Sünni Kürdistan
Arzu Yılmaz
Bir yıl aradan sonra Kürdistan Bölgesel Yönetimi’nin (KBY) bağımsızlığı yeniden gündemin ilk sırasına yerleşti. KBY Başkanı Mesud Barzani, hükümetin büyük ortağı ve lideri olduğu Kürdistan Demokrat Parti (KDP) yetkililerine verdiği talimatla referandum hazırlıklarını başlattı. İlk iş olarak da KDP’nin diğer partilerle bağımsızlık konusunda görüşmeler yapacağı duyuruldu.

Hiç kuşkusuz, KBY’nin bağımsızlığı referandumdan çıkması muhtemel bir onaya bağlı değil. Ancak, Kürt halkının iradesini açığa çıkaracak olması yönüyle önemli. Bu irade beyanı, konunun uluslararası alana taşınmasına yardımcı olacağı gibi, Kürt siyasal partilerinin politikalarını revize etmesine de vesile olacaktır. Zira KBY’nin bağımsızlığı son yıllarda neredeyse yalnızca Mesud Barzani’nin ya da KDP’nin savunduğu bir mesele haline gelmişti. Bunun en önemli nedeni ise başta Kürdistan Yurtseverler Birliği (KYB) ve Goran’ın, bağımsızlık ilanını doğrudan KDP’nin parti çıkarlarıyla ilişkilendirerek adeta bir tehdit olarak değerlendirmesiydi.

Aslında KYB ve Goran hiçbir zaman bağımsızlığı açıkça reddetmedi, fakat KDP’nin bu yönde ortaya koyduğu çabaların önünü kesmek için de ellerinden geleni yaptılar. Hatta bu siyasi rekabetin ölçüsü zaman zaman o kadar kaçtı ki, KYB içinde dahi bir bölünmeye varacak görüş ayrılıklar doğdu. Bu görüş ayrılıklarını ifade etmeyi kolaylaştırıcı KYB Hewler, KYB Süleymaniye tanımlamaları ortaya çıktı. En genel biçimiyle, KYB Hewler grubu KBY’nin birliği ve siyasi istikrarını önceleyen bir tutum benimserken, KYB Süleymani grubu gerekirse KBY’den ayrı ya da doğrudan Bağdat’a bağlı bir siyasi eğilimi temsil eder hale geldi. Bu arada Goran, Kürdistan Parlamentosu’nun ikinci büyük partisi ve hükümet ortağı olmasına rağmen, en son Ekim 2015’te Süleymaniye ve Germiyan’da patlak veren protesto olaylarına destek vererek, KDP lideri Mesud Barzani’ye karşı bir önlem alması için Bağdat’a çağrı yaptı.

Bu tabloda, göz ardı edilmemesi gereken en önemli faktör ise İran’dı. Zira son bir yılda Kürdistan iç siyasetinde asıl oyun kurucu aktör İran oldu. KBY ve Goran’a verdiği destekle önce KDP lehine gelişen politik dengeyi bozdu, ardından Bağdat üzerindeki mutlak kontrolü ile KBY’nin de facto bağımsızlık yönünde işleyen ekonomik, siyasi, askeri gelişiminin önüne taş koydu. Doğrusu, İran bu politikalarında yalnız da değildi. Örneğin, ABD, en başta Irak’ın toprak bütünlüğü önceliğine hizmet ettiği için bu seyire itiraz etmedi. Diğer yandan, İran’la yürütülen nükleer silahlanma müzakereleri ve IŞİD’le mücadele ABD’yi görece pasif bir tutum almaya itti.

