James Joyce ve Finnegans Wake
Barış Özkul

James Joyce’u çağdaşı modernistlerden farklı kılan bir özelliği seslere duyarlı olmasıydı. Bunun fiziksel bir nedeni vardı: Görme yetisi yıllar içinde zayıflamıştı. Göz hastalığının büsbütün azdığı 1920’lerde Avrupa’nın farklı ülkelerinde işittiği yabancı kelimeleri not ederdi; bir poliglot olmasa da sözlük karıştırmak gibi amatör bir merakı vardı. Mektuplarından Mısır’dan antik Yunan’a çeşitli medeniyetlerin temel metinlerini, kutsal kitaplarını didik didik ettiği anlaşılır. Sonuçta, Ulysses ve Finnegans Wake’i boydan boya kaplayan portmanto kelimeler Joyce'un üslubuna bir kozmopolitanizm ve zor anlaşılırlık özelliği kattı. Bir ruhban olarak edebiyatçı imajını biraz da buna borçludur.

Joyce’un modernist kanondaki yeri, İbsen-Flaubert-Tolstoy gibi yazarlarla benzerlikleri; yaptığı sayısız üslûp parodisi (Laurence Sterne, Jonathan Swift, Oscar Wilde, Shakespeare vb.), Katolik geçmişi; Dante, Bruno ve Vico ile olan ilişkisi… bunlar hakkında çok şey yazıldı. Ama Ulysses ve Finnegans Wake’in çevrilip çevrilemeyeceği hâlâ tartışılıyor, hâlâ bir rekabet konusu.

Dünya dillerinin pek azına çevrilen Finnegans Wake’in yakın tarihte Türkçe’ye iki ayrı çevirisi yapıldı - birisi basıldı da. Çevirmenlerden biri, Fuat Sevimay, T24’e yazdığı yazıda şöyle demiş:

“Avrupa’nın adının Ortadoğulu Fenike tanrıçasından geldiğini, Fenike adının ise Finnegans Vakası’nın önemli unsurlarından Phoenix Park ile ilintisini, bu parkın aslında biraz da cennet bahçesi olduğunu, o bahçedeki düşüşün cennetten, kuleden, duvardan ve fazla içmekten kaynaklanan düşüşle ilişkisini ve buna benzer daha binlerce bağlantıyı ıskalamıyorsunuz. Yeter ki doğru çeviri okuyun.” (link)

 

Tabii Avrupa’nın adının Fenike tanrıçasından geldiğini bilmek için Finnegans Wake okumaya gerek yok ama Sevimay’ın dediği gibi Wake’te binlerce çapraşık bağlantı vardır. Joyce, bütün dilleri karıştırarak bir bilinçaltı esperantosu yarattığı için, “çevrilir mi çevrilmez mi” tartışması tam bir kısırdöngüyle sonuçlanabilir. Türkiye’nin önemli edebiyat çevirmenleri var (Aslı Biçen, Roza Hakmen, Fatih Özgüven, Murat Belge vs.), onlar bu konuda daha doğru gözlemler yapacaklardır. 

Burada “çevrilir mi çevrilmez mi sorusuna” yanıt aramaktansa Wake’in karmaşıklığını göz önüne seren birkaç örnek vereceğim - Samuel Beckett, “Finnegans Wake, herhangi bir şey hakkında değil kendisi hakkındadır” demişti. Sonraları, kendileri de retorik yapmayı sevdikleri için, post-yapısalcı/yapısökümcü Fransız filozofları da Wake’e bir Kutsal Kitap, bir Kabala payesi biçtiler.

 

***

Finnegans Wake’teki çağrışımlar dönüp dolaşıp beş kişilik bir aileye bağlanır; baba Humphrey Chimpden Earwicker, anne Anna Livia Plurabelle, ikiz oğlanlar Shem ve Shaun, kız çocuk Isabel-Issy. Joyce, tüm bunları bir yığın anlam iletecek şekilde çeşitli kombinasyonlar içine sokar; metnin çatısı monogramlarla dokunur. Humphrey Chimpden Earwicker’in nasıl biri olduğunu isminin baş harfleriyle ilgili ipuçlarından anlarız: “Here comes everybody” (evrensel insan), “Haveth Childers Everywhere” (herkesin babası), “Human Congers Eel” (kaypak, yılan balığı) ve “Howth Castle and Environs” (Şehirlerin ve Şatoların Mimarı). Bu silsile böyle devam eder: “hod, cement, edifices”, “Haroun Childeric Eggeberth”, “homerigh, castle, earthenhouse”, “Humm the Cheapner, Esc.”

 

Buradaki “cambazlığı” bir başka dilde tek bir isimle karşılamak kolay değildir.

