Sükûnet
Derviş Aydın Akkoç

Belki de olan bitenler karşısında yapılacak başlıca şey sükûneti korumaktan, birbiri ardına yığılan olayların etkisini savuşturmak için kimi koruma kalkanları icat etmekten ibaret. Dünya insanın gövdesine çullanmak üzere kurulu sanki. Aklı buruşturan, duyguları kaosa sürükleyen bir ilişkiler ağı hâkim hayata. Aktüel siyasetin çarklarından, bitmeyen devlet hayhuylarından, gazete gıcırtılarından, iktidar açlıklarından, iktisadi dertlerden ötürü duygular balçıklaşmış vaziyette. Umut mu, korku mu, sevinç mi, öfke mi, acı mı, suçluluk mu, keder mi; hepsi de birbirine dolanmış hurda duygular, karmakarışık. 

İnsan bu hengamede yapayalnız. Dünya labirentinde yolunu kendisi bulmak zorunda üstelik, kimse kimsenin çıkışı yahut kurtuluşu değil. Hem tıpkı “insan” gibi “kurtuluş” da, hâlâ sadece bir varsayım: Cezbini yitirmiş, yıpranmış bir varsayım. Kaldı ki, insanın önünde herhangi bir “hedef” de yok artık; kanla lanetlense, gözyaşlarıyla ıslansa da bütün hedeflere ulaşıldı, arzular nesnelerine karışıp çoktan çözüldü. Sona gelindi. “En” sona hatta. Bu kasvetli son karşısında insan taze bir arzu için varını yoğunu vermeye hazır görünse de, yeni bir arzu, yeni bir düş, yeni bir söz, yeni bir ideal ve eylem olası değil. İnsan her şeyi yaptı ve nihayet yüklerinden boşaldı. Şimdilerde külfetsiz, başıboş ve anlamsız. Yeni yükler kuşanamayacak kadar da mecalsiz, hatıralarla avunuyor yalnızca...

***

Ne yapmalı o halde? Hiçbir şey. Evet, hiçbir şey. Bunca savaşa, bunca devrime, bunca teknik gelişime, bunca bilgiye rağmen dünya şimdi olduğu yerden bir milim sapmıyorsa, “her şey yerli yerinde” ise, adaletsizlikler ve eşitsizlikler daimi ise, ve üstelik herkes her şeyin farkındaysa, sadece iktidarın maskeleri yenileniyor, hayatın çekirdeğinde yer alan, zorbalık üzerine işleyen o mistik cevher kendini muhafaza edip yeniden üretiyorsa, her durumda yalan hakikate galebe çalışıyorsa; herhangi bir şeyi değiştirmek için çırpınmanın ne anlamı var. Kim için? Ne adına? Nafile. Değmez. Sesler boşlukta yankılanıp dağılıyorsa niçin ses çıkarmalı? Hiçbir şey değişmiyor. Olmuyor. Her gün bir önceki günün aynısı. Zaman sadece tik taklarıyla duyuruyor kendini. Eşyalar demir atmış gemiler gibi cansız. Hal böyleyken hiçbir şey ummamak, sadece yaşamayı sürdürmek, o da olduğu kadar...

***

İnsan neden toprağa kök salmış, ıssız ve yabani bir ağaç gibi yaşamasın ki. İnsanın ayaklarının başına açtığı belaların haddi hesabı yok. Her ne pahasına olursa olsun bir ormanda bulunmak istemesi de kadim trajedisi. Fakat uzak, sessiz ve tek başına ağaçlar da var. İnsanın temel açmazı mutlaka konuşmak zorunda olması. Oysa ağaçlar konuşmaz. Ya da belki de konuşuyorlardır, yapraklar dilleridir ağaçların. Ama insandan farklı olarak, her sonbaharda dökülen ve ilkbaharda yenilenen ve başka kelimelerle konuşan dillere sahiptir ağaçlar. Üzerine kar yağan, yağmurlarla ıslanan, rüzgârlarla kopup savrulan o sonsuz kelimeler. İnsandaki kırışmış, çığırtkan, kılçıklı ve çapaklı kelimelerdense yaprakların asude, dökülmesine de yeşermesine de razı olunan kelimeleri... Keşke... 

***

Hayatın herhangi bir noktasında bir köşe bulmak, gerçeklikten firar etmek maksadıyla değil, dövülmüş sinirleri azıcık onarmak, manen toparlanmak, yani bir ağaç gibi susmak için bir yere yerleşmek. Gerçekleşir gerçekleşmez yalana bürünen, aslından saptırılan hiçbir olaya söz yetiştirmeye çalışmadan yaşamak, olup bitenleri sessizce anlamaya çalışmak, dünyanın kendisini açması için sabırla beklemek. Anlamanın ferahlığını farkında olmanın sancısına kaptırmamak için bir yol bulmak... 

Çağın uğursuz suretini “gürültünün” kuvvetleri çiziyor. Gürültü her sözü girdabına çekip yutuyor, hakikatler uğultularda boğuluyor. Gürültüye başka ve daha güçlü bir gürültüyle karşı çıkmaktan vazgeçmek için, bir müddet de olsa yaşamı olduğu gibi kabullenmek, dünyaya olur olmaz sataşmamak, hayata kaş çatmamak: bunun insanı rahatsız eden taraflarının olduğu muhakkak, ama belki de Kafka’nın dediği gibi dünyada henüz hiçbir şey gerçekleşmemiştir... Nitekim tüm tantanalı olaylar diner, olayları bir kabuk gibi sarıp sarmalayan sözler dağılır, geriye uzun ıslak bir suskunluk ve sessizlik kalır; herkesin tek başına karşılayacağı suskunluk. Konuşmayı yeniden hak etmek için. Dünyada.