Büyük Kapatılma!
Aksu Bora

Hacettepe Nüfus Etütleri Enstitüsü, 2013 Nüfus ve Sağlık Araştırması Raporunu yayınladı (link). Bu araştırmanın verileri, kadınların “fıtratı” üzerine yürüyen hararetli tartışmalara … ışık tutuyor diyecektim ama galiba daha çok su serpiyor.

Biliyorsunuz, Recep Tayyip Erdoğan’ın özellikle 2007’den bu yana sürdürdüğü kutuplaştırma politikasının bam teli, kadınlar. Bunda şaşacak bir şey yok, hep öyle olmuştur. Kadınlar hep toplulukların sınır bekçileri olarak muamele görmüşlerdir. Bazen kendileri de bu role hevesle soyunurlar, bazen kendilerine rağmen böyle olur. Türkiye tarihinde de böyledir. Bugün, AKP yönetimi açısından böyle bir ideolojik savaşın (hâlâ) işe yaradığını görebiliyoruz. Çok istisnai dönemler dışında merkez sağın ideolojik hâkimiyeti altında on yıllar geçirmiş bir ülkede, “namus” dendi mi akan sular durur. Bu, merkezi daha da sağa çekmek isteyen bir iktidar için, kullanımı kolay bir araçtır.

İdeolojik/politik mücadelenin hararetine kapılmak işten değil, hakikaten insanın sinirlerini tel tel edecek hakaretler, yalanlar, aşağılamalar uçuşuyor, kan dondurucu cinsel fanteziler ortalıklara saçılıyor (altı yaşında çocukla evlenilebilir mi, annenin dizine bakınca tahrik olur musun…) Bir yandan da kurumsal düzenlemelerle muhafazakâr aile güçlendirilmeye çalışılıyor; devletin vatandaşıyla ilişkisi yeniden (bir kez daha!) aile üzerinden tanımlanıyor. Geçtiğimiz günlerde açıklanan “Ailenin ve Dinamik Nüfus Yapısının Korunması Programı Eylem Planı” da bütün bunların üstüne tüy dikti. AKP’nin son yıllarda parça bölük yaptığı işlerin derli toplu bir anlatımı olan bu belge, ayrı bir yazının konusu olabilecek zenginlikte. Burada sadece “iş ve aile yaşamının uyumlaştırılması” ve “Toplam doğurganlık hızının yenilenme oranının üzerine çıkarılması” hedeflerine dikkat çekmek isterim. 2018 yılında bu hedeflere ne ölçüde yaklaşılmış olduğunu ölçmek için kullanılacak göstergelere bakarsanız, meselenin esasen bir “bilinç” meselesi olarak görüldüğünü fark ediyorsunuz. Toplam sekiz gösterge var, bunların altısı eğitim, farkındalık ve danışmanlık hizmetlerine katılımı ölçüyor: Finansal okuryazarlıktan girin, bağımlılıkla mücadelede farkındalık programlarından çıkın. İki gösterge ise işin esasına dair: Toplam doğurganlık hızı (2018 hedefi 2.1. Recep Tayyip Erdoğan’ın göründüğü kadar hayalci olmadığını mı çıkarsamalıyız bundan?!) ve kurumsal kreş bakım hizmeti alan çocuk oranı (hedef %5)[i].

AKP lideri Recep Tayyip Erdoğan “en az üç çocuk” diyor her fırsatta ama nüfus hareketleri arzular doğrultusunda işlemiyor pek- dinamik nüfus yapısının dinamiği farklı yani. İnsanların çocuk sahibi olma kararlarını etkileyen, ideolojik aile idillerinden çok, refah düzeyi, sosyal güvenceye sahip olmak, çocuk bakım hizmetlerinin ulaşılabilirliği türünden şeyler. Örneğin, toplam doğurganlık hızı, 2013 raporuna göre, 2.26 (bahsettiğim eylem planında ise aynı yıl için 2.07 rakamı verilmiş). Nüfusun kendini yeniden üretmesi için gerekli oranın (2.1) biraz üzerinde. Üstelik bu sayıya ancak kırdaki oranın yüksekliği sayesinde ulaşılabiliyor. Kır/kent farkının son yirmi yılda giderek küçüldüğü düşünüldüğünde, hem nüfus artış hızıyla hem de bileşimiyle ilgili muhafazakâr paniğin sebebi anlaşılabiliyor. Kadınların sahip oldukları toplam çocuk sayısı 1970’lerin sonundan bu yana düzenli olarak azalarak neredeyse yarıya inmiş. İlk doğum yaşları düzenli olarak artmış, doğum kontrol yöntemi kullananların sayısı da öyle. İsteyerek düşükler, kadınların “edepsizlikleri” ya da eğitim düzeyleri ile değil, sahip oldukları çocuk sayısıyla ilişkilendirilebiliyor ancak: Çok çocuğu olan kadınlar, daha çok kürtaj oluyorlar.

