Siyaset
Kerem Ünüvar

Televizyonun akşam haberleri kuşağını izlemeye başlıyoruz. Programı hazırlayan ve sunan, partilerin özellikli bulduğu adaylarına eşit sürelerle milletvekili adaylıklarını değerlendirme fırsatı veriyor.

İlk söz alan aday, Romanların şimdiye kadar Meclis’te temsil edilmediklerini, bu temsil eksikliğinin Romanların sosyal, iktisadi, kültürel sorunlarını kamuoyuna duyuracak ve çözüm yollarını arayacak imkânlarını kısıtladığını anlatıyor. Sorunları genel başlıklar altında sıralıyor, sayısal ayrıntılar veriyor, uğraşılması gereken meselelerin ne kadar çok ve önemli olduğunu izah ediyor. Sorunlar belli, çözüm için yapılması gerekenlerin ciddiye alınıp hayata geçirilmesi gerekiyor; aday da bunlara hakim bir şekilde niye aday olduğunu izah etmiş oluyor.

Sözü alan ikinci aday daha önce başka bir partinin üyesi olmuş, yıllarca o partinin politikalarını savunmuş, genel başkanı istifa ettiğinde büyük bir aşkla ağlamış, “babamı kaybetmiş gibi oldum” demiş… Sonra sular akmış, zaman geçmiş bu sefer en büyük muarızı olduğu iktidar partisinin görüşlerini benimsemiş, onun politikalarını canhıraş bir şekilde savunmaya başlamış. Olur, insanlık halidir, Türkiye siyasetinin gerçeği ve genetiğidir… deyip geçebilirdik. Programcı –medeni ülkelerde olması gerektiği gibi ve bu durum ilgi çekici olduğu için- bu dönüşümü, bu dönüşümün adayın seçilmesini etkileyip etkilemeyeceğini soruyor. Oysa aday başka bir yerden, büyük bir komplo ile karşı karşıya olduğunu anlatarak söze başlıyor ve programcıya bağırıp çağırmaya, nifak sokmak için bu programı hazırladığını iddia etmeye yöneliyor. Bu edepsizlik karşısında programcı da adayı yayından alıyor.

Üçüncü aday daha önce genel başkanı eleştirerek parti kongresinde aday olmuş, kaybetmiş, sonra şansını milletvekilliği adaylığında denemiş yine kaybetmiş ve en nihayetinde daha evvel rakibi olduğu şimdiki genel başkanın himmetiyle aday listesine girebilmiş bir isim. Kendisine bu “tarih” soruluyor, genel başkanın himmetini kabul ediyor ve teşekkürlerini iletiyor. Partisi içindeki demokratik kültürün seviyesini örnekleme fırsatını da kaçırmıyor. Sonra da genel başkanın yıllardır yürüttüğü muhalefet stratejisini tekrarlayan, içini komplo teorileriyle süslemeyi ihmal etmediği bir monologla konuşmasını tamamlıyor.

Dördüncü aday, daha önce dini inançları nedeniyle baskıya maruz kalmış, bu baskıya karşı siyasi mücadele yürütmüş, hapis yatmış, kızlarıyla da bu kaderi paylaşmış bir anne. İçinde yıllarca mücadele ettiği siyasi geleneğin iktidara geldiğinde zalimler safına geçmesini içine sindirememiş, ona da isyan etmiş. Şimdi zulüm, ayrımcılık ve siyasi baskıya maruz kalmış pek çok insanın bir araya geldiği bir muhalif partinin milletvekili adayı. İktidara gelmişken niye muhalefete geçildiği soruluyor kendisine. İktidarın ne vahim bir zulüm aracı olabileceğine tanık olduğunu, bunun haysiyetine dokunduğunu, bu haysiyet yitimine itiraz eden bir muhalefet partisinde olduğunu anlatıyor. Bu da bir dönüşüm hikâyesi nihayetinde; ama sanki insana daha fazla umut veren bir dönüşüm hikâyesi.

Yazının akışı nedeniyle göbekte toplanan ikinci ve üçüncü aday örneklerinin bir hususiyeti var: Bunlar profesyonel politikacılar, bir şekilde gücü ellerine almak istiyorlar. Bu gücün hiç olmazsa etrafında bulunmayı arzuluyorlar. Herhangi bir partide ya da herhangi bir dönemde daha önce söylediklerinin tam tersini söyleyerek, bu savrulmayı büyük iddialar ya da tevillerle süsleyip izah etmeye çalışarak ve bir şekilde seçilmeyi umarak yaşayan siyasi bünyeler.

Oysa diğer iki örnekte yer alan adaylar kendilerini de ilgilendiren bir sorunun mağdurları. Bu sorunu çözmeye çalışmak onlar için insanca bir var oluşun, haysiyetini korumanın bir yolu; siyaset yapmanın da, siyasi olmanın da anlamına sahip çıkan onlar. Siyasi birer bünye değil, kanlı canlı insanlar… bazen bu bile menzile varmak için yeterlidir.