Wake’te birçok yerde aile “meselesi”, ebeveyn-çocuk ilişkisi psikanalizin terimleriyle anlatılır. Örneğin okuru hem “kandırma, aldatma” (fraud) fiiline hem de Freud’a gönderen bir örnek: “when they were yung and easily freudened.” Bunu kimi Batı dillerinde vermek mümkün olabilir ama Türkçe gibi dillerde yine epey yaratıcılık/cambazlık gerektiren bir iş.

Joyce’un Dublin tarihine hayli meraklı olduğu bilinir ve Finnegans Wake’te bazı kaynaklardan doğrudan alıntılar yapmıştır. II. Henry'nin Dublin'i eşit ve hür bir şehir olarak tanıdığını bildiren belgenin sonunda “Henricus Rex” imzası yer alır. Joyce, Wake’te “Enwreak us wrecks” derken bunun parodisini yapar. Bu ses benzeşimi çeviride nasıl verilir? Enkaz ile Henry arasında bir ses yakınlığı kurarak mı?

 

Joyce kelimeleri kesip-yapıştırarak bir seferde birden fazla anlam aktarmakta ustalaşmıştı. Bunu, doğal olarak, çoğunlukla İngilizcenin imkânlarıyla yaptı. Örneğin Wake’te, Oscar Wilde’ın eşcinselliğinden dolayı yargılanmasını “they jeerilied along, durian gay” cümlesiyle anlatırken kendi türettiği bir kelimeyi (jeerilie) hem İngilizce'nin gramerine uydurur hem de iki farklı anlama (alay etmek/yalan söylemek) aynı anda açar. Az ileride bu kez “mullmudd” kelimesiyle oynadığını görürüz; bu da Oscar Wilde’ın takma adı Sebastian Melmoth’a göndermedir. Başka yerde malevolence kelimesini ses tekrarlarıyla me, love, lance, melos kelimelerine bölerek birçok anlamı aynı anda aktarır.

 

Bu örnekler birkaç kelimeden ibaret olsa, dipnot vermek belki bir çözüm olurdu. Ama roman baştan sona bunlarla dolu.

 

Diyelim ki dipnotta karar kılındı; bu durumda Gaelic’ten Arapça’ya, Norveççe’den Latince’ye birçok dünya diline vakıf uzmanlardan oluşan bir komisyon kurmak gerekebilir. Mesela “Use the tongue mor!” gibi oldukça basit görünen bir cümlenin anlamı nedir? “Daha çok konuş” mu yoksa “mor” Gaelic dilinde büyük anlamına geldiğine göre “Gaelic dilinde konuş” mu? Bunların sonu olmadığı için yıllar içinde bir Joyce araştırmaları disiplini ortaya çıktı.*

 

Birçok dile kulak dolgunluğu olduğu gibi Joyce dinler tarihini de biliyordu. Cizvit okulunda eğitim alırken epey dinî kitap karıştırmıştı. Kendi estetik teorisini Aquinalı Thomas’a dayandırırdı. Kur’an’ı okuyup okumadığı tartışmalıdır ama Thomas Patrick Hughes’un İslâm Sözlüğü'nden İslâm peygamberinin hayatı ve Kur’an hakkında bazı bilgiler edinmişti. Wake’te birçok sureye gönderme yapılır. Bir yerde, peygamberin hayatı ile Hamlet arasında bir alaşım kurulur: “So saida to Moyhammet and marhaba to your Mount”. Marhaba, bildiğimiz merhaba/günaydın, "saida" Arapça “gece”; Mount da Hira Dağı olmalı. Moyhammet’in bir Hamlet-Muhammed kombinasyonu olduğu belli.  “Saida” kelimesine gelince, İslâmî kaynaklara göre "Said" bin Zeyd’in karısı kocasından boşanıp peygamberle evlenmişti. Shakespeare’in Hamlet'inde de Claudius ağabeyini öldürüp karısıyla evlendikten sonra Danimarka tahtına geçer. Bütün bunlar Wake’teki aile içi ilişkilere gönderme yapan anlatılardır. Dolayısıyla  “saida” kelimesini çeviride  hem “dedi” hem “gece” hem de “said bin Zeyd” anlamına gelecek şekilde vermek gerekir.

 

Verilmez diye bir kural yok ama Finnegans Wake sonuç olarak gerek özgün metinden gerekse çeviriden takip edilmesi oldukça zor bir metin. Bu zorluğu göze aldıkları için çevirmenleri tebrik etmek gerekir. 

 


Finnegans Wake’teki göndermelere açıklık getirmeleri bakımından önemli bulduğum iki kitabı zikredeyim: James. S. Atherson, The Books at Wake: A Study of Literary Allusions in James Joyce’s Finnegans Wake, Southern İllinois University Press, 1959 & Anthony Burgess, Joysprick: An Introduction to the Language of James Joyce, Harvest Books, 1973.