Kapitalizmin Arzusu
Erdoğan Özmen

Ne yapmalı acaba, her şey bu denli karışmışken?  Bu ağır havada azıcık bir ferahlık hissi için nereye bakmalı, nasıl bir önceliğimiz olmalı, neye yoğunlaşmalıyız? Hangi sözü, söylemi çoğaltmalıyız?...  Üç kuruşluk, çirkin, pis iktidar hesaplarının; ancak sapıkça bir arzunun yönelebileceği mutlak ve saf bir iktidar ve güç arayışının hepimizi içine attığı bu vahşet, ölüm ve savaş aralığının, başka her şeyi iptal edip onca soruyu muallakta bırakması ne acı. İktidarın karanlık efendilerinin her türlü rezillik ve sefillikle iç içe geçmiş gündemlerine takılıp kalmamız sonra…  Ve kayıplarımız. Kaybettiğimiz genç insanlar… Takatimizi kesen, kanımızın çekilmesine neden olan, inancımızı azaltan her şey.  Hastalıklı bir paranoya ve nostalji çıpasından beslenen, enerjisini bu iki salakça duygu ve halet-i ruhiyeden sağlayan yeni-Osmanlıcılık fantezisinin deneme ve macera tahtasına dönen bir ülkede çünkü, çoktan kaybettiğimiz şey en temel güven ve esenlik duygusu değil midir? Bir toplum için, gözü dönmüş bir çevrenin fantezisinin oyuncağı ve manipülasyon aracı seviyesine düşmüş olmaktan daha aşağılayıcı ve küçük düşürücü ne olabilir ki? Çoktandır her birimizin hissettiği şey; tam ateşin ve çamurun kıyısında kalakalmanın ve bir varkalma/yokolma meselesine kadar gerilemiş olmanın dehşetinden ve çaresizliğinden başka ne ki?      

 Yine de vazgeçmemeliyiz ama.  Bugün nasıl bir borç ve ödevse hepimiz için, kalıcı bir barış direnişine katılmak, uzun vadede de, bugün olduğu kadar yarın da bize yerimizi ve yönümüzü gösterecek temel ufukta ısrar ve inat etmeliyiz. Belki de en başta kendi akıl sağlığımız için. Kötülüğü ve karanlığı tam kaynağında teşhis etmek daima iyileştiricidir çünkü.  Belki de asıl şimdi tam zamanıdır.

Marx’ı (Grundrisse) yeniden okuyalım:

“Üretimin sağladığı, ihtiyacı karşılayacak ürünler/maddeler değildir yalnızca. Üretim aynı zamanda ürün/madde için de bir ihtiyaç üretir… Tüketimin nesneye duyduğu ihtiyacı yaratan bizzat nesnenin algılanmasıdır. Sanatın nesnesi  -başka her ürün gibi-, sanata duyarlı ve güzellikten keyif alan bir kamu yaratır. Üretim, özne için bir nesne yaratmaz sadece, nesne için de bir özne yaratır…”

Marx’a göre, sermayenin tarihi misyonu öncelikle üretici güçleri geliştirmek değil, üretimdeki sınırsız artışın gerçekleşebilmesinin ve herhangi bir anlam taşımasının koşulu olan, bu yeni ürünlere tekabül eden yeni ihtiyaçların yaratılmasıdır. Kapitalizm için aslolan, mevcut ihtiyaçların mütemadiyen ötesine geçilmesi, bir tür artık-ihtiyaç havuzunun daim kılınmasıdır. Reklamlar, moda vb. bunun içindir. Kapitalist uygarlık yeni makinelerden önce yeni insanların yaratılmasıdır…

Kapitalist ideolojinin amaçladığı şey, kendi varoluşlarını kesin bir tatminsizlik olarak tecrübe eden öznelerin üretilmesidir. Bu özne konumunun eksiksiz bir tatmin, dolu dolu bir hayat ya da tam bir mutluluk ideali çıpasına yapışarak mümkün olabileceği vaaz edilir. Burada aynı zamanda, kapitalizmin yeni öznesinin kıran kırana bir rekabetin ve performansın insanı olması, bütün düzenlemelerin ve şirket/işletme yapılarının bunu esas alması vardır. Kendi kendinin girişimcisi, kendi ruhunun işletmecisi olan; kendini “başarmak” ve “kazanmak” buyruklarına göre yeniden oluşturan bir varlık. “Doğal” eğilimi itibariyle biriktirmeye ve her seferinde yeni nesneler edinmeye yönelmesi beklenen ve tam da bu hayvani veçhesiyle tahrik edilen bir insanlık tasavvuruna yaslanır kapitalizm.        

Sahip olma, biriktirme, elde etme arzusu sayesindedir ki, kapitalist özne bütün engelleri aşma ve eksiksiz mutluluğu yakalama ehliyetine/iktidarına kavuşur. Böylece toplum da gerçek bir refah ve zenginliğin sağlayacağı tatminle buluşacaktır. Bu demektir ki kapitalizm, arzu ile orantılı, arzuya uygun bir tatminsizlik duygusunu destekleyerek ve kışkırtarak işleyebilir ancak.

Kapitalizm, yeni ihtiyaçlar üreterek arzuyu daim kılma, arzunun ezel ebed tatminsizliğini besleme rejimidir.  Şöyle söyleyelim ya da: Vahşi bir sömürü, yıkım ve talan çarkı olarak kapitalizm, adeta görünmez bir biçimde işleyip duruyorsa, yeryüzündeki onca acıya rağmen hiç teklemeden çalışıp duruyorsa biraz da bu yüzdendir: Arzunun bünyevi imkânsızlığına; mütemadiyen tatmin olacağı nesneyi arayan ve ama kendini daim kılmak için onu daima kaçıran/ıskalayan içsel açmazına yaslandığı içindir. Antikapitalist politikayı bir de bu çerçevede düşünmeliyiz.  Kısasa kısas ilkesi düzeyinde yani: Her bakımdan daha iyi (en başta eşitlikçi) bir dünya için nihai bir değişim arzusunun imkânları üzerinde/çerçevesinde düşünen ve ilerleyen bir politika olmalı bu.

Bir de şu. Bazen rastgeliyorum: Liberal, muhafazakâr, İslâmcı bazı yazar-çizerler, solun/sosyalizmin kapitalizm karşısında güçlü bir alternatif geliştiremediğine atıfla, zaman zaman bunu bir eğlence konusuna dönüştürerek kendilerince zevkleniyorlar. Ne kadar zavallıca ve ahmakça! Seçim hep aynı çünkü: Bir yanda insanlığın ıstırapları ve korkunç sefaleti ve kapitalizm, öte yanda sosyalizm. En nihayetinde, gerisi boştur.