1 Kasım Seçimleri: Bir Dönemin Sonu Mu?
Cuma Çiçek
7 Haziran seçimlerinden beş ay sonra, bu pazar tekrar sandık başına gidiyoruz. Kamuoyu araştırma şirketlerinin Ekim ayı içerisinde yaptıkları seçim araştırmaları, 1 Kasım seçimlerinde 7 Haziran’da ortaya çıkan tablonun bir benzerinin çıkacağını gösteriyor: AK Parti, CHP, MHP ve HDP’den oluşan dört partili bir meclis oluşacak ve AK Parti yine birinci parti olmakla birlikte tek başına “işbaşına” gelemeyecek.

Partilerin açıklamalarına bakılırsa, böylesi bir tablodan sonra 7 Haziran sonrasından farklı olarak bir koalisyon hükümetinin kurulacağı söylenebilir. AK Parti’nin tek başına hükümet kuramadığı herhangi bir tablo Türkiye’de kuşkusuz bir dönemin kapanması anlamına gelecek. Bununla beraber, devlet yapısı ve politikalarında sürekliliklerin olacağını da hatırlamak gerekir, özellikle Kürt meselesi bağlamında.

Bourdieu ve sermayenin yoğunlaşması olarak devlet ve iktidar

Bu yeni dönemi Fransız düşünür P. Bourdieu’nün kavramsal çerçevesine başvurarak okumaya çalışalım. Bourdieu devletin oluşum mantığı üzerine yaptığı çalışmalarda (Devlet Üzerine, İletişim, 2015 link), devleti bir sermaye yoğunlaşması süreci olarak okuyor. Bu yoğunlaşma sürecini çok katmanlı tahakküm ilişkileri barındıran/inşa eden bir bütünleşme süreci olarak, başka bir ifadeyle tekelleşmeye dayalı bir bütünleşme süreci olarak analiz ediyor. Bu anlamda, devlet, çok katmanlı mülksüzleştirme süreçlerine dayalı, sermayenin bir noktada yoğunlaşmasını ifade ediyor.

Tabii sermaye deyince tek başına maddi sermayeyi kast etmiyor Bourdieu. Belli başlı sermaye türlerini “fiziki güç sermayesi”, “ekonomik sermaye”, “bilgi ya da kültür sermayesi” ve “sembolik sermaye” olarak tanımlıyor. Bunlar içerisinde diğer sermaye türlerine içkin olan sembolik sermayeyi kabul, tanıma, meşru görme süreçleri olarak görüyor. Bourdieu, sembolik sermaye yoğunlaşmasının diğer sermaye yoğunlaşmalarına eşlik ettiğini, hatta öncül olduğunu ileri sürüyor. Bu anlamda devlet iktidarının esasını bu sembolik sermaye yoğunlaşmasının teşkil ettiğini iddia ediyor.

2010 Anayasa Referandumu sonrası sermayenin yoğunlaşması ve yitirilmesi 

12 Eylül 2010 tarihinde gerçekleştirilen anayasa değişikliği referandumundan sonraki dönemin AK Parti açısından hem bir sermaye yoğunlaşma süreci hem de sermaye yitimi süreci olduğunu söyleyebiliriz. Referandum sonrası görünür tüm engelleri ortadan kaldıran AK Parti, fiziki güç sermayesi, ekonomik sermaye, bilgi sermayesi alanlarında bir yoğunlaşma (tekelleşme + bütünleşme) süreci yaşadı. Ancak bu süreç, sembolik sermaye yoğunlaşmasıyla birlikte gelişmediği için; yani toplumsal güçlerin tanıması, kabul etmesi ve meşru görmesi üzerine inşa edil(e)mediği için, aynı zamanda esasında bir sermaye yitimi süreci olarak işlev gördü. Görünürde fiziki güç, ekonomik ve bilgi sermayelerini yoğunlaştıran AK Parti, esasında bunların tamamını mümkün kılan sembolik sermayesini dikkate değer oranda kaybettiği için 7 Haziran sonuçlarıyla karşı karşıya kaldı.