Ancak, bu tablo artık değişiyor. Bu değişimi tetikleyen en önemli etkenler ise, aynı zamanda 2015’e de damgasını vuran, İran ve P5+1 ülkeleri arasında yapılan anlaşma ve Rusya’nın Suriye’ye askeri müdahalesi oldu demek yanlış olmaz. Bugün KBY’nin bağımsızlığının yeniden gündeme gelmesi üzerinden bir okuma yapıldığında, özellikle İran ve P5+1 ülkeleri arasında yapılanan anlaşmanın tayin edici rolü öne çıkıyor. Zira bu anlaşmanın hemen ardından en başta ABD, Kürdistan iç siyasetinde daha aktif bir politika izlemeye başladı. Önce, ABD Başkanı Obama’nın IŞİD Özel Temsilcisi Brett McGurk yürüttüğü temaslarla, Mesud Barzani’nin KBY Başkanlığı konusundaki tartışmalara son vererek siyasi istikrarın yeniden tesis edilmesini sağladı. Ardından, tam da Rusya’nın Suriye’ye askeri müdahalesi ertsinde Şengal’e KBY öncülüğünde askeri bir operasyon başlatıldı. Ve KBY Şengal’i Kürdistan toprağının bir parçası olarak ilan ettiğinde, ABD’den hiçbir itiraz gelmedi. Oysa Şengal, Irak Anayasası’na göre geleceği bir referandumla belirleninceye kadar Bağdat’a bağlı tartışmalı bölgede bulunuyor ve dolayısıyla KBY’nin bir anlamda bu oldu-bitti politikası da Irak’ın egemenlik haklarını tanımama anlamı taşıyordu.

Nihayetinde, 2015’in sonuna gelindiğinde KBY referandum hazırlıklarına başladığını duyurduğunda da ABD, 2014 yılında olduğu gibi net bir karşı duruş sergilemedi. Bilakis, tam da bu süreçte ABD Kongresi’nde peşmergeye doğrudan silah yardımı gündeme alındı. Kongre’de konuşan ABD Genel Kurmay Başkanı Joseph Dunford ise yalnızca doğrudan silah yardımını desteklemekle kalmayıp, ‘‘Irak Şii ve Kürt devletleri olarak ikiye bölünebilir” dedi. Dunford’un konuşmasında dikkat çekici bir başka öngörü ise Sunni bir devlet kurulması için şartların uygun olmadığıydı.

Bu gelişmeler çerçevesinde, her şeyden önce, İran’ın Kürdistan siyasetinde artık oyun kurucu bir aktör olmadığını vurgulamak gerekiyor. Tahran-Erbil arasında planlanan tren yolu ve KBY-İran petrol boru hattı projesinin askıya alınması da bunun bir göstergesi. İran’ın Irak’taki askeri ve siyasi nüfuzu, şimdilik, Bağdat’ın etki alanıyla sınırlanmış görünüyor. Ancak, Bağdat ölçeğinde dahi işlerin eskisi gibi yürümediğini de belirtmek gerekiyor. Örneğin en son kotarılan Ramadi operasyonunda, her ne kadar Bağdat’a bağlı ordu güçleri tarafından gerçekleştirilmiş olsa da, İran’ın dışlandığı bir gerçek. Bugüne kadar büyük ölçüde İran öncülüğünde hareket eden Şii milis gücü Haşdi Şabi, Ramadi operasyonunda yer almadı. Onun yerine, komutanı ve çoğunluğu Kürt olan ve Altın Birlik olarak anılan Irak ordu güçleri Ramadi’yi IŞİD’in elinden aldı. Bu ilk adımın arkasından şehri kontrol etmede görev alan bir başka birlik ise Haşdi Vatani oldu. Haşdi Vatani, Haşdi Şabi’nin tam tersine, ağırlıklı olarak Sünnilerden oluşuyor. Sonuçta hem Altın Birlik hem Haşdi Vatani Bağdat’a bağlı, ama Bağdat’ın özellikle son altı aydır Irak Başbakanı Abadi’nin İran’dan bağımsız hareket etme çabalarına sahne olduğu düşünülecek olursa, nihayetinde ABD desteğiyle sözkonusu çabanın Ramadi’de sonuç verdiğini söylemek mümkün.

Peki buna mukabil, Türkiye’nin Irak ve KBY ile ilişkilerinde yeni bir dönemin başladığını söylemek mümkün mü?

En son Başika’dan Türkiye’nin birliklerini geri çekmek zorunda kalması ve Abadi hükümetinin Irak’ta mevcut Türk Silahlı Kuvvetleri unsurlarına dönük sert tutumu, bu soruya, en azından Bağdat ölçeğinde, olumlu bir yanıt vermeyi güçleştiriyor. Belli ki Türkiye, her zamanki gibi bir fırsat anında fırsatçılık yapmaya kalkıştı ve deyim yerindeyse Başika elinde patladı.

