Ulusal Sınırlar ve PKK
Arzu Yılmaz

Ortadoğu’da Arap Baharı ile başlayan krize uluslararası sistemin verdiği en erken tepki, varolan siyasal sınırların korunmasından yana oldu. Zira kitleleri harekete geçiren değişim arzusunun sınırları aşan niteliği, her şeyden önce uluslararası sistemin dayandığı egemen devletler düzenine bir tehditti. 

Bu bağlamda, ülkelerin teritoryal bütünlüğünün korunması uluslararası sistemin işleyişi açısından kaçınılmaz bir öncelikti ve günün sonunda görece değişim de yalnızca iktidarların el değiştirmesi üzerinden şekillendi. 

Bu çerçevede Arap Baharı’nın tetiklediği muhtemel sonuçların, şimdilik, ulusal sınırlar içine hapsedildiğini söylemek yanlış olmaz.   

Sykes-Picot’nun yüzüncü yılını tartışırken, değişim arzusunun ve ihtiyacının baskısına rağmen sürdürülen bu direnci gözden kaçırmamak gerekiyor.

En son IŞİD’e karşı yürütülen savaş, bu tespiti destekleyen bir örnek. IŞİD bir Irak sorunu olarak, tıpkı benzeri diğer gruplar gibi, yalnızca seyirlik bir malzeme konusuydu. Irak’ın kendi içinde parçalanma sürecine uluslararası sistem uzun bir süre kayıtsız kaldı. Yaşananlar sanki doğal olanın bir tezahürüydü. 

Ancak, IŞİD Irak-Suriye sınırını ortadan kaldıracak bir hamle yaparak, yönünü Bağdat yerine kuzey-batı hattındaki sınıra çevirince işler değişti. IŞİD’le mücadele için oluşturulan Uluslararası Koalisyon ilk saldırılarını Irak-Suriye sınırı tehdit altına girince başlattı ve o gün bugündür gerçekleştirilen hava bombardımanları hem Irak hem Suriye ölçeğinde ağırlıklı olarak sınır bölgelerinde gerçekleştirildi.

En son tahlilde, IŞİD’e karşı yürütülen savaş stratejisini tanımlayan çevreleme, özünde, IŞİD’i bir iç sorun haline getirmeyi hedefledi. Bugün bu hedefe büyük ölçüde yaklaşıldığını söylemek mümkün. 

Paradoksal olan ise tüm bu çabaların terörle küresel mücadele adı altında hayata geçirilmesi oldu.

Fakat "terörle küresel mücadele" konsepti de zaten sınır-aşırı bir sorunu tanımlanan kaynak ülke sınırlarına yeniden hapsetmekten ibaret. El-Kaide-Afganistan örneği bu politikanın bir başka örneği.

Bu konseptin, nihai çözüm bağlamında geliştirdiği somut bir önerme ise yok. Ve nihai bir çözüm yokluğunda tecrübe edilen de, herhangi bir iç sorunun mevcut olduğu ülkede –sorunun asıl kaynağı çoğu zaman kötü devlet yönetimi olsa da- devlet otoritesinin ve egemenlik haklarının konsolide edilmesi oluyor.

Bir başka ifadeyle, bir ülkenin dış sınırlarının güvenliği/korunması bir kez sağlandıktan sonra, o ülkenin iç güvenliğinin derinleşerek devam etmesi uluslararası sistem açısından artık bir tehdit olarak algılanmıyor.

Bu çerçeveden bakıldığında, özellikle IŞİD’le mücadele çerçevesinde görünürlük kazanan PKK’nin sınır-aşırı silahlı hareketliliğini nasıl okumak gerekiyor?

Ya da başka bir ifadeyle, sözkonusu silahlı hareketliliğin ulusal sınırlar üzerinde yarattığı baskı uluslararası sistem açısından bir tehdit midir?

Bu silahlı hareketliliği yöneten PKK uluslararası terör listesinde...

Peki PKK terörle küresel mücadelenin bir hedefi mi? 

Yoksa IŞİD üzerinden tartışacak olursak, terörle küresel mücadelede bir ortak mı?

Her ne kadar uluslararası aktörlerin resmi açıklamaları bize PKK’nin bir terör örgütü olarak tanındığını sık sık hatırlatsa da, bu sorulara net bir yanıt vermek kolay değil.

Bugün PKK, Irak-Suriye-Türkiye-İran sınır hattında her bir ülkenin egemenlik sınırlarını tehdit edecek bir kontrol gücüne sahip olmasına rağmen, uluslararası toplumla birlikte hareket eden bir güç. Ancak, yine aynı uluslararası toplumun her bir ülke ölçeğinde teritoryal bütünlüğün korunmasına destek yoluyla PKK ile dolaylı bir mücadele yürüttüğünü de gözden kaçırmamak gerekiyor. 

Aslında, Abdullah Öcalan’ın Demokratik Cumhuriyet projesinin de böyle bir gerçekten hareket ettiği söylenebilir. PKK’nin bir siyasi hareket olarak ayakta kalmasının uluslararası koşulları, silahlı bir güç olarak ulaştığı kapasite ne olursa olsun, mücadelesini bir iç sorun çerçevesine oturtma becerisine bağlıdır.

Bu çerçevede, bugün hem Türkiye Kürdistan'ı hem Rojava’da süren savaşta uluslararası toplumun oynadığı rolün, IŞİD’le mücadelede benimsenen çevreleme stratejisinden ayrıldığını iddia etmek zor. 

Son tahlilde, ABD, Rusya ya da Avrupa devletleri yine Kürt ve Kürdistan politikalarını Kürtlerin yaşadığı her bir ülke ölçeğinde ve bu ülkelerin bir iç sorunu olarak hapsetme politikasında direniyor.
Ancak, bu direnç nereye kadar sürer şüpheli. Irak ve Suriye ölçeğinde süren belirsizlik öngörülmeyen sonuçlara her geçen gün daha fazla kapı aralıyor.

Türkiye ise sınırlarının güvenliği/korunması konusunda gördüğü uluslararası desteğe karşın iç siyaset alanını tümüyle ortadan kaldırarak bu politikanın sürdürülmesini zora sokuyor. 

Bu tablodan çıkması muhtemel sonuçları tartışmak ise daha uzun bir süre anlamlı bir çaba olacağa benziyor.