"Büyük Restorasyon Dönemi"
Ahmet İnsel

Ahmet Davutoğlu veya başka bir AKP’li, restorasyon kavramını ilk kez ne zaman kullandı, bilmiyorum. Benim hatırladığım, Davutoğlu’nun Dışişleri Bakanı iken Temmuz 2011’de bu kavramı kullanmış olduğu. Türkiye’de dört restorasyon dönemi olduğunu belirtmiş ve bunları Tanzimat, Cumhuriyet’in ilanı, çok partili hayata geçiş ve AK Parti iktidarı olarak saymıştı. Daha sonra 9 Mart 2013’de DEİK’te yaptığı uzun konuşmada bu restorasyon temasını daha etraflı biçimde, iktisadi yönlerine daha fazla vurgu yaparak tekrarlamıştı. Son olarak, Cumhurbaşkanı Tayyip Erdoğan tarafından başbakan adaylığı açıklandığı toplantıda yaptığı konuşmada, “büyük restorasyon dönemi” olarak esas hedefini tanımladı. Hükümet programında buna vurgu yapıldı.

AKP Grup Başkanvekili Mahir Ünlü, hükümet programı çalışmalarını anlatırken, programın temelini “restorasyon” kavramının oluşturacağını, bunun  90 yıl öncesine dönmek değil, “90 yıl boyunca hasar alan Cumhuriyetin, demokrasinin, dış politika stratejisinin ve ekonomi modelinin onarılması, eksiklerinin giderilmesi” olduğunu belirtmişti (Hürriyet, 27.8.2014). Köylü’ye göre, “Osmanlı’ya, İslam Devleti’ne geri dönüş gibi yorumlar gerçek dışı, aslı astarı olmayan değerlendirmeler”di. Sonuçta Davutoğlu’nun “büyük restorasyonu”nun üç ayaktan oluştuğu anlaşıldı: Barış sürecinin devamı, “paralel devlet yapılanması” ile mücadele ve sivil ve demokratik anayasa.

Restorasyon kavramını elbette Tayyip Erdoğan da son yıllarda çok sık kullandı. Ama eğer gözümüzden kaçmadıysa, bu kelimeyi eski binaların restorasyonu, yani bir inşaat konusu olma dışında ağzına almadı. Kullanacağı köşkün restorasyonunu beğenmedi, TİKA’nın yürüttüğü restorasyon çalışmalarını övdü, vs... ama Davutoğlu’nun kullandığı anlamda restorasyon döneminden veya son hükümet programının belkemiğini oluşturduğu söylenen bir restorasyon sürecinden bahsetmedi.

Restorasyon kavramının siyaset literatüründeki anlamı, yani İngiltere’de Stuart dönemi (1660-1688) veya Fransa’da devrimde başı uçurulan 16. Louis’nin erkek kardeşinin tahta yeniden çıkarıldığı 1815-1830 dönemi gibi, eski rejimin bütünüyle olmasa da, bir kısmının yeniden yürürlüğe sokulmasıdır. Bunların yanında, 19. yüzyılda Almanya’da, Avusturya-Macaristan İmparatorluğu’nda farklı restorasyon dönemleri yaşandı. Bugün AKP kurmaylarının ve Başbakan Davutoğlu’nun dile getirdiği restorasyon, bu siyasal restorasyonlar gibi, sultanlık rejiminin meşrutî biçimiyle yeniden kurulmasını amaçlamıyor. Her ne kadar, Tayyip Erdoğan’ın gönlünden geçen başkanlık sistemi cumhuriyet görünümlü sultanlık rejimine benzese de, bunun Davutoğlu ve AKP’lilerin çoğunluğu tarafından canu gönülden savunulduğu yönünde elimizde ipucu şimdilik yok.

Davutoğlu’nun dile getirdiği restorasyon, Türkiye ile Osmanlı’yı eşanlamlı olarak kullanıp, yitirilmiş bir dünya gücü konumunu yeniden oluşturmaya dayanıyor. Diğer taraftan İslamcı sivil toplumdan gelen restorasyon talebi de var. Son Eğitim Şura’sında bir kez daha görüldüğü gibi, din eğitiminin ve dinî eğitimin eğitim sisteminin belkemiğini teşkil ettiği bir restorasyon talebi bu. Bunun yansımalarını Erdoğan’ın dindar nesil yetiştirme hedefinde ve buna bağlı olarak, özellikle son dört yılda eğitim alanında yapılan restorasyon hamlelerinde görebiliyoruz. Bilal Erdoğan’ın yönettiği TÜRGEV, bu restorasyon hamlesinin koç başlarından biri. İçki, kızlı-erkekli konular, medyada sansür, kültür faaliyetlerinin arındırılması gibi boyutları var. Dince belirlenmiş ahlak değerlerinin kamusal alanı kuşattığı bir restorasyonu amaçlıyor. Bu anlamda sadece yaşam tarzı çatışmasıyla sınırlı olan bir restorasyon arzusu değil, yeni kuşaklar üzerinde ahlaki ve ideolojik tahakküm oluşturma amacı öne çıkıyor.

 Bu iki restorasyon dinamiğinin yanında üçüncü ve belki diğerlerinden daha güçlü bir restorasyon dinamiği daha var. Bunu, patrimonyalizmin restorasyonu olarak tanımlayabiliriz. Kamu mülklerinin vakıf görünümlü özel teşebbüs kuruluşlarına fütursuz biçimde tahsis edilmesinden, siyasal gücün havuz oluşturmasına, yolsuzluk dosyalarına, “parası ödenen hediyelere”, kamu harcamalarında şahsî olanla kamusal olanın birbirine iyice karıştırılmasına ve otoritarizme kadar çok geniş bir yelpazede patrimonyalizmin restorasyonu söz konusu olan. 90 yıllık cumhuriyet geleneğinde patrimonyalizmin bu boyutları elbette az veya çok varlığını devam ettirmişti. Cumhuriyet rejimi Osmanlı patrimonyal geleneğinden birçok özelliği bünyesine taşımıştı. Galiba şimdi söz konusu olan, dünya gücü olma hırsı, dinsel ahlakın toplumsal yaşamı yakından kuşatması ve mülkün sahibi olma inancının yan yana gelmesiyle gerçekleşecek büyük restorasyonun belkemiğini yeni-patrimonyalizm oluşturuyor.