Yeni Muhafazakâr Nesiller ve Kültür
Barış Özkul

Yeni muhafazakâr nesillerin Türkiye’yi demokratikleştirdiğini söylemek epey revaçta. Bunu özellikle siyasal İslâm’ın yapıp ettiklerini seküler lûgatla meşrulaştıranlardan işitiyoruz. İktidarı açıkça desteklemek; “sayısal çoğunluk haklıdır” demek ayıp kaçacağı için bir sosyolojik analiz olarak bu ileri sürülüyor.

Oysa "yeni muhafazakâr nesiller" bir süredir Türkiye’yi demokratikleştirmek şöyle dursun "eski muhafazakâr nesiller"i mumla aratacak bir kültürel seviyeye gerilemiş durumdalar. Bu yüzden muhafazakârlıkla kültür arasındaki ilişkiyi de yeni baştan tartışmak gerekiyor.

Ahmet Hamdi Tanpınar muhafazakâr bir entelektüeldi. Ancak önemli bir özelliği hem Batı hem de Doğu kültürünü derinlemesine bilmesi, medeniyeti  bir bütün olarak kavrama/kavratma çabasını sonuna kadar sürdürmesiydi. Cemil Meriç öyleydi; Nurettin Topçu kısmen öyleydi. Muhafazakârlık, hakkı verildiğinde, basit bir siyasal konumdan ibaret değildir, estetik-kültürel değerlerin muhafazası anlamına da gelir.

AKP döneminin yeni muhafazakârlığı şimdilik sadece nefret kültürünü "muhafaza etmekte" kararlı. 

Yakın zamanda Cins adında bir kültür dergisi çıkmaya başladı. Derginin yayın yönetmeni Yeni Şafak yazarı İsmail Kılıçarslan, T24’e verdiği mülakatta “kültürel iktidara kafa tutmaya” geldiklerini; dertlerinin “Kemalist beyazların oluşturduğu kültürel iktidarla mücadele etmek” olduğunu açıklıyor. 

Kuşkusuz Kemalistlerin kültürel iktidarıyla mücadele etmek haklarıdır. Ama belirledikleri hedefe varmak için yaptıklarına, yazıp çizdiklerine bakınca görünen manzara yürek burkucu.

***

Cins dergisinin Kasım sayısında yer alan Selahattin Yusuf'un “Sizi Severek Türkiye’yi Sevmenin Bir Yolu Yok” başlıklı yazısında seküler kesime şöyle seslenilmiş:

“Kafkaesk anlamda “Yahudice” aşağılanmışlığınızın tedavisini “Baba”yı da aşağılamakta buldunuz. Bulamadınız yani. Sizin tedaviniz “Baba”nın kan davalılarına yaltaklanma sahneleriyle doldu taştı. O davalılarla işbirlikleriyle, onlardan korunma talepleriyle, onlardan sonu gelmez iç güveysi olma talepleriyle acıklı bir hikâyeye dönüştü.”

Yusuf, “Sonu gelmez iç güveysi olma talepleri”nden bahsederek seküler kesimin Batı’yla bir “kapılanma” ilişkisi kurduğunu öne sürüyor. Ancak kendisinin bu ilişkiyi anlatmak için kullandığı kavramlar Türk-Müslüman kültürüne ait değil. “Kafkaesk anlamda “Yahudice” aşağılanmışlığınız” gibi laflar Avrupa kaynaklı ırkçı-seküler bir lûgat paralamak oluyor.

Yusuf hemen ardından kendi zihninde kurduğu bir “seküler aydın” karikatürü çiziyor:

“Beyaz bir eldivenle okşandınız ve bu sizi daha da içinden çıkılmaz bir kibir kuyusuna sürükledi. O veciz ifadeleriniz, o “aydın” gururunuz çelişki mermileriyle delik deşik olmuş bir bayrak gibi komik ve hazin artık… Baba evinin yoksulluğundan, mağdurluğundan utanan evlatlar gibi çiğleştiniz, kabalaştınız.”

