Büyük Madenci Yürüyüşünü Hatırlamak
Cem Mert Dallı

“Biz grevi grev yapmış olmak için istemiyoruz. Hükumeti, insanca yaşama ücretine razı etmenin başka yolu olmadığını gördüğümüz için istiyoruz. Hükümet biz grev yapmadan madenleri gözden çıkardı. Biz grevi TTK'nin, madenlerin, maden işçisinin, Zonguldak'ın gözden çıkarılmaması için istiyoruz. Yaptığımız iş, aldığımız ücret ortada. Bizim kaybedecek hiçbir şeyimiz yok ki...” [1]                                                

30 Kasım 1990’da başlayan ve Ocak 1991’deki Büyük Madenci Yürüyüşü ile sona eren Zonguldak madenci grevinin üçüncü gününde Cumhuriyet gazetesinin pazar söyleşisi konukları, Engin Alpar ve Zeki Erdoğan isimli grevdeki iki maden işçisi. Söyleşi boyunca işçilerin, çalışma ve yaşam koşullarına dair sorulan sorulara verdikleri içten yanıtlar, Soma ve Ermenek faciaları sonrası daha çok duyduğumuz madenci hayatı üzerine duyduklarımızla büyük paralellik gösteriyor. 10 ay önce kısa bir süre göçük altında kalan Zeki Erdoğan olayın şokunu üzerinden atamadan çalışmaya devam ediyor, ölüm pahasına da olsa çalışmaya mecbur olduğunu söylüyor. Her ikisi de zorlu yaşam şartlarından, geçim sıkıntısından, hastalıklardan ve borçlardan şikayetçi. Ümit Kıvanç’ın madenciliğin tarihini ve serbest piyasa düzenini anlatan belgeseline adını veren 16 Ton şarkısının nakaratı da hayatlarını özetliyor aslında, taşınan tonlarca kömürden geriye kalan borçlanan işçilerin erkenden yaşlanan bedenleri oluyor.

Söyleşide, madencilerin sosyal hayatlarına dair bugün pek duymadığımız, belki de artık var olmayan durumlara dair bilgiler de var: Sınırlı vakitlerinde sendika gazetesinde veya günlük bir gazetede kendileriyle ilgili bir haber çıktığında herkesin gazetenin başına toplandığını ve hararetle tartıştıklarını söylüyorlar. Engin Alpar her gün gazete alıp kendileriyle ilgili yazıları keserek arşivlediğinden, vakit buldukça sendika toplantılarına ve sosyal etkinliklerine katıldığından bahsediyor. Üzülmez şubesi olarak 1969 Çorum-Alpagut işçi eylemlerini anlatan bir tiyatro oyunu hazırlıyorlarmış, hayatı boyunca 3-4 oyun seyrettiğini ve bu işin kendisini çok heyecanlandırdığını ekliyor. Türkiye Taşkömürü Kurumu’nun sinemaları varken sinemaya gidebildikleri halde artık böyle bir fırsatı olmadığından yakınıyor. Şimdilerde madenciler hâlâ aynı merakla gazeteleri karıştırıp tiyatro oyunu hazırlıyorlar mı? Her faciayla yeniden hatırlanan madencilerin günlük yaşamına dair bugün neler biliyoruz? Madencinin o günlerdeki kısıtlı imkânlarından geriye neler kaldı, yoksa maliyet hesaplarının kurbanı mı oldular?

Zonguldaklı madenciler, bundan tam 24 yıl önce başlayan grevleri ve Türkiye emek tarihine geçecek olan Büyük Madenci Yürüyüşü ile devam eden direnişleriyle, içinde bulundukları zorlu koşulların günden güne daha da kötüleşmesine karşı bir duruş sergilediler. Kaderi kömüre bağlı kentin sessizliğini bozan 30 Kasım grevi, son yıllarda sesi iyiden iyiye duyulmaz hale gelen dar gelirli madencinin grizu patlamaları ve göçük haberleri haricinde bir hikâyesi olduğunu bir kez daha hatırlatıyor. Madenleri kapatma ve özelleştirme tehditlerine karşı madencilerin ve Zonguldak kentinin topyekûn mücadelesi, en tehlikeli iş kolu olarak bilinen maden işletmelerinde kârın insan canından öncelikli olmasına karşı çıkan bir tavrı simgeliyor. Paranın çoktan beri madenci hayatının üstünde olan kıymetini pekiştirmesine gösterilen itirazlarını ve bir kentle bütünleşen isyanlarını, madenciliğin fıtratında yatanın iş cinayetleri değil mücadele olduğunu hatırlamanın bir aracı olarak düşünemez miyiz?  Madenciliğin “fıtrat”ında neden bugün sosyal haklar değil de ölüm var?

1990 yılı sonunda 48 bin işçinin çalıştığı Türkiye Taşkömürü Kurumu’nda, bugün yalnızca 9555 işçi çalışıyor.[2] Maden işçileri, geçinemez hale geldikleri maaşlarda iyileştirme talep ettikleri gibi; işçilerin hayatına herhangi bir değer atfetmeden kar-zarar hesapları yapanlara karşı duruşlarıyla da madenciler insanca bir çalışma düzeni talep ediyordu. Maliyet hesabını her şeyin önüne koyan anlayış, Soma ve Ermenek’teki gibi ihmallerin üstünü şimdilerde madenciliğin fıtratına yazarak kapatmayı denerken son büyük madenci isyanının bu ikinci yönü daha fazla göze çarpıyor. 1990’lı yılların başında birer tehditten ibaret olan kapatma ve özelleştirmelerin birer gerçeğe dönüşmesiyle birlikte, taşeron firmalar aracılığıyla güvencesizleştirilen madencilerin ne koşullarda çalıştırıldıklarına son bir yıl içinde yaşanan facialar aracılığıyla tanık oluyoruz.

Zonguldaklılar, 1965 Kozlu direnişinde vurularak öldürülen Mehmet Çavdar ve Satılmış Tepe’nin isimlerini 25 yıl aradan sonra andılar, zam taleplerini ve hak mücadelelerini ortaya koydular. Her yeni facianın ardından kahrolurken belki de ihtiyaç duyduğumuz şey, her daim rakamlara indirgenen işçi ölümleriyle anılan madencileri biraz da direnişleriyle hatırlamaktır. Ermenekli Ayşe annenin yüzünü unutmadan, gözyaşları hâlâ akan yüzlerce annenin Devrek yolundaki barikatı nasıl aştığını anımsamak…

 

[1] 11 Yıldır Yerin Altında Çalışan Maden İşçisi Engin Alpar: Zonguldak’ta Ömür 50 Yılda Biter, 2 Aralık 1990, Cumhuriyet. (Telif hakları nedeniyle sayfa görselini paylaşamadığım söyleşinin  tam metnini okumak için: http://www.cumhuriyetarsivi.com/katalog/192/sayfa/1990/12/2/12.xhtml9)

[2] http://www.milliyet.com.tr/ttk-da-9-bin-555-isci-calisiyor-zonguldak-yerelhaber-137813/