Hassa Müteahhitler Ocağı
Barış Özkul

İnşaata dayalı ekonomik kalkınma ve rant politikalarının İstanbul’u istilası AKP ile başlamasa da –Park Otel, Gökkafes, I. Tarlabaşı Yıkımı gibi “proje”lerin mimarı Bedrettin Dalan’dı– şehri boydan boya parselleyen fiziksel ve “dikine” büyüme arzusunun önündeki engeller AKP döneminde bir bir kaldırıldı. “Yeni Türkiye”nin yeniliklerinden “Çevre ve Şehircilik Bakanlığı” müteahhitleşen devletin forsu haline gelirken, İstanbul bir müteahhit akınına uğradı.

2002’den 2011’e, Tayyip Erdoğan’ın konuyla ilişkisi, imar koruma plan/kanunlarındaki değişikleri önlediği için Danıştay’ı haşlamak; Zincirlikuyu’daki Karayolları’na ait araziyi tahminî değerinin üstünde satmakla övünmek (300’e değil 800’e!); kamu arazilerini TOKİ eliyle gayri menkul yatırımlarına dönüştüren yasal düzenlemeleri yapmak gibi “ekonomik” hesaplar etrafında şekillendi. İstanbul’u bir finans merkezi ve “marka” şehir yapma kararlılığı, kâh Erdoğan kâh Topbaş tarafından her fırsatta dile getirildi. 2010’da kültür başkenti ilan edilen şehrin tarihi yarımadasından “çerçöp, mandal satanların temizlenip yerlerine Gucci ve Prada’nın getirilmesini”1 telkin eden bürokratik duyarlık, kazancın maksimizasyonuna öncelik veren iktisadi akılla meşrulaştırıldı –Erdoğan’ın “yıkın şu ucubeyi” tarzı “parlak” kültürel müdahaleleri, AKP’nin ilk dönemine egemen olan iktisadi retoriğin gölgesinde kaldı.

Erdoğan ve etrafındakilerin ulvileştirdiği başat değer nicelik olduğu için, Türkiye kapitalizmi son on yılda global pazarla bütünleştiği halde dişe dokunur bir nitelik üretemedi. Açıldığı pazarlara beraberinde “inşaat” götürdü. Gelişmiş kapitalist ekonomileri bilgi toplumunun imkânları ölçüsünde nitelik üretmeye zorlayan araştırma-geliştirme branşı, AKP nezdinde inşaat ekonomisini ayakta tutan “kentsel dönüşüm” projeleri kadar önemli olmadı.

Ekonomi alanına egemen olan bu nicelikperver tutum, 2011’den itibaren muhafazakâr hegemonyanın kültürel referanslarına yol göstermeye başladı. İktidar, derin bir özgüven eksikliğinden kaynaklanan bir büyüklük gösterisiyle İstanbul’u türlü abeslikle donatmaya koyuldu.

Örneğin, Ataşehir Mimar Sinan Camii.

Osmanlı’nın klasik çağında, hanedanın debdebesine layık cami ebatı belirlenirken Ayasofya kerteriz alınırdı. Bu yüzden Mimar Sinan, Süleymaniye’de Ayasofya’nın büyüklüğüne öykünmüştü. Ama Sinan, bodoslama bir üslûpla kat kat büyüklük çıkacak evsafta, müteahhit ruhlu bir adam değildi. Eldeki yapı teknolojisini alabildiğine incelterek kullandı. Sonuçta geleneğin üstüne birçok şey koydu ve geriye bir mimari ekol bıraktı.

Tayyip Erdoğan’ın iradesiyle Ataşehir’e kondurulan Mimar Sinan Camii ise klasik çağ Osmanlı mimarisinin zevksiz bir taklidi olmaktan öteye gitmiyor. Bu betonarme yığını ile Erdoğan iktidarı arasında manevi bir simetri var:

Avrupa yakasında bir Süleymaniye var. Mimar Sinan'ın İstanbul'daki ilk eseri Şehzade Camii var. Bir diğer tarafta Sultanahmet Camii, Fatih Camii var. Fakat bu yakada böyle bir cuma camii, bir selatin camii mevcut değildi. Arzu ettik ki bu yakada da birkaç tane selatin camii, cuma camii olması lazım ve bu kararı verdik (Erdoğan’ın caminin açılışında yaptığı konuşmadan)

Bir sultan camii olarak –ve herhalde yoktan var edilecek “Ataşehir cemaati” için– tasarlanan 12.500 kişilik bu yapının hemen karşısında tüm “ihtişamıyla” Ağaoğlu Towerland yükseliyor: Yeni Türkiye’yi kemale erdirecek olan estetiğin tamamlayıcı öğesi.

Müteahhitlik, AKP’nin kapsayıcı olduğu ender alanlardan biri. Gezi sırasında Erdoğan’ın bir yandan olaylar karşısında feci tepkiler gösterirken diğer yandan “gelin AKM’nin yerine dev bir barok opera binası yapalım” demesi de buna işaretti.

Görünen o ki İstanbul, önümüzdeki dönemde de bu “büyüklük”  mimarisinden nasibini alacak. AKP, "iş bilenin, kılıç kuşananın" düsturuyla, kültürel mirası gözden çıkarmaya devam ediyor. Süleymaniye’nin siluetini kuşa çeviren metro köprüsü, UNESCO’nun bütün itirazlarına rağmen dikildi. Harap görüntüsüyle Fatih’i bile hüzünlendirdiği rivayet edilen Bukoleon’un aynı akıbete uğraması yakındır.

Bu müteahhit cevvalliği İstanbul’a rengini verirken, betonarme büyüklüklerin altında şehir fikri kayboluyor. Onun için, bir kez daha Tanpınar’a dönmenin tam sırasıdır:

Şehir bir terbiyenin ve zevkin etrafında teşekkül eden, müşterek bir hayattır. Mimarî bu hayatın asıl büyük üslûbunu yapar. Vâkıa dün olduğu gibi, artık orkestra şefi vazifesini görmez ama yine de varlığını hissettirir. Ona doğru yürüdükçe hayat, o memlekete mahsus bir renk kazanır.2

 


1 Aktaran Asu Aksoy, “İstanbul’un Neoliberalizmle İmtihanı”, Yeni İstanbul Çalışmaları: Sınırlar, Mücadeleler, Açılımlar içinde, Metis, 2014. Aksoy, AKP dönemindeki inşaat furyasına ve bunun kültürel kodlarına kapsamlı ve etkili bir eleştiri yöneltiyor. Birikim’in Ekim 2011 tarihli 270. sayısındaki “İnşaat” dosyasında da konuyla ilgili aydınlatıcı yazılar var.

2 Yaşadığım Gibi, s. 206, Dergah, 2005.