Son beş ay içinde yaşadıklarımız, 2010 Referandumu sonrasındaki sürecin derinleşmesinden ve yoğunlaşmasından başka bir şey ifade etmiyor. Tam da bundan dolayı, 1 Kasım seçimlerinde büyük bir olasılıkla bu sembolik sermaye yitiminin, Evren Balta’nın tabiriyle “hikayesini kaybetme” (link) sürecinin derinleşerek devam ettiğini göreceğiz.

1 Kasım Seçimleri: Sembolik sermayenin yeniden dağılımı

Bu anlamda, 1 Kasım seçimlerini sembolik sermayenin yeniden dağılımı olarak ya da farklı sembolik sermaye türlerinin yeniden inşası olarak okuyabiliriz. Bu yeniden dağılım sürecini hem dört partinin temsil ettiği toplumsal gruplar ve yapılar arasında hem de bu partilerde temsilini bulan dört blok arasında görebiliriz. Bu konuda, özellikle AK Parti ve HDP’nin sembolik sermayelerinin ve sembolik iktidarlarının dikkate değer oranda dönüştüğünü not etmek gerekiyor.

Bununla beraber, sembolik sermayenin tanıma, kabul etme, meşru görme üzerine inşa edildiğini hatırladığımızda, AK Parti’nin tek başına iktidar olamaması bir dönemin sonu anlamına gelmeyecektir. Zira sembolik sermayenin dayandığı normatif çerçeve itibariyle İslam, muhafazakârlık ve laiklik gibi konularda AK Parti, MHP ve CHP arasında önemli farklar olsa da, devletçilik, milliyetçilik, piyasa ekonomisine bağlılık, üniter idari-siyasi yapı gibi konularda ortak bir sembolik sermayeye sahip oldukları söylenebilir.

Kürt meselesi nereye?

Türkiye’de demokratikleşme ve otoriterleşme süreçlerinde kilit bir rol oynayan Kürt meselesi, bu sembolik sermaye türlerinin benzerliklerini ve farklılıklarını görünür kılan en önemli göstergelerden biridir. Bu konuda HDP ile diğer üç partinin iki farklı bloğu oluşturduğu söylenebilir. Zira, anadilde eğitim ve çok-dilli kamu hizmetleri ile idari ve siyasi adem-i merkezileşme ve egemenliğin yerel/bölgesel ölçekte dağılımı ve paylaşımı gibi iki kritik hususta mevcut üç parti içerisinde HDP ile benzer ya da onunkine yakın bir normatif çerçeveyi paylaşan bir parti yok.

Son dönemlerde HDP ve CHP’nin yakınlaşması, kimi alanlarda birlikte hareket etmesi, hatta seçim sonrası koalisyon kurabilecekleri gibi tartışmalar yürüse de, mevcut sembolik sermaye farklılaşmasının buna elvermediği söylenebilir. Zira K. Kılıçdaroğlu katıldığı bir televizyon programında “koalisyonu kurma konusunda birinci önceliğin hangi partiden yana olacağı” sorusuna açıktan MHP’yi adres göstererek cevap verdi: “MHP ile isteriz. İkimiz de muhalefetteyiz. İkimizin de seçim bildirgesinde çok fazla ortak nokta var ve dolayısıyla bir araya gelip hükümet kurabiliriz.”

Mevcut tablo şunu gösteriyor: Önümüzde ya AK Parti-MHP koalisyonu ya da CHP-MHP koalisyonu görünüyor. Zayıf bir ihtimal de olsa AK Parti-CHP koalisyonu seçeneği de söz konusu. Açık olan tek şey ise HDP’nin muhalefette kalacağı.

Rojava’daki yeni gelişmeler, Cumhurbaşkanı ve Başbakan’ın konuya dair açıklamaları; Demirtaş’ın “bu iş size rağmen” olacak minvalindeki cevapları; yine CHP’nin MHP ittifakı açıklaması dikkate alındığında, özellikle Kürt meselesi bağlamında 1 Kasım seçimleri sonrası radikal bir değişim olmayacak gibi görünüyor. Görünen o ki Türkiye’nin Kürt meselesi, Suriye krizi ve Rojava’nın statüsü meselesine bağlı olarak gelgitler halinde seyir almaya devam edecek. Bu konuda ufukta yeni bir dönem ne yazık ki yok gibi…