Yeni Türkiye ve Yeni Yaşam
Arzu Yılmaz

Her ne kadar üzerinde çokça tartışılmış olsa da, henüz HDP’nin parti olarak seçime girme kararının nedeni anlaşılmış değil. Bu haliyle, deyim yerindeyse, bu pilav daha çok su kaldıracak görünüyor. Tartışmayı, HDP’nin barajın altında kalması halinde doğabilecek güvenlik riskleri bağlamında yürütenler, hâlâ bir ümit, Abdullah Öcalan’dan bir son dakika müdahalesi gelmesini bekliyor. Zaten böyle bir müdahale olacaksa da önümüzdeki birkaç gün içinde netleşir. Ancak, HDP Parti Meclisi’nin seçim hazırlıklarını değerlendirdiği toplantı ertesinde açıklanan sonuç bildirgesi bir kez daha teyit etti ki, HDP seçimlere parti olarak girmekte kararlı. Dolayısıyla, kapalı kapılar ardında yapıldığı iddia edilen pazarlıklara dayalı ihtimaller yerine, açık ve somut veriler üzerinden hareket edip, bu ısrarın nedenini anlamaya çalışmak daha doğru görünüyor.

Bu bağlamda, kamuoyu araştırmalarının rakamlarla ifade ettiği Türkiye siyasi denklemi çerçevesinde HDP’nin pek de rasyonel görünmeyen kararının, Kürdistan siyasi denklemi üzerinden okunduğunda bir tercih değil, bir zorunluluk olarak belirdiğini vurgulamak gerekiyor. Zira Kürdistan siyasi denkleminde uzun süredir devam eden Türkiyelilik ve Kürdistani refleks arasındaki gerilimde denge hayli bozulmuş durumda. Bir başka ifadeyle, Kürt ve Kürdistan sorununa “Türkiyelileşme” yoluyla çözüm arayışlarının tıkandığı son aylarda, Kürdistani refleks Kürtlerin siyasal mobilizasyonunun yegâne dinamiği haline geldi. Bu durum, her şeyden önce PKK lideri Abdullah Öcalan’ın on beş yıldır savunduğu ve büyük ölçüde Kürt siyasal hareketine yön veren perspektifin zayıflamasına işaret ediyor. Dolayısıyla, bu perspektifin siyasi temsilini üstlenen HDP için parti olarak seçimlere girmek kaçınılmaz. Çünkü karşı karşıya kaldığı toplumsal ve siyasal meydan okuma ile baş edebilmek için Türkiye ölçeğinde daha güçlü bir temsil yeteneğine kavuşmaktan başka çare yok. Bu bağlamda, HDP’nin Kürdistan siyaset denkleminde tutunabilmek için önce kendini Türkiye siyaset denkleminde var etmek gibi bir paradoks içinde olduğunu vurgulamak gerekiyor.

Peki HDP, Türkiye siyaset denkleminin neresinde var olacak?

Bu sorunun yanıtını vermek o kadar kolay değil. Zira HDP, bir yandan Türkiye’nin sol bileşenlerinin partisi olma iddiasını sürdürürken, bir yandan da bu bileşenlerin muhalefet ettiği iktidar partisi AKP ile çözüm sürecinin paydaşı. Üstelik bu paydaşlık yalnızca çözüm süreciyle sınırlı değil. Nihayetinde HDP, AKP’nin öncülük ettiği “Yeni Türkiye” vizyonunun bir parçası olarak siyaset alanına girdi. Ortadoğu’nun iki stratejik gücü olarak tanımlanan  Kürtler ve Türkler,  “Yeni Türkiye” merkezli bir medeniyet projesine girişirken, HDP de bu projede “Türkiyelileşme” misyonuyla yer aldı. Ancak, ortaya çıktı ki “Yeni Türkiye” aslında “İslam dünyasının dertleriyle dertlenen” ve “Yüreğinin bir köşesinde İslam dünyasının geleceği ne olacak sorusunu taşıyan”  bir liderlik aklının belirlediği “kutsal dava”ymış. Abdülkadir Selvi’nin 11 Şubat 2015 tarihinde Yeni Şafak’ta çıkan yazısında muştuladığı üzere “Yeni Türkiye”, bir medeniyet tasavvuru yanında “Batı’da yükselen İslam karşıtlığına karşı söyleyecek bir sözümüzün olması” anlamına geliyormuş.

Dolayısıyla, HDP’nin ya “Türkiyelileşme” misyonunu  Kürtleri ümmetin sadık kulları olmaya ikna edecek biçimde revize etmesi, ya da “Yeni Türkiye” projesindeki yerini gözden geçirmesi gerekiyor. Bu bağlamda HDP’nin, özünde Kürtlerin Türkiye’ye sadakatine ilişkin derin ve yaygın şüpheye bir yanıt olan “Türkiyelileşme” misyonunu, bir de İslam üzerinden seferber etmeye niyetli olmadığı anlaşılıyor. Seçim değerlendirmelerine ilişkin sonuç bildirgesinde yer alan  “Kadınları köle pazarlarında satan, insanların kafalarını kesen IŞİD barbarlığına karşı Kobanê’de, Suriye’de, Rojava ve Irak coğrafyasında yeni bir yaşam kurmak için mücadele edenler” vurgusu, HDP’nin bu “kutsal dava”ya ortak olmayacağını ortaya koyuyor; ki halihazırda Kürtlerin IŞİD’e karşı süren mücadelesi göz önüne alındığında, HDP’nin Batı’ya karşı söyleyecek bir sözünün olmasından çok, Batı’yla söz birliği içinde hareket etme ihtiyacında olduğu açık.

Ancak, HDP’nin “Yeni Türkiye” projesindeki yeri, bu duruma rağmen, baki görünüyor. Zira seçim kampanyası için seçilen “Yeni Yaşam” sloganı, HDP’nin hâlâ köklü bir değişiklik talebinden vazgeçmediğini ortaya koyuyor. Bu bağlamda, “Yeni”nin ardından “Türkiye” yerine “Yaşam” sözcüğünü koymanın, HDP’nin AKP’den nerede ve nasıl ayrıldığı hakkında fikir sahibi olmaya yetmediğini vurgulamak gerekiyor.  “Otoriter ve despotik bir başkanlık sisteminin karşısındaki en önemli engel HDP’nin seçim başarısı olacaktır” deniliyor, ama bu başarı elde edildiğinde, “Türkiye’de güçlendirilmiş bir demokratik parlamenter rejim ve güçlendirilmiş bir yerel demokrasi” mücadelesini sonuçlandırmak için kaçınılmaz olarak AKP ile uzlaşmak zorunda kalacağı gerçeği kafaları karıştırıyor.

Son tahlilde, HDP’nin hem Türkiye hem Kürdistan ölçeğinde güçlü bir temsil yeteneğine kavuşma ihtiyacını karşılaması hiç kolay değil. Seçimlerde barajın altında kalmasının yaratacağı sonuçları ise yalnızca doğabilecek güvenlik riskleri bağlamında değerlendirmek eksik olur. Çünkü HDP’nin Meclis dışı kalması herşeyden önce Türkiyelilik perspektifinin artık  çöktüğü anlamını taşır. Bu HDP’nin olduğu kadar Türkiye’nin de sorunu. Zira Türkiyelilik, Kürtlerle Türkiye’yi ilişkilendirmek için son bir çaba. Bugün bu çabaya destek vermek, HDP’nin barajı geçmesinden çok daha uzun vadeli bir tercih aslında. Dolayısıyla, seçim sonuçlarının Türkiye’yi birden çok yol ayrımının bulunduğu bir kavşağa getireceğini şimdiden idrak etmek gerekiyor.