Burada da “çelişki mermileriyle delik deşik olmuş bayrak” gibi absürt benzetmelerle baba evinde olmaktan (bu baba herhalde AKP'nin Reis'i) duyduğu kıvancı bildiriyor. Baba evinde olmaktan mutlu olmayanlar ise "nedense" kadınsılaştırılıyor:

“Edalarınızda işvelerinizde fark edildiğinin farkına varmış kenar mahalle dilberlerinin havası var… Nefretiniz tıraş edildi, önünüz iliklendi… Ülkenin şuuruna bir bekâret kemeri gibi giydirilmiş sahte sekülerliğin, beyaz eldivenden başka bir şey olmayan kalp sekülerliğin hizmetine girmek için fırsatı değerlendiriyorsunuz sadece… Batılı beyazlardan bir parça itibar ekmeği dilenmek için tefeci sermaye oligarşisinin alacakaranlığına el uzattınız.”

Paris saldırısından sonraki açıklamasında IŞİD Paris’i “fuhuşun ve sapkınlığın başkenti” olarak tanımlarken Bataclan Konser Salonu’nda “bir sapıklık partisi” düzenlendiğini iddia ediyordu. Yusuf'un sekülerlere bakışı da bundan çok uzak değil: Aynı dil, aynı kelimeler.

***

Selahattin Yusuf’un nefretinden sadece sekülerler nasiplenmemiş. Mesela Anti-kapitalist Müslümanlar, Gezi’yi destekledikleri için kabahatliler:

“Sizi sevsinler diye o parkta, elden düşme bir “happening” coşkusuyla namaz kıldınız. Küçük burjuva şiddeti o parkta bir ay boyunca günahlarından temizlendi. Sizler o koca günah çıkarma kafesinde biriken kiri kendi derme çatma teolojinize taşımak için yırtındınız.”

Yazının hemen her satırında ağır bir kompleks hissediliyor. Örneğin Batı kültüründen nefret ettiği anlaşılan Yusuf, “happening”, “teoloji” gibi kelimelerle İngilizce bildiğini göstermek istiyor. “Küçük burjuva” şiddetinden söz ettiğine göre Marksizm’den de haberdar olduğunu anlıyoruz. 

Düşman bellediği sekülerlerin eli kalem tutanlarına ise daha da öfkeli:

“Kilolarca kitap, metrelerce makale yazdınız. Teslim bayrağından başka bir şey olmayan “Devrim” bayrağını Belfast’tan Norveç fiyortlarına, New York’tan Kuala Lumpur’a kadar Troçki edalarıyla dolaştırdınız. Konferanslarla donattınız yeryüzünü (…) Ezilmiş, çocuk felci geçirmiş tutarlılığınız o kadar kötü durumdaydı ki [Yusuf’un öfkesinden çocuk felci geçirenler de nasipleniyor] (…) kaç milyon aydın doğan lejyoneriniz, kaç milyon greenpeace’ciniz, kaç milyon cem boyner’iniz, koç’unuz, eczacıbaşınız, bienaliniz, sinemanız, festivaliniz… olursa olsun giymeyeceğiz o gömleği sırtımıza!”

Norveç fiyortlarından “aydın doğan lejyonerleri”ne uzanan bu silsileyi takip etmek, aradaki mantık boşluklarını doldurmak kolay değil.

Yeni muhafazakâr nesillerin medeniyet seviyesi aşağı yukarı bu. Temenni edilir ki bilmediğimiz bir yerlerde, sayısal çoğunluğa ve iktidara tapmak, düşük nitelikle idare etmek yerine Türkiye toplumunu gerçekten demokratikleştirme potansiyeline sahip, evrensel değerlerle mücehhez bir muhafazakâr nesil yetişiyordur.


Alıntılar Cins Dergisi Kasım sayısından, s. 6-7.