HDP'nin Anlamı
Erdoğan Özmen

Çok önce dile getirdiğim bir düşünceyi,* Diyarbakır’daki korkunç saldırının ardından bazı sosyal medya mecralarında arkadaşlarımla yeniden paylaşarak tekrarlamıştım: Bir toplumun en derin, en acılı, en kahredici, en üzücü hakikatlerinin ortaya çıktığı yer, daima, egemen ideolojinin ve iktidar sahiplerinin yok saydığı, vahşice katletmeye ve bastırmaya çalıştığı, sürgün ettiği, sesi ve nefesini boğduğu, zelil bir varoluşa mahkûm ettiği grup, sınıf ve topluluklardır. İnsanın en büyük erdemi hakikate sadakat, bir hakikat sürecini taşımaksa eğer, o sınıf, grup ve topluluklarla özdeşleşmek bunun biricik yoludur. Her ne oluyorsa onu, onların; Kürtlerin, yoksulların, ezilenlerin bakış açısından görmekten söz ediyorum. Bir de şimdi, aynı yerden ve tekrar tekrar, bu toplumun en neşeli, en sevinçli, en ferahlatıcı, en iyi, en güzel, en ümitlendirici, en insanca potansiyellerinin varlık ve canlılık kazandığını görmek, hiç 'beklemediğimiz' harikulade bir armağan gibi oldu. HDP, her seferinde, daha eksiksiz anlamına her birimizin küçük küçük yardımları ve dokunuşlarıyla, hepimizin el birliğiyle kavuşacak. Her birimizin özen ve nezaketiyle... Kendimize bu kadarını çok görmesek.

Seçim sonuçları ne olursa olsun, aynı biçimde düşünme ve davranmaya devam etme çağrısıydı bu. Şimdi önümüzde bambaşka bir manzara var artık. Böylesine karanlık bir zamanda,  son ana kadar yüreğimiz ağzımızda sonuçlara ulaşmaya çalışırken, bu oy oranına ulaşılmış olmasının anlamlarını düşünmeliyiz. “Demokrasi kazandı, RTE kaybetti”, “Tek adam rejimine dur denildi”, “Paranoya ve kibir siyaseti yenildi”, “siyasal İslam geriledi”, “seçimin tek mağlubu Erdoğan kazananı ise Demirtaş ve HDP oldu”  türü analiz ve değerlendirmelerin de şüphesiz bir karşılığı ve hakikati vardır. Ya da HDP’nin ‘beklenmedik başarısını’ “emanet” oylarla açıklamanın örneğin… Ancak tüm bunların ötesine uzanan,  kaderinin ne olacağını ve nerede kapanacağını henüz hiç kestiremediğimiz çok daha büyük bir olay karşısında değil miyiz? Hem HDP’nin hem de HDP’nin bu yükselişine bütün güçleri, heyecanları, coşkuları ve umutlarıyla katılan tek tek birey ve grupların önünde açılan olağanüstü ufuk ve imkândan söz ediyorum.

İnsan olmakla ilgili bu: Çünkü insan, belirli bir zamanda, belirli koşullar altında, sahip olduğu ne varsa –potansiyelleri, bilgisi/görgüsü, yetenekleri, enerjisi, eğilimleri, eti/kemiği–, hepsini aşmaya çağrılan, o sorumluluğu ve kararı üstlenebilen varlıktır. Kendini, bütün yerleşik norm, kural ve düşünme biçimlerinin ve bütün sınırların dışında etik bir özne olarak kurabilen, o yüce etik öznellik konumunu mümkün kılan bir varlık.

Etik bir öznellik çünkü,  kendini, normalliğin deli gömleğini parçalayarak bambaşka bir yerde konumlandırırsa olanaklıdır. Normalliğin çizdiği sınır ve düzen, sahip olduklarımızla yetinmemizi emreden, toplumsal ve bireysel değişimi ketleyen, uyum ve itaati dayatan bir tutsaklık rejimidir. Kapitalist toplumsallık, kendine yönelen bütün dönüştürücü itkileri normal özneyi üreterek, ortaya çıkan radikal alternatifleri üstlenmeye ve tarih yapmaya gönülsüz bireye işaret ederek yerleşir, genişler. Bu bakımdan, seçim sonuçları için “Türkiye tahmin edilenin ötesinde normalleşti” demek örneğin, değerlendirmelerin belki de en yüzeysel ve öngörüsüz olanıdır.

Şimdi önümüzde duran şey, o etik ve politik sorumluluğu, en imkansız görünen sonuç ve içerimlerini de kucaklayacak şekilde, hiç geri çekilmeden ve değerini düşürmeden üstlenme kararı ve cesaretidir. Çoğu zaman, taşıyıcısı olduğumuz ama başlangıçta henüz tam olarak bilmediğimiz (bildiğimizi bilmediğimiz) talep, arzu ve özlemlere açık olmak,  geri-dönüşlü bir etkiyle onların anlamı ortaya çıktıkça aynı kararda sebat etmektir. Hepimizin ortak akıl ve eylemliliğine, karşılıklı yardımına muhtaç olduğumuz,  güzel zamanlar bunlar…           


* Mesele dergisi, Ocak 2014.