Yasların Kardeşliği
Erdoğan Özmen

“Akhilleus bunları evirip çevirirken gönlünde, ünlü Nestor’un oğlu yanına geldi, sıcacık yaşlar döke döke söyledi kara haberi: “Vah, yiğit Peleus’un oğlu, vah sana, çok acı bir haber duyacaksın şimdi, bu başımıza gelenler gelmez olaydı keşke: Patroklos öldü, çıplak ölüsü için başladı kavga, tolgası ışıldayan Hektor da aldı senin silahlarını.”

Böyle dedi, Akhilleus’u kapkara bir yas bulutu kapladı. İki eliyle aldı ocağın küllerini, döktü başının üstüne, kirletti güzel yüzünü. Mis kokulu gömleği bulandı kapkara küle. Sonra uzandı boylu boyunca tozun toprağın içine, elleriyle çekip kopardı, kirletti saçlarını. Akhilleus’la Patroklos’ın savaşta aldığı kadınlar, bağrıştılar Akhilleus’un arkasından acı acı, attılar kendilerini kapılardan dışarıya, göğüslerini başladılar dövmeye elleriyle, çözülmüştü hepsinin eli ayağı. Öte yandan Antilokhos inliyordu gözyaşı döke döke, elleri Akhilleus’un ellerindeydi, sızım sızım sızlıyordu Akhilleus’un yiğit yüreği, Antilokhos korkuyordu boğazını bıçağıyla keser diye. Ama Akhilleus engin bir çığlık attı, bu çığlığı ulu anası duydu, yaşlı babasıyla oturuyordu denizin ta dibinde, o da bir çığlık attı, başladı inlemeye, tekmil tanrıçalar sardı çevresini, denizin dibinde ne kadar Nereus kızı varsa. …Hepsi de dövüyorlardı göğüslerini…”

Böyle anlatır Patroklos’un ölümünü Homeros İlyada’da: Acı ve keder hızla yayılır, herkesi içine çeker. “Bütün tabiat yas içindedir” sanki. Bir fark vardır yine de. Ağlayanlar Patroklos’un ölümünden daha çok, kendi geçmiş kayıplarına ağlamaktadırlar. Topluluğun kederi üstlenmesi, her bir bireyin kendi kaybıyla yüzleşmesi için bir tekliftir aslında. Başa kakmadan, nazikçe sergilenen iyileştirici bir jest.  Şöyle de söylenemez mi o halde: Sefilce sergilenen tüm İnkar çabalarına karşın, insan/insanlık söz konusu olduğunda, hiçbir acı bireysel değildir. Dahası, belki de hiç bilemeyeceğimiz biçimlerde iç içe geçen, kesişen, birbirine karışan ve bağlanan tek bir insanlık vardır.   

“Tanrıçalara benzeyen kadın (Briseis) ağlaya ağlaya dedi ki: “Zavallı Patroklos’um, canım adam, bu barakadan giderken seni diri bırakmıştım, şimdi geri geldiğimde, erlerin başbuğu, ölü buluyorum seni, boyuna dert yüzü görmekmiş kaderim. Babamla ulu anam bir koca vermişlerdi bana, sivri tunçla öldürülmüş gördüm onu da ilimizin önünde. Üç erkek kardeşim vardı bir anadan doğma, severdim onları gözüm gibi, hepsini ölüm aldı götürdüAkhilleus öldürdüğü gün kocamı benim, Tanrısal Mynes’in ilini yaktığı gün bırakmamıştın beni ağlayayım…  

Ağlaya ağlaya böyle dedi, kadınlar da hıçkırdı durdu, hıçkırıklar sözde Patroklos içindi, gerçekte herkes ağlıyordu kendi derdine.”

Başkaları kendi acılarını, kayıplarını, kederlerini, travmalarını dile getirdiğinde, bu, bizim için eşsiz bir dayanak olur; kendi kayıplarımızın yasını tutmak, kendi acımızı açığa vurmak için. Çünkü bize tanıdık gelen ve güven veren bir dünyada olduğumuz duygusu uyanır böylece içimizde: Farklı yaslar arasında herkesi iyileştiren ve teselli eden harikulade bir diyalog başlar. Bu müşterek “uyanış” ve “farkına varmanın”, birlikte dökülen gözyaşının ve topluluğun kederinin hakiki olmadığına işaret eden sinik eleştirilere asla yüz vermemeliyiz. Küçümseyici ve kibir yüklü oluşları yüzünden değil sadece. En temel noktayı ıskaladıkları için de: Çünkü ortaya çıkan müşterek acı ve keder, söz konusu kayıpla sınırlı değildir şüphesiz. O kamusal çerçeve, başka herkesin kendi kayıp ve acılarını dile getirebilmesi için –belki de bilmeden yolunu gözledikleri- bir imkana, bir armağana dönüşür.

En temelde kıymetli bir emeğe, yas-emeğine yaslanarak ilerleyen yas süreci, diğer bütün insanların iç dünyalarımızdaki bilinçdışı temsilcileri de bize eşlik ediyorsa, tamamlanabilir ancak.  

Ortaklaşa yerine getirilen yas törenleri, her bir bireysel yas için benzersiz bir kanal açar. Farklı yasların birbirine karışması, birbirinde erimesi varsa eğer, somut bir yas süreci mecrasına kavuşabilir.  Ancak o zaman, travmatik bir kaybın temsil edilebilmesi mümkün olur. Dile gelme, kendi sözcüklerini bulma ancak o zaman; süregiden kahredici sessizliği/dilsizliği çözen bir temsille karşılaşıncadır. Yalnızlığımız dağıldığında…

Sembolize edilmemiş her kayıp, sonraki kuşaklara musallat olmak üzere daima geri döner.   Başkasının yasına eşlik etmek, bir armağandır. Kendimize de. Ruhlarımızdan bunu esirgemesek.