Yalınayak İsmet
Tanıl Bora

Solun gündeminde anmaların ve ‘muayyen günlerin’ ne kadar fazla yer kapladığı malûm. Bilhassa Mart-Mayıs takviminin tıklım tıklım olduğu da malûm. Bu yılın evvel baharında Kıvılcımlı Enstitüsü (link), pek o kadar malûm olmayan müstesna bir şahsiyeti, İsmet Demir’i, sol hafızaya raptetmek için hayırlı bir girişimde bulundu. Geçtiğimiz Pazar, saat 15’te mezarı başında anıldı İsmet Demir. Anma programı önümüzdeki Pazar (22 Mart) saat 15-18 arası Makine Mühendisleri Odası’ndaki toplantıyla tamamlanacak.

İsmet Demir’i bilebileceğimiz, 1962-1975 arası grev ve direniş deneyimlerini kaleme aldığı Anılar-Deneyler kitabı vardı elimizde. 1980’de çıkmış, 2004’te Diyalektik Yayınları’nca yeniden basılmıştı. 2013’te Köksüz Yayınlar, Demir Küçükaydın tarafından yayına hazırlanan geliştirilmiş bir basımını yaptı.

En bilinen lâkaplarından biri, “Yalınayak İsmet”. 1962’de beş bin inşaat işçisinin Meclis’e yalınayak yaptığı protesto yürüyüşünün hatırasını taşıyor bu lâkap. Onun herhangi bir fotoğrafına baktığımız zaman, lâkabın hikmetini anlarsınız zaten. Tıraşsız, kravatsız, çapaçul, serkeş görünümlü bir adam. Öyle iri kıyım, babayani bir tip değil ama kararlı duruşunda, bakışında, neredeyse halim selim diyeceğimiz, sakin bir diklik var. Düşünün, bir sendika başkanı, bu. Anılar-Deneyler kitabına Arkadaşları’nın yazdığı önsözde belirtildiği gibi, sendikaların işçilerce “devlet dairesi” gibi görüldüğü bir zamanda, Yapı İşçileri Sendikası’nın genel başkanı.

İsmet Demir’i unutturmayan hasleti: bürokratlaşmamış, yaşayışıyla, haliyle tavrıyla ‘düz’ işçiden hiç farklılaşmamış militan bir sendikacı olması. İşveren ve devlet kadar, kendi tabiriyle “gangster sendikacılarla” da cebelleşmiş bir sendikacı. Üstelik, dağınık, göçebe, ‘serkeş’, adeta örgütsüzlüğe mahkûm bir işçi ‘türünü’ örgütlemeyi başarmış olması: yapı işçisini. Eski carî tabiriyle: inşaat amelesi. Tabirin kendisi, bilhassa horlandıklarını, rahatlıkla itip kakıldıklarını haber vermiyor mu? İsmet Demir’in başarısı: sınıf-altı konumundaki bu kitleyi işçi hareketine dahil etmesi. E. P. Thompson’dan da ilham alan yeni kuşak işçi sınıfı araştırmalarının etkileyici bir örneğini ortaya koyan Alpkan Birelma (link), işçi sınıfının kendini inşasının, ‘maddiyat’ yanında bir haysiyet mücadelesine dayandığını vurgular. İsmet Demir’in mücadelesi, bunun timsalidir.

Anılar-Deneyler’den, sürdürülebilir bir radikalizmin tecrübelerini devşirebiliriz. “Gösteriş için yalana başvurmama” ilkesinden, mütevazı ve gerçekçi hedefleri küçümsememeye dek… Hikmet Kıvılcımlı’nın “legaliteyi istismar” şiârının canlı bir örneğini de buluruz: Yargı organlarına, mülki idareye ve yasalara karşı sistemli bir güvensizlik, yasal imkânların tek damlasını ziyan etmeme kararlılığıyla tamamlanır.

Anılar-Deneyler’in önsözünde, İsmet Demir hakkında çıkarılan “Sarhoş İsmet” karalamalarına onu tanıyan işçilerin hiç aldırmadığını belirtiyorlar. “İçiyorsa bile kendileriyle içiyordu ve biraz da kendileri içtiği için içiyordu”, diyorlar. Afyonlu şarap, hep gurbette, hep garip olan bu adamların tesellisiymişti, yoldaşıymıştı çünkü. Yeni kuşak işçi sınıfı araştırmalarının bir başka parlak simasının, Demet Dinler’in geçtiğimiz Ekim’de çıkan İşçinin Varlık Problemi kitabındaki (link) “Pavyon kapısı” bölümünü getirdi bu benim aklıma. Dinler, pavyonda ağırlanmanın işçinin hangi arzularına, hangi yaralarına hitap ettiğini anlatıyor orada. “Sendika koltuğu” bölümünde de günümüzde bir sendika başkanının işçilerle ilişkisindeki duygu ekonomisini ve bu duygu politikası mesaisinin ne kadar önemli olduğunu gösteriyor.

Dinler’in kitabının çekirdeği, “Doğulu işçi liderine Batılı akademisyenden mektup” başlıklı yazıdır. O bir sosyal bilimci olarak, atık kâğıt işçilerinin lideri Mehmet Ali Mendillioğlu’na ve arkadaşlarına uzun süreli refakati sırasındaki gözlemlerini aktarırken, kendi fikrî-duygusal karmaşalarıyla beraber, onların duygusal karmaşalarıyla yüzleşmemizi sağlamaya çalışıyor. Asıl mühimi, işçi sınıfı kimliğinin oluşumunda duyguların, arzuların önemine dikkatimizi çekmeye çalışıyor. Belki zamanımızın İsmet Demir’i suretinde görebileceğimiz[1] Mehmet Ali Mendillioğlu’nun şu sözünü aktararak: “Ortak çıkarı olan insanlar değil, birbirini seven insanlar örgütlenir ve kolektif eyleme geçerler.”

İsmet Demir de “Bütün işçi sınıfı birbirinin eşit kardeşidir” demiş. Anlatılanlar, arkadaşlığa, muhabbete verdiği önemi gösteriyor. Hatırası, evet, bir kahramanlık hikâyesi. Fakat kahramanlık hikâyesinden çok daha fazlasını da barındırıyor.


[1] 1960’ların “inşaat amelesinin” hor görüldüğünden de beter nazarla bakılan “çöp toplayanlar” kitlesinin, atık kâğıt işçileri hareketine dönüşmesindeki katkısını düşünerek…