Küba Haddini Bilsin!
Polat S. Alpman
Türkiye uzun süredir siyasal ve sosyal krizler nedeniyle yorulmuş, enerjisini büyük ölçüde yitirmiş bir ülke. Ülkenin sürüklenmekte olduğu belirsizliği netleştirmeye, istikamet kaybını engellemeye yönelik her türden girişim ise daha başlamadan sakatlanıyor. Çoğumuzun hissettiği üzere krizlerle yaşamak, böyle yaşamaya alışmak, Türkiye’deki yaygın yaşam biçiminin raconu haline gelmiş durumda. Bu nedenle ortalama bir Türkiye vatandaşını, yani biz yurdum insanlarını gerçekten, şöyle esaslı bir biçimde şaşırtabilecek herhangi bir şeyin olabileceğinden artık emin değiliz.

Bu nedenle her geçen gün birbirinden tuhaf haberlerle güne başlamak artık vaka-ı adiyeden sayılabilir. Örneğin nöroloji alanında ihtisas yapmış bir profesör kedisini boğduğundan şüphelendiği köpekleri bıçaklayabilir ya da seyir halindeki metrobüsün yolcusu şemsiye ile şoföre saldırabilir. Hiç olmadı, toplu taşıma aracında seyahat ederken kılık kıyafetinizden hoşlanmayan biri size uçan tekme atmaya kalkabilir. Bunu duyan en süper yetkili kişiler, mesela bir başbakan, tekme atmanın yanlış olduğunu, doğrusunun mırıldanmak olduğunu söyleyebilir. Bütün bu çarpıklıklar olağanlaşırken paçavra haline gelen siyasal alan kelimenin gerçek anlamıyla çürüyebilir ve dