Sultanahmet Saldırısı ve Korku Toplumu
Barış Özkul

7 Haziran’dan 1 Kasım’a AKP ve Erdoğan’dan sık sık işittik: Koalisyon hükümetleri ülkeyi kaosa sürükler; tek parti hükümeti istikrardır, huzurdur, güvendir. İki seçim arasındaki beş ayda yüzlerce kişi öldü; Suruç ve Ankara yaşandı. 1 Kasım’da Türkiye toplumu, korku karşısında en muhafazakâr seçeneği tercih edeceğini gösterdi - tıpkı 12 Eylül anayasasını yüzde 90’la onayladığı gibi. Havuz medyasının Erdoğan’ın siyasi dehası olarak anlattığı olay bundan ibaret.

Sözkonusu varsayımın ne kadar doğru olduğunu 1 Kasım’dan sonra görüyoruz: Tahir Elçi cinayeti, Kürt illerindeki abluka, Rusya’yla gerginlik, canlı bombalar, akademisyenlere yönelik linç kampanyası, rol çalmaya çalışan mafya şefleri. Yok yok ama sırat köprüsünden geçerken bile özeleştiriye yanaşmayacak bir iktidar var. Bu gerilim sürdükçe birbirine güvenmeyen, diyalog kanalları tıkanmış, patolojik bir toplum olma yolunda ilerliyoruz.

Korku atmosferi yeni medya teknolojilerinin “sürati” ile birleştiği için soru sormak, özeleştiri yapmak yerine homurdanan bir toplum olduk aynı zamanda. Bir olayın duygusal ağırlığını sindiremeden başka bir olaya tepki verme zorunluluğu vicdanlı değil patetik, duygusal değil santimantal bir tip üretti. Gerçeğin eşiği, AKP troll teşkilatı tarafından twitter’da belirlenir oldu. 

Örneğin, Salı günkü patlama. Olayın üstünden iki saat geçmeden saldırganın kimliğini öğrendik. Faili teşhis etmekte bu kadar hızlı davranan polis teşkilatı İstanbul’un göbeğinde cirit attığı anlaşılan saldırganı yakalamakta neden aynı çevikliği gösteremedi, bilinmez.

Bu tür saldırıları IŞİD’e fatura etmek günümüzün küresel “modası”. Haklılık payı da var. IŞİD daha beterini yapabileceğini Tunus’ta, Fransa’da, Şarm-el Şeyh’te gösterdi. Fakat Türkiye’de düzenlediği saldırılar körlemesine, serdengeçti bir mantığa dayanmıyor. Suruç’ta ve Ankara’da hedef seçilenler HDP ve sempatizan kitlesi idi; Sultanahmet’te ise yabancı bir turist kafilesi. Saldırı iki saat sonra gerçekleşse, herhalde orada öğle namazına gidenler de olacaktı. Topkapı Sarayı Müzesi, Salı günleri kapalıdır; kapalı olmadığı günler meydanda, obeliskin önünde Müslümanlar da olur. 

Bu mantık bizi IŞİD’in Türkiyeli Sünni Müslümanları hedef almamak için geçerli bir gerekçesi olduğu sonucuna götürür. Oysa IŞİD nezdinde Türkiye’li Müslümanlar olsa olsa mürted olabilirler. Bırakalım laik-seküler kesimi Erdoğan’ı bile mürted ilan eden bir örgütten söz ediyoruz (link). Suriye ve Irak’ta biat etmeyenleri Şii-Sünni demeksizin katleden IŞİD’in bir gün mutlaka fethedeceğini bildirdiği İstanbul’daki Müslümanların zarar görmemesi için özen göstermiş olması mantıkdışı. 

Elbette bu tür saldırılara Müslümanların veya başka itikattan insanların maruz kalmadığı bir dünya, sağduyusunu hâlâ koruyan herkesin özlemi. Ayrıca IŞİD’in Türkiye’deki saldırılarında görülen örüntüyü başka türlü değerlendirenler de olacaktır. Konunun uzmanı falan değilim. Ama Ortadoğu’da böyle pis işleri yapabilecek IŞİD dışında bir yığın örgütün olduğunu bilmek için uzman olmaya gerek yok. IŞİD’in merkezi neresi, farklı ülkelerde kaç farklı IŞİD var, o da belli değil. Türlü türlü spekülasyon yapılabilir. Sorun zaten Sultanahmet’teki terör saldırısının ardından kimsenin spekülasyon yapmasına izin verilmemesi. Tek kişi tarafından tek bir adrese işaret edildi ve AKP medyası koro halinde propagandaya koyuldu. Türk devleti yakın tarihte Suriye ve Irak’ta IŞİD’e ağır kayıplar verdiren PYD-PKK ile savaş halindeyken IŞİD’in Türk devletinin güya önemsediği bir turizm bölgesine niçin saldırmış olabileceğini Ruşen Çakır dışında soran olmadı. 

Bir yandan totaliter bir korku toplumu olurken bir yandan da gerçeğin tek elden öğrenildiği, her türlü tartışma kanalının tıkandığı tatsız bir ülkeye dönüşüyoruz günden güne. 1 Kasım’da yapılan tercihle bu kapı sonuna kadar açıldı.