Çoğunluk matkapla sorguyu onaylıyorsa?
Pınar Öğünç

180 saat uykudan mahrum bırakma, zincirlenmiş halde acı verici pozisyonlarda saatlerce bekletilme. Matkapla, süpürge sapıyla tecavüz tehdidiyle sorgu. Düzmece idam sehpalarında bilgi almaya çalışma. Suda boğulma duygusu yaratan özel sorgulama teknikleri...

Her gün ortaya çıkan bir başka boyutu ve yeni tartışmalarla, birkaç haftadır İşkence Raporu’nu konuşuyor dünya. ABD'de Senato İstihbarat Komitesi, Amerikan Merkezi Haber Alma Teşkilatı'nın (CIA) 2001’deki 11 Eylül saldırıları sonrası bilhassa sorgu sırasında kullandığı işkence yöntemlerini belgeleyen raporun orijinali altı bin sayfa kadardı, Demokratların kamuoyuyla paylaştığı özet 500 sayfa civarında. 2001-2009 arasına dair karanlık belgeler bu özet ve kimi tashihten geçmiş haliyle dahi, ABD’ye yönelik tepkiyi artıracağı, vatandaşlarının güvenliğini riske atacağı gerginliğini yaratmıştı.

“Şaşırdık mı?”

Teferruatıyla zaten konuşulan bu raporun (en azından bir kısmının) kamusallaşmasından itibaren yaşananlarda dikkat çekici birkaç nokta var. İlki, kâh makale kâh sosyal medyada paylaşım olarak dünyanın farklı dillerinde yükselen “Şaşırdık mı?” ifadesi. Uygarlık tarihinden başlayıp daha yakın dönemde özellikle ABD’nin iç ve dış iktidarını imal ettiği mutfağın pisliğine getireceğiniz bir skalada tecrübemiz, bize tüm bunlara şaşırmama “olgunluğunu” bahşetti. Bu acı ve ürkütücü bir olgunluk bir yandan.

Bundan daha ürkütücü olan ikinci noktaysa kendisini bu işkence yöntemlerinin “işe” yarayıp yaramadığı tartışmasının ortasında bırakan insanlık zaviyesi. Dönemin mesulleri Bush ve avanesi yahut bugün arkasında durmayı tercih eden Cumhuriyetçi cenahın bu insanlık dışı faaliyetleri vatanseverlik, dönemin koşulları, devletimizin âli çıkarları gibi bildik gerekçelerle savunmasında ilginçlik bulmayabiliriz. Raporun kendisinin, bizzat CIA yetkililerinin tüm bu yöntemlerin aslında soruşturmalar açısından mühim bir bilgi edinmelerini sağlamadığına yönelik ifşaatı, bir de meseleyi “Aslında boşuna yapmışız”a getiriyor. Bu, işkencenin işe de yarayabileceği ihtimalinin, raporun beklenen savunucularının ötesinde kabul görmesinin de emaresi zaten. Ve bu öyle bir soru ki, bir kez sormuş olmak yetiyor.

“Çoğunluk bunu istiyor”

Kaldı ki rapor açıklandığından beri yapılan üç-dört kamuoyu araştırması da gösteriyor, ABD halkı “düşmanların” sorgulanması esnasında işkenceyi makul görüyor. Sorunun formülasyonuna göre destek yüzdesi değişse de, rastladığım anketler içinde yüzde 52’nin altını işaret eden yok, yüzde 70’lere kadar da yolu var. Evet, çoğunluk bunu istiyor, devletimizin çıkarları için yeri geldiğinde “düşmanlarımızı” matkapla, tecavüz ve idam tehdidiyle sorgulayabiliriz diyor. Ne yapacağız?

Peki raporun açıklanması neyi değiştirecek? Obama’nın bu karanlık faaliyetleri istisnaileştiren dilini, anılan kimi sorgu yöntemlerinin yönetimiyle birlikte yasadışı ilan edilmesinin bir milat olmayacağını fark edecek kadar akılcı olgunluğa sahibiz. ABD’nin kadim dış politikasının zamana uyan gereç, gerekçe ve yöntemleri icadına dair söylenecekler kehanet sayılmaz. Obama döneminde sınır ötesinde insansız hava araçlarının sessiz sedasız ve infialsiz öldürdüklerinin rakamı yeter. Fakat raporun ya da bu tür devlet itiraflarının istikbalde değiştirebileceklerini sınırlayan sadece bu değil. Örneğin Guantanamo dışındaki cezaevlerini, suç ve ceza ikiliğinin ırk, sınıf ve din bağlantısını ve bu kriterler üzerinden toplumsal olarak onaylanmış muameleyi konuşmadan bu mevzuu kapatabilir miyiz? Ya da dış düşmanların dışında iç düşman yaratma ve ona mukabele etme yöntemlerini... Tüm dünyada güvenlikçi yönetimlerin polis gücüne gittikçe daha fazla sunduğu yetki ve sorumsuzluk alanları, toplumsal olaylarda polisin pekâla karanlık bölgelere geçebildiği muamele ve sorgu biçimleri hakikaten ayrı konular mı? Ferguson ve sonrasında yaşananların bu raporla hiçbir bağı yok mu?

Elbette çok mühim ve konuşulmayı hak ediyor, fakat Türkiye’de hükümet cenahı, Batı demokrasilerinin günahlarını konuşmayı ayrıca sever. “Hiç yakıştı mı?” tonundaki dokundurmada daha ziyade “Bu işler böyle yürüyor” onayına talep var gibidir. Gezi sonrası Batı’nın her polis şiddeti numunesinin burnumuza dayanmasının nedeni de bu.

Bu rapor özelindeki haklı kınamaların düşündürücü yanları var ama. Öncelikle ABD’nin sınırötesi işkence ağında uçuş duraklarından biri olarak adlı adınca anılan Türkiye’nin, bu konuda hesap vermek gibi, ABD’ye laf sokmaktan daha mühim işleri olmalı. Diğer yandan bu yazıdaki özneleri değiştirdiğinizde güvenlikçi iç ve dış politikanın gerçek hayatta tezahürüne, buna yönelik toplumsal rızanın imalatına, devletlerin/ hükümetlerin türlü biçimleri olan karanlık safhaya geçişlerinin onay mekanizmasını nasıl ürettiğine dair de fikirler üşüşebilir akla. Misal polisin esnafla bir olup bir genci döverek öldürüşüne verilen toplumsal onay ve sinyallerini veren faillere yönelik cezasızlık, neden matkapla sorgu için, cezaevinde sistematik cinsel şiddet için de geçerli olmasın? Neden? Zaten değil mi? Bu sorulara da ürkütücü olgunlukta cevaplarımız var ne yazık ki.