Ancak, Türkiye-KBY ilişkilerinin yeni bir boyut kazandığı muhakkak. Ve bu yeni boyutu da pek yakında kotarılması muhtemel Musul operasyonuyla ilişkilendimek yanlış olmaz. KBY lideri Mesud Barzani daha geçen yıl peşmergenin asla Musul operasyonunda yer almayacağını duyurmuştu. Fakat günün sonunda, Musul operasyonu bir anlamda KBY güvenliğinin de garantisi haline geldi. Öte yandan, şu bir gerçek ki, her ne kadar İran etkisiyle Kürt-Şii ilişkileri son yıllarda gerilmiş olsa da, Irak’ta yaşayan Kürtler için asıl tehdit Sünniler. Zira Sünniler, Irak’ta yaşadıkları bir anlamda altın çağın bitişinin asıl müsebbibi olarak Kürtleri görür. Dolayısıyla, IŞİD saldırıları bertaraf edilse dahi, Kürtler için Irak’lı Sünniler sorunu baki olacaktır. KBY’nin Ortadoğu’da Türk-Kürt ittifakını önceleyen İmralı Süreci’ne destek vermesinde de bu faktörün etkili olduğunu daha önce yazmıştım.

Bugün, Mesud Barzani’nin önce Suudi Arabistan sonra Türkiye’ye gerçekleştirdiği ziyaretleri de yine bu faktör üzerinden değerlendirmek yerinde görünüyor. Nihayetinde, öyle görünüyor ki, bir keresinde Neçirvan Barzani’nin de vurguladığı gibi, “Kürdistan’ın bağımsızlığı için en azından bir komşu ülkenin onayını alma şartı” gereği, KBY Türkiye ile ilişkileri güçlendirmekten yana bir politika izleyecek. Bu bağlamda, Türkiye’nin malum Sünni eksenli Irak politikalarına eklemlenmek KBY açısından bir anlamda kaçınılmaz. Muhtemel bir Musul operasyonu ise bu zorunlu tercihin bir denemesi olacağı gibi başarılı olduğu takdirde KBY’nin bağımsızlığını da Sünni Kürdistan şartına bağlayacak.

Yukarıda sözünü ettiğim, ABD’nin Irak Kürdistanı’nda benimsediği aktif tutumun da bu yeniden güçlendirilen ilişki tarzına ters düştüğünü söylemek doğru olmaz. Zira ABD’nin de Kürtlerin Sünnilerle yakınlaşmasını destekleyen politikalar izlediği biliniyor. Bu politikanın en somut göstergelerinden biri de iki ay önce gerçekleştirilen Havice operasyonuydu. Havice’de bir hapishanede IŞİD’in elinde tutsak olan Sünni liderler, ABD Özel Kuvvetler ve Peşmerge işbirliği ile kurtarıldı. Peşmergenin bu operasyona katkılarının, Barzani’nin son Suudi Arabistan ziyaretinin yolunu açan kilometre taşlarından biri olduğu hemen herkesin kabul ettiği bir gerçek.

Son tahlilde, yeniden Kürt siyasetinin iç dinamiklerine dönecek olursak, 2014 yılından farklı olarak Kürt siyasal partilerinin Kürdistan’ın bağımsızlığı konusunda daha uyumlu bir tutum izlediklerini söylemek bugün için mümkün. Zira KYB’nin en etkili isimlerinden Mele Bahtiyar’ın “Kürdistan’ın bağımsızlığına karşı çıkan her kim olursa hain ilan edilecektir” sözleri, KYB içinde mevcut sözkonusu görüş ayrılıklarının artık tayin edici olamayacağını gösteriyor. Diğer yandan Goran, henüz lideri Novşirvan ülke dışında olsa da, “Kürt devleti Kürt milletinin hayali ve umududur”diyerek bağımsızlık ilanına karşı çıkmayacağını gösterdi.

Ancak, bölgesel ve uluslararası bağlamda bağımsızlık ilanına onay vermesi muhtemel aktörlerin politikalarına güvenmek, hiç kuşku yok ki, hata olacaktır. Nihayetinde, Türkiye’nin şartlı desteği başarısızlığı çoktan tecrübe edilmiş bir projeye, ABD’nin muğlak desteği ise bu yılın sonunda görevi bırakacak bir yönetime bağlı. Bu durumda, 2016’da bir referandum yapılsa dahi, Kürdistan’ın bağımsızlığını 2017’de yaşanacak gelişmeler tayin edecektir.