerdiği müphemliğe tahammülü tarifliyor. Kesinlik, katilik, tamlık, bütünlük vaat ederek düzenlemeye yeltenen her “Norm” nihayetinde müphemliğe pranga vuruyor, bilinçdışını bastırıyor. İslâmi düşünme ve yönetme tarzının başına gelenin de bu olduğunu düşünüyorum. Müphemlik kültürünün hayat bulabilmesi için ise, dinler/ideolojiler üstü gerçeklik pratikleri içinde özgürlüğe, adalete, yaralanmamaya, tekrar tekrar travmatize olmamaya, tanışmaya, konuşmaya ve en önemlisi ölmemeye ihtiyacımız var. Tam iyilik? Tabii ki yok...