Hayat
Derviş Aydın Akkoç

Ölümün azı dişleri hayatın etine saplandığından beri, iyice tadı tuzu kaçtı bu diyarların. Hiç olmadığı kadar çivisi çıkmış bir dünya, şirazesi dağılmış bir zaman. Çivisi çıkmış çıkmasına ama hâlâ kanlı çarkı dönmeye devam ediyor: Aşağılık iktidar hesaplarına, güç oyunlarına, politik gevezeliklere, çürük gövde gösterilerine kurban giden nice hayata rağmen dönüyor dünya denilen küre. Kalabalıklar ortasında pervasızca patlayan kör bombalar, bu uğursuz zamanı deneyimlemek zorunda kalan herkesi kuşatıyor, ucundan kıyısından da olsa dokunuyor ve hayatın nasıl da pamuk ipliğine sarılı olduğunu hatırlatıyor. Stratejik analizlerin, siyasi denklem çözme şehvetlerinin yanını yöresini aydınlatamadığı bir durum bu: hayatta kalma içgüdüsü.   

***
Günümüzün siyasal iktidarı bu içgüdünün kimyasını bozmak ve yeniden kurmak üzere işliyor. Her ihtimale karşı hazırlıklı, idmanlı bir iktidar bu: önceden “maliyet” hesapları yapılıyor. Muntazam bir iktisadi akılla maliyeti çıkarılan şey hayattan başkası değil tabii. Ölüm ve hayat ikiliğinde çubuk ölüme bükülmüş vaziyette. İktidarı sürgit kılacak sahne tasarımları da bu işin olmazsa olmazı: Can havliyle inleyenler, bedenleri parça parça dökülenler, alev almış sokaklar, çil yavrusu gibi dağılıp kaçışanlar… Beti benzi atmış yüzlere, korkudan fal taşı gibi açılmış gözlere yuvasını kuran panik ve dehşet… Korku bir bulaşıcı hastalık gibi yayılıyor hayatın hücrelerine. “Teröre” ya da “meşru devlet şiddetine”, yani iç içe geçmiş egemenlik hırslarına müracaat edilerek insandaki “arkaik” korkular hortlatılıyor: “vahşice öldürülme korkusu.” Bu hengâmede herkes tedirgin ve kaygılı, zira kişinin elindeki yegâne hazine, yani hayat denilen mucize ipe sapa gelmez aktüel çıkarlar için her an heba edilip gözden çıkarılabilir…   

***
Hayat iktidardakilerin umurunda olan son şey. Hayat söz konusu olduğunda ağızlarından çıkan her kelime yalandır. Ölümü önlemek şöyle dursun onu yayıp genişletmekle meşguller. Dökülen her damla kan iktidarlarına hizmet ediyor. Tek dertleri var: Güç zehirlenmesiyle edindikleri pozisyonu kaptırmamak, ölümlerin sorumluluğunu almamak. “Zararlar” tazminatla kapatılmaya çalışılıyor, “para” ölümlerin de kapısını açıyor... Habire “can güvenliği”, “kamusal huzur” ve “asayiş” gibi laflarla geviş getirmeleri, güvenliğin olmadığının, huzurun yerinde yeller estiğinin ifadesi. Asla hakikat değil, otoritedir bütün amaçları. Her saldırıdan sonra mutlaka düzenlenen, o hiçbir şeye yaramayan güvenlik zirveleri, yayın yasakları, timsah gözyaşlarıyla yüklü resmi açıklamalar. Hepsi de “ölüm siyasetinin” tezahürü olan can sıkıcı edalar: Birlik ve beraberlik saçmalıkları, “iri ve diri” olma fantezileri. Hantal, yağ bağlamış bir “irilik” olabilir belki ama “dirilikten” eser kalmamış, ama hayattan ucuz ne var ki bu topraklarda…   

***
Uğursuz herhangi bir saldırıda “henüz” ölmemiş olan kişinin haletiruhiyesi de paramparça tabii. Tanık olunan kanlı görüntüler, semaya ulaşan çığlıklar, ambulans sirenleri ve bilgi kırıntıları arasında hayatta kalma içgüdüsünün kişiyle sessiz sedasız konuşması, utancın ve çaresizliğin sızdığı tamamen insani olan o ses: “Başkaları” ölmüş ama “ben” ölmemişimdir. Utanç vericidir bu ama biraz da böyledir. On dakika yahut yarım saat arayla paçayı bu kez de kurtarmışızdır. Bu eşikte hayatta kalmak sefilleşmiş, kör talihin işi olmuştur. Gelgelelim insan dünyanın bir yangın yerine dönüştüğünün farkında. Zira ölüm siyasetinin egemen siyaset haline geldiği toplumlarda yarın ne olacağının hiçbir garantisi yok: bir otobüs durağında, metro çıkışında, vapur iskelesinde, neresi olacağı kestirilemeyen “kalabalık mekânlarda,” durup dururken bir şeyler patlayıp saçılabilir, bu kez “şanslı” olunmayabilir, demek “zamansız ölüm” bir gün herkesin kapısını çalabilir.   

***
Siyasal iktidar son yıllarda işte bu hissiyatı başarılı bir şekilde ahaliye kanıksattı. Öyle ki toplumsal eylemlere falan gerek yok; gündelik hayatın basit bir karesinde ölüm soğuk yüzünü gösterebilir. Hem artık kimsenin anayasal haklar ve özgürlükler, hukuk devleti gibi beklentileri de yok. Hayatta kalamadıktan sonra ne önemi var ki demokrasinin, adaletin, şu yahut bu hakkın… Artık istisnai olan hayattır, ölüm bir kaidedir. “Yaşama doymuş” olarak bu dünyadan göçüp gitmek de, eski zamanlarda kalmış bir imge sadece...