Kürt Sorunu Artık Yok, Dert Fitne!
Ahmet İnsel

Bir sorunun varlığını inkâr etmenin birkaç yolu vardır. Böyle bir sorun yoktur ve geçmişte olmamıştır diye açıkça ilan edersiniz. Örneğin Yahudilere yönelik nefretleri Yahudilerin maruz kaldıkları soykırıma rağmen dinmemiş olan bazı tarihçiler bugün hâlâ Nazi Almanya’sının toplama kamplarında Yahudileri kitlesel katliama maruz bıraktıklarını inkâr etmeye devam ederler. Bir kısmı daha ince bir inkârcılığı benimseyip, örneğin toplama kamplarında fırınlarda insan yakıldığının kanıtı olmadığını iddia ederek, buradan hareketle Yahudilere soykırım uygulanmadığını, bunun abartılı bir ifade olduğunu ima eder.

Bu militan inkârcılığın yanında, bir de sorunun adını açıkça koymadan, müphem ifadelerle, benzetmelerle, ikame kelimeleriyle sorun hakkında konuşarak inkâr etme yöntemi vardır. Halk tabiriyle karnından konuşmak da denir buna.

Türkiye’de Kürt sorunu yıllarca adı yok ama kendi var olan bir sorundu. Türkiye’de Kürtler yoktu ama bir sorun vardı. Kürtçe diye bir dil yoktu ama Kürtçe konuşan insanlar vardı ve o olmayan dilde yayın yapmak, türkü söylemek yasaktı. Hatta bir ara olmayan dilde sokakta konuşmak bile yasaktı.

Sonra Kürt tabirinin hamal, askerde fazladan nöbet yazılan er, kuyruklu bir insan türü, karlı dağlarda yaşayan Türkler ve benzeri şeyler olmadığını yarım ağız kabul etti okumuş yazmış Türkler ve devlet büyükleri. Türkiye’de ve civar ülkelerde kendilerine Kürt diyen milyonlarca insanın var olduğu gerçeğini de kabul ettiler. Ama Kürde Kürd deyince iş bitmiş olmalıydı bu görüşe göre. Türk çoğunluk yeteri kadar fedakârlık yapmıştı. Kırmızı çizgiyi aşmamak gerekiyordu. İnkârcılık biçim değiştirdi.

Kürt sorunu deyince kırmızı görmüş boğa gibi eşinmeye başlayan sağ ve soldan Türk milliyetçilerini bir kenara bırakalım. Bugün Kürt sorununda inkârcılığın iki türü de iktidarda temsil ediliyor.

Birinci inkârcılık, Kürt sorunu yoktur, terör sorunu vardır, diyor. 15 Mart’ta Balıkesir’de Cumhurbaşkanı Erdoğan yeniden bunu dile getirdi. Kendisini dinleyelim:

Hâlâ bakıyorsunuz varsa, yoksa Kürt sorunu. Kardeşim ne Kürt sorunu, artık böyle bir şey yok. Biz 2005'te, Diyarbakır konuşmamda bunu açıkladım. Ne dedim? Bu ülkede her etnik unsurun kendine has sorunları var. Dün Roman kardeşlerimle yaptığım buluşmada da söyledim. Roman kardeşlerimin de sorunu var. Türk'ün de sorunu var, Laz'ın da sorunu var, Abaza'nın da sorunu var. Boşnak'ın da sorunu var. Hepsinin sorunu var. Ama bu sorunları gidermek kimin görevi, şüphesiz ki hükümetlerin, yönetimlerin görevi. Bunları yapıyor muyuz, yapıyoruz. Kardeşim neyin eksik senin? Bir Kürt olarak sen bu ülkede cumhurbaşkanı oldun mu, oldun. Başbakan çıkardın mı, çıkardın. Bakan çıkardın mı, çıkardın. Devletin en üst kademelerine yönetici gönderdin mi, gönderiyor musun, var. Türk Silahlı Kuvvetlerinde var mısın, var. Ne istiyorsun daha? Ne istiyorsun? Allah aşkına bizden farklı neyiniz var. Her şeye sahipsiniz. Yıllar yılı yolunuz yoktu yolunuzu yaptık. Havaalanı yapıyoruz Hakkari'ye havaalanı yaptırmıyorlar. Bunları biz yaptık. İşadamlarının, müteahhitlerin makinelerini yakıyorlar. Niye yakıyorsun. Hani hizmet istiyordun. (...) Bu devlet bir ayrım yaptı mı? Batı'ya ne yaptıysa Doğu'ya da Güneydoğu'ya aynısını yaptı, yapıyor. Kardeşlerim dert başka.

Bu uzun alıntının kilit cümlesi, “ kardeşlerim dert başka”dır. Başka olan dert, olmayan Kürt sorununu bahane edip bu ülkeyi bölmek, parçalamaktır. O değilse AKP ve Erdoğan iktidarını yıpratmaktır. Erdoğan’ın 2005’de Diyarbakır’da yaptığı konuşmayla sorun bitmiştir, “artık böyle bir şey [Kürt sorunu] yok”tur.

İnkâr politikalarını ayaklar altına aldığını iddia ederken, inkârcılığın mümtaz örneği tam böyle verilir. Asimilasyon politikalarını ayaklarının altına aldığını iddia ederken, bu politikanın on yıllardır dile getirdiği argümanları tek tek sayıp, bunlara sahip çıkarak asimilasyonculuk yapılır. Tayyip Erdoğan, Balıkesir’de MHP’ye kaymasından korktuğu oylarının peşinde “Kürt sorunu yoktur” derken, Kürt sorununu var eden en önemli neden onun ağzından konuşuyordu.

İnkârcılığın diğer türü daha ince. Sorunun var olduğunu ima edip, bunun açıkça adını koymaktan kaçınmaya dayanıyor. Bunu da gene 15 Mart’ta bu kez Başbakan Davutoğlu’nun konuşmasında buluyoruz:

İki hafta önce ilan edilen silahları bırakma çağrısıyla çözüm süreci yeni bir aşamaya geldi. Çözüm süreci en fazla annelerin malıdır. Ben isterim ki o dağlara çıkanlar ve ateş hattına sürülen gençlerle, şehitlerimizin anneleri, şehitlerimizin anneleriyle Diyarbakır anneleri el ele versinler, yeter bu fitne desinler.

Bir sorun var ki o sorunun çözüm süreci devam ediyor. Belli ki yeni bir süreç değil, epeydir sürüyor. Şimdi yeni bir aşamaya gelmiş. Ama sorun ne? Silahları bırakma çağrısı yapıldığına göre, ortada bir çatışma olmuş. Silahlı çatışmaya kadar bu sorunun ortaya çıkış nedeni olarak Davutoğlu “fitne”ye işaret ediyor. “Fitneye yeter denilsin”, sorun bitecek. Çünkü adı telaffuz edilmeyen sorunun esas kaynağı fitne çıkaranlar.

Cumhurbaşkanı ve Başbakan’ın aynı gün yaptıkları konuşmalarda, Kürt sorununa açık veya örtük inkârcılık yöntemiyle değinirlerken, sanki anlaşmış gibi, birinin açtığı sözü diğeri tamamladı. “Dert başka” dedi Cumhurbaşkanı, Başbakan da o derdin adını koydu: “fitne”.

Açık veya örtük inkârcı ve asimilasyoncu tavra sadık kalarak, Kürt sorununda “asimilasyon ve inkârı ayaklar altına almak” tam böyle bir şey.