Niye Konuşuyorlar? (III)
Meral Akbaş

Bu, üçüncü defa yeniden sorulan bir soru: Niye konuşuyorlar? Bu soruyu, beraber olduğu iki kadını öldüren, evleneceği başka bir kadını evlendirme programlarında arayan, “bende yalan söz olmaz!” diyerek işlediği cinayetleri anlatan ve tam da bu açık sözlülüğünden olsa gerek canlı yayına çağrılan, sözleri canlı yayın programlarının en pornografik kısmına yani sonuna ayrılan bir katil adam için soruyorum bu defa. Ve bu adamla aynı programa katılan Haydar Dümen gülerek yapıştırıveriyor cevabı bana: “Adam teşhirci! ‘Ben erkeğim!’ diyor!” Ayhan Çarkın’ın niye konuştuğu üzerine yazarken, sözüyle görüntüsünün arasındaki tezata dair bir şeyler demeye çalışmıştım; “O kadar huzurluyum ki...” derken çünkü, oturduğu yerde uzun süre oturamayan, saçlarını çekiştirip gözleriyle uzun süre bir yere bakamayan, öfkeyle söz kesen bir adam vardı televizyon programlarında. Onun “şimdiki” hikâyesi söylediklerinden daha çok böyle bir yerde aranmalıydı sanki: Çok anlatıyordu, her şeyi anlatmıyordu; anlattıklarını anlatmış olmaktan mutlu değildi, ama kendini kurtarması için konuşması gerekiyordu; kendi suçsuzluğunu ispat etmek için değil de başkalarını da yaptığına ortak etmek için susmuyordu. Ayhan Çarkın’ı ve ardından Sefer Çalınak’ı izleyip bu iki katili birbirine bağlayan şeyi düşünmeye başladım sonra: İkisi de cinayetleri reddetmiyordu ve reddetmediğini anlatmakta bir sakınca görmüyordu. Ama galiba en tuhafı, Ayhan Çarkın gülmezken, kendine alkış tutmazken, suçsuz değil ama çaresiz bir adamı oynarken, Sefer Çalınak canlı yayında nasıl da rahattı! Arkasına yaslanarak, ayaklarını sallayarak, gülerek, kendisine alkış tutarak, söylenenlere teşekkürler ederek konuşup duruyordu. Üstelik ilk adamın karşısında sergilenen o çekingen ve dikkatli konuşma hali, ikincisi için devam ettirilmiyordu; ona hesap sorulabiliyor, “sus, konuşma!” denilebiliyordu! Ama yine de Çarkın birilerine “Erkek olun! Bana sahip çıkın!” diye seslenip artık eksilmiş bulunan gücüne işaret ederken, diğeri “İyi dinle, akıllı ol!” diyerek başka bir canlı yayın konuğuna ayar verebiliyordu.

Evet, Ayhan Çarkın itiraf ediyor ve her itiraf eden kadar kendini aklamaya, haklı ve/ya anlaşılır kılmaya çalışıyor. Fakat bu itiraf performansının ertesinde onu işlediği tüm bu cinayetlerden azat eden bir huzura kavuşamamış olduğu da kolaylıkla fark ediliyor. Her şeyi anlatmamış, her şeyin anlattırılmamış olmasından gelen karanlık belki de bu huzursuzluğun nedeni... Konuşuyor ama konuştuğu – her ne kadar bu ihtimali taşısa da – yeri yerinden oynatmıyor; konuşanda mevcut ama tamamlanmamış olan, dinleyende bir türlü tamamlanmıyor.* Oysa başka bir itirafçı olarak Sefer Çalınak’a hikâyenin hemen en başında ad(lar)ı konuveriyor: “Amca”, “amcacığım”, “abi”, “baba”... O, “aile”den yani, ailenin büyüklerinden! Dediğinin, verili olanı yenilemesi, yine yeniden dolaşıma sokması ve/ya güçlendirmesi dışında bir ihtimal yok! Bu sefer bir itiraf dinleyen tarafından tamamlanıyor: “Adam teşhirci! ‘Ben erkeğim!’ diyor!” Katile de bu “hakikat”i gülerek, alkışlayarak, teşekkür ederek kabul etmesi kalıyor!   

Pornografik bir gösteri de değil mi bu?! Sadece itirafın sahibinde değil dinleyicilerde, programın başka konuklarında da açığa çıkan o anlık öfkeyi, kahkahayı, alkışı başka nasıl açıklamalı?! Seda Sayan’ın “Ah Fadime! Fadime ne yapmış?! Yazık!” diyerek nesne ettiği o ölü bedeni adam, Fadime’nin ona ne ettiğini anlatarak yeniden ele geçiriyor tüm bu öfke, kahkaha, alkış eşliğinde ve herkesin gözü önünde: “Ben dururken niye öldüreyim?!... Bak neden öldürdüm...” Merakla anlatılması beklenen de bu işte: “Fadime ne yapmış?”

Tüm bu anlatılanda, öldürülen iki kadının da adamın akrabası olduğunu söylemenin ne önemi var?! Katil yapmış meselenin tespitini: “Bizim aile bağlarımız çok zayıf!” Diğer taraftan ama, “tüm halkımdan” özür dileyerek o “büyük aile”nin bir parçası olduğunu söylemekten de çekinmiyor. Bir yerden alan allah, başka bir yerden veriyor demek?! İzninizle hatırlatayım, Ayhan Çarkın da unutmamıştı halkın adını anmayı: “Halkın bana diyeceği bir şey yok ben gerçeği söyledikten sonra!”** İki katili birbirine bağlayan başka bir ortaklık daha: Katil için esas muhatap, hayatını kaybeden kişi ya da ardında bıraktığı başka kişiler olmuyor çoğu zaman. Katiller halkla konuşmayı pek seviyor! [Adı hemen aklımda biten o üçüncü kişiye: Allah belanı versin!]

Aile ve Sosyal Politikalar Bakanı’nın “Türkiye’dekini sağır sultan bile duyuyor” diyerek rahatsızlık duyduğu, katillerin sözleri değil ama... Kimse canlı yayınlarda işlediği cinayetleri anlatan bu adamların ağzını kapatarak onları “nezaketle” dışarı çıkarmadı şimdiye dek!***  Katillerin dili de yasaklanmadı hiç! Onlar değil, çocuklar sustu... kalbinden, gözlerinden, sırtından vurularak...

***

 

* İtiraf ve bu “tamamlanma” meselesi için bkz.: Michel Foucault, Cinselliğin Tarihi, ss. 48-58. 

** Tabii bu ortaklığı bir “Türkiye histerisi” olarak kabul görmekte de bir sıkıntı yok sanki! Bunun yakalayabildiğim son örneği, Beyaz’ın Candan Erçetin’e cevap olarak hazırladığı klipteki o “tanıdık” ifade: “Seni ben affetsem de türk toplumu affetmez!”; [bkz. https://www.youtube.com/watch?v=ujoqlc3uvvU]

*** “Bakan İslam’a soru sormak isteyen kadın ağzı kapatılarak ‘nezaketle’ dışarı çıkarıldı”;

[haber için bkz. http://www.diken.com.tr/bakan-islama-soru-sormak-isteyen-kadin-agzi-kapatilarak-nezaketle-disari-cikarildi/]