Tarihî Terslik
Murat Belge

Türkiye'de solun Müslüman tabanla diyaloğu olmasını, oldukça erken zamanlardan beri, bir zorunluk olarak gördüm. Gramsci'nin dediklerini daha iyi kavradıkça, bunun önemini de daha iyi anladım.

Yeni Gündem'i yayımladığımız günlerdeydi. Yayınımızdan hoşnut olmayan iki militan ziyarete geldi. Hoşnutsuzluğun kaynağı çoktu da, önemli bir tanesi Müslümanlar'a karşı aldığımız tavırdı. Onlara yüz vermeye, göz açtırmaya falan gelmezdi. "Peki," dedim, "Olacak iş değil ama, tut ki kendini iktidarda buldun. Ne yapacaksın bu adamlara? Konuşulmaz, anlaşılmaz deyip duruyorsun. Öldürecek misin, ne yapacaksın?" Birbirlerine bakıp bilgiç bilgiç gülümsediler, cevap vermediler. "Devrimlerde hoşa gitmeyen şeyler yapmak gerekir" ifadesi ve gülümsemesiydi bu.

Teorik olarak sorununu çözmüş; bir şekilde yok edecek. Onun için bir dergi yayımlıyorsan orada "Müslümanlar'a karşı tavır" falan gibi sorunlar da olmamalı.

Ben burada hiç olmadım. Yeniden uzun teorik konulara girmek istemiyorum, ama Türkiye'de "egemen sınıflar"a karşı bir "halk ayaklanması" falan beklemiyorum. Burada ne olacaksa, Gramsci'nin sınırlarını ve araçlarını gösterdiği "siper savaşı" çerçevesinde olacak. Burada da "diyalog" gerek.

Toplumun her kesimiyle "diyalog". Şu anda Bahçeli'nin HDP'ye takındığı tavrı takınan varsa, böyle bir şey de zaten düşünülemez. Ama bunun olmadığı kesimlerde diyaloğun kendisi olmasa da kapıları açık tutulmalı.

"Herkesle" konuşmalı konuşmasına ya, bu ülkede sosyalistler Müslüman tabanla özellikle konuşmalı, konuşabilmeli.

Çünkü bu toplumda sosyalizm olacaksa, bu tabanla olacak. Sosyalistlerimizi başka bir ülkeden ithal etmek gibi bir imkânımız yok. O halde? O halde buradaki bu insanların sosyalist olmaları gerekiyor. Şimdi ve yıllardır, "ideoloji" denince zihninde "Müslümanlık"tan başka bir şey bulunmayan bu kitleler. Sosyalizmin ne olduğunu öğrenecek ve anlayacak, benimseyecek, onun için çalışacak v.b. Bunu bu kitleler yapacak. Plajlara hücum edip de "vatandaş"ın denize girmesine engel olan bu "halk" yapacak bu işleri.

Onun için de sürekli diyalog gerekli. Sosyalist bu kitleye hiçbir şey anlatamıyorsa, Tayyip Erdoğan'ın "malı alıp götürmesi" de son derece doğal. Din değil mesele. "Sen ve ben aynıyız" demeyi biliyor Erdoğan. Bunu "Erdoğanca" diyor ve kitleleri buna göre yönlendirebiliyor. Bunu "sosyalistçe" söylemenin yolu henüz bulunmadı, çünkü zaten henüz aranmadı. Altmışlarda TİP'le yapılan başlangıç orada kaldı. Oysa her şeye rağmen parlak, umut verici bir başlangıçtı o. Elbirliğiyle berhava edildi.

Böyle bir taban üstünde Tayyip Erdoğan tarzında, üslûbunda bir hegemonya kurulmasına karşı mücadele etmek gerekir. Ama bunun yolu, sürecin birinci saniyesinde "Bunlar kötü!" diye bağırmak değil. Çok söylendi ama gene söylemek gerek: "Duran saat" yöntemiyle, her an, her durumda aynı şeyi bağırmakla olacak bir şey değil. Yapılan her şeye "kötü" diye bağırmakla olacak bir şey değil. Bu, "siyasi mücadele" değil.

Türkiye'yi Avrupa'da başka ülkelerden çok İtalya'ya benzeten tarihî etkenler vardır. Koyu Katolik İtalya'da Hıristiyan Demokratlar kapitalizmin bir numaralı partisidir ama aynı zamanda "popülist" bir partidir. Çünkü İtalya da, Türkiye de, "transformismo" denen parlamenter yapılanmanın ürünüdür: siyasi iktidarı ele geçirip ekonomik nimetleri paylaşma politikası.

Ancak İtalya'nın geçmişinde Komünistler'in ve Hıristiyan Demokratlar'ın yanyana dövüştüğü bir olay var: Mussolini'nin davet ettiği Alman Naziler'e karşı.

Nicedir unuttuğumuz Don Camillo-Peppone hikâyesi (hikâyenin Katolik perspektiften anlatılışı) bu malzemeyi kullanırdı. Onların bu hikâyelerini yazan Guareschi uydurmuyor, İtalya'nın gerçekliğinde bulunan bir şeyi yazıyordu.

Berlinguer de bu temel üzerinden tarihî uzlaşmasını öneriyordu: Komünistler ve Hıristiyan Demokratlar arasında tarihî uzlaşma. Başta Amerika, Gladio v.b. bu girişim boğuldu (Aldo Moro'nun öldürülmesi v.b.). Şanlı İtalyan Komünist Partisi kuşa döndürüldü.

Türkiye'de sosyalistler ile Müslüman taban arasında birtakım diyalog kanallarının açık olması, Tayyip Erdoğan'ı en fazla rahatsız edecek şeydir. Ne zamandır böyle bir zemini yok etmek üzere elinden geleni yapıyor.

Yalnız Tayyip Erdoğan değil o zemini yok etmek isteyen. Humeyni de aynı şeyi yapmıştı; Bin Ladin de aynı yere ateş etmişti.

Ve burada kendini solda bellemiş birçokları da, gösterdikleri tavırlarla, aynı yeri tabu ilân etmekteler, diyaloğu "suç" saymaktalar. Ve böylece, Erdoğan'ın çoğunlukçu İslamofaşist girişimini destelemekteler. Yaptıklarına inandıkları şeyin tam tersi!