15 yaş altı çocukların oranı toplam nüfusun %27’si iken, 65 yaş üzeri nüfus ilk kez %8’in üzerine çıkmış ve gidişat gösteriyor ki, 2023’te (o meşum yıl!) %10’un üzerine çıkarak Türkiye’yi “çok yaşlı” ülkeler arasına sokacak.

Emekliliğin çalışmaya bağlı olduğu bir düzende, yaşlanan nüfus büyük bir sorun demektir çünkü bu düzen bir tür saadet zinciri gibi işler: Yaşlılık riski genç kuşaklar tarafından üstlenilir; gençler yaşlanınca da bir sonraki gençler tarafından. Emekli sayısı artınca, sistem tıkanır. Tabii yaşlı nüfusun yarısından azının sosyal güvenceye sahip olduğu düşünüldüğünde, sorunun emeklilerin finansmanından çok daha büyük olduğu görülüyor. Yaşlı nüfusta yoksulluk oranı, %20’ye yakın. Yani, 1.5 milyon yaşlı, yoksul. %35’inin herhangi bir geliri yok, yaşlılık aylığı bağlananları da bu gruba dahil edebiliriz, çünkü aylık 146 lira alıyorlar! 109’u devlete ait olmak üzere toplam 297 huzurevi var, buralarda 20 bin yaşlı kalıyor- kurumsal bakımın devlete maliyeti, kişi başına 3000 lira.

Türkiye toplumunu kocaman bir aile haline getirip kadınları bu ailenin hizmetine koşma arzusu, esasen bütün bunlarla ilişkili görünüyor: Yeniden üç çocuk doğurmaya başlayıp bir yandan yaşlılara bakmayı da sürdürseler, sorun kalmayacak. Çok lazımsa bakım hizmetleri için üç beş kuruş bağlanabilir de, sonuçta her koşulda devletin huzurevlerine harcayacağının binde biri olmayacaktır bu maliyet. Nitekim sosyal hizmetlerin özelleştirilmesi sürecinin önemli bir bileşeni aile, yani kadınlar! Bunu “milletin değerleri” anlatısı içinde de yapsalar, sonuç olarak bahse konu değerler belli ki epeyce ölçülüp biçilebilir, epeyce hesaba gelir şeyler.

Ama kadınların değil, devletin hesabına. Kadınların bakım hizmetlerini “sevgi”, “fıtrat” türü nedenlerle üstlendikleri modele, Akdeniz tipi sosyal politika deniyor ve Türkiye öteden beri bu modelin işletildiği bir ülkeydi[ii]. Yeni olan, piyasanın yeni talepleri ve teknolojileri ile bu modelin uyumlaştırılması (ya da buna çaba gösterilmesi). Kadın emeğine sadece bakımda değil esnek üretimde de ihtiyaç duyulduğu bir zamanda, “iş ve aile yaşamının uyumlaştırılması” kritik önemde görünüyor. Dolayısıyla, problemi “kadınların eve ve aileye kapatılması” olarak kavramak, epey eksik olacaktır. Kamusallığın mahrem olanla böyle iç içe geçtiği ve siyasal ilişkiler de dahil bütün toplumsal bağların aile metaforu üzerinden tarif edildiği bir zamanda, bir kapatılmadan söz edeceksek, bu sadece kadınları değil, erkekleri ve hatta devletin kendisini de içeren bir “büyük kapatılma” gibi görünüyor.


[i] Bu eylem planı dediğim gibi ayrı bir yazı konusu, çocuk bakım hizmetleri ve kreşlerle ilgili öngörülen politikanın basitçe, taşeronlaşma olduğunu söyleyeyim sadece.

[ii] Bu çerçevede evde bakım hizmetlerinin yeniden düzenlenmesine ve uygulamasına ilişkin çok iyi bir çalışma, tez olarak yapıldı: Kadının Bakım Emeğinin Evde Bakım Uygulaması Üzerinden Değerlendirilmesi, Özge Sanem Özateş Gelmez, H.Ü. Sosyal Bilimler Enstitüsü, Sosyal Hizmet Anabilim Dalı, yayınlanmamış doktora tezi (2014)