Demokratik Mücadele ve Şiddet
Ahmet İnsel

Demokratik mücadele biçimleri şiddeti dışlar. Çünkü şiddet gerekçesi ne olursa olsun gelecek şiddetlerin mayasıdır. Toplu veya bireysel itirazı ifade etme biçimi olarak şiddeti benimsemiş hareketler, sonunda hem kendileri şiddetin mağduru olurlar hem de şiddetin faili olarak kalırlar. Ama şiddeti asli mücadele yöntemi olarak dışlamak için bu yeterli bir gerekçe değildir.

Toplumsal ihtilafın şiddet yöntemleri içinde vücut bulması, ihtilafın niteliğini de değiştirir. Şiddetin devreye girdiği andan itibaren karşı taraf düşmana dönüşür. Şiddet düşmanı bastırmak, yok etmek için gerekli olur. Hâlbuki demokrasinin en büyük gücü ve belki erdemi, toplumsal ihtilafın taraflarını düşman olmaktan çıkarıp veya düşman konumuna gelmelerini engelleyip, hasım konumunda karşı karşıya getirebilmesidir. Hasımla düşman farklı kategorilerdir. Hasımlar arasında sadece rekabet ve çatışma değil, çatışmanın sonucu ne olursa olsun, bunun ardından birlikte yaşamaya devam edileceğinin ortak bilinci de vardır. Düşman ise eninde sonunda yok edilmesi gerekendir.

Toplumsal konularda taraflar arasında, sosyal sınıflar arasında ihtilaf olması, bunun siyasal tartışma ve rekabete, hatta çatışmaya dönmesi demokrasinin olağan halidir. Otoriter yönetimler için ise, kendi muktedir konumuna yönelik her itiraz olağandışı bir davranıştır. Bu nedenle, otoriter yönetimler ve elbette açık diktatörlükler, toplumsal itiraza şiddet ve terör damgasını hemen vurmak eğilimindedirler. Terör eylemi tanımının kapsama alanının genişlemesi, otoritarizmin koyulaşmasının, diktatörlük niteliklerinin öne çıkmasının en belirgin göstergelerinden biridir. Sokak gösterilerine hemen şiddet eylemi damgası vurulur, muktedire yönelik sözlü bir itiraza terörümsü eylem muamelesi yapılır.

Özgürlükçü hareketlerin şiddeti dışlamasına özgürlük mücadelesi adına itiraz edenler, toplumun, devletin, kolluk güçlerinin şiddetine karşı durmanın, buna direnmenin de şiddet yöntemlerine ihtiyacı olduğunu öne sürerler. Meşru çatışma ile şiddet arasında belirgin bir çizgi çizilmesine karşı çıkarlar. Örneğin grev sırasında işyerini işgal etme aşamasına gelinmesi, işyerinde sınıfsal ihtilafta gerginliğin zirveye çıktığı andır. İşveren bu eylemi özel mülkiyete yönelik bir şiddet olarak değerlendirebilir ama kimsenin kişiliğini hedef almayan bir zor eylemidir bu. Buna karşılık, greve katılmayan emekçilerin grevciler tarafından dövülmesi kaba şiddettir ve mücadeleyi başka mecralara doğru sürükler. Aynı şey, egemen sınıfın şiddetine karşı onun yöntem ve silahlarıyla cevap vermenin meşru olduğu inancından hareket ederek, sonuçta şiddetin kazanmasını sağlayan muhalif hareketler için de geçerlidir.

Toplumsal, iktisadî veya siyasal şiddete karşı özgürlükçü yanıt başka bir şiddet biçimi olamaz. Tarihsel olarak ele aldığımızda, şiddet yöntemlerine başvurmayan demokratik toplumsal itiraz biçimlerinin daha etkili olduklarını, amaçlarını elde etmede daha başarılı olduklarını iddia edebiliriz. Egemen düzene alternatif bir özgürlükçü düzen getirme hedefiyle, egemen güce alternatif güç olma, yani egemenin yerine egemen olma hedefi arasındaki farklardan biri, birincisinin şiddeti dışlaması, ikincisinin ise şiddeti içermesidir.

Toplumsal itiraz yöntemi olarak şiddeti dışlamak, toplum içinde ihtilafı, sınıf çatışmasını, farklı değerlerin, farklı dünya görüşlerinin birbiriyle çarpışmasını gayrı meşru ilan etmek değildir. Tam tersine kimsenin mutlak doğrunun anahtarına sahip olmadığı, toplumsal konularda mutlak doğrunun olmadığı bir sürekli ihtilaf alanının hiçbir gerekçeyle ortadan kaldırılması mümkün olmayan meşruiyetini savunmak demektir. Bu anlamda özgürlükçü sosyalizm düşünü demokrasiyi sadece sayısal yönüyle tanımlamaz. Bu sayısal yönün gerekli olduğunu teslim ederken, yurttaşların her seviyede sürekli katılım olanaklarının önünün açık olmasını da bir o kadar önemli olduğunu savunur. Bu da toplumsal ihtilafların çözümü konusunda katılımın en geniş ve sürekli olmasının sağlandığı demokratik süreçleri kabul etmek demektir.

Sadece otoriter veya diktatoryal rejimlerde değil, demokratik yönetimlerde de gücü elinde tutanların, kendi doğruları ışığında aldıkları kararları gereğinde zorla uygulama yetkisini kendinde görme eğilimleri güçlüdür. Bu eğilimlerle mücadele ederken, özgürlükçü hareketlerin unutmaması gereken bir başka gerçek, güçlüye karşı itirazı dile getirenlerde, ezilenlerde de benzer bir mutlak haklı olma inancından türeyen zorla dayatma, zora başvurma eğilimlerinin öne çıkabileceğidir. Özgürlükçü sosyalizm başka bir yaşam, başka bir dünyanın mümkün olduğunu, bunun merkezinde de eşitlik ve özgürlüğün birlikte yer aldığını iddia ederken, bunu mümkün bir gelecek olarak tanımlar. Tam bu nedenle şiddet yöntemlerinin yok edici mutlaklığını ret ederken, mümkünün müzakeresini birlikte yaşama ilkesinin merkezine yerleştirir ve şiddetin mümkün yerine mutlağı dayatmasına karşı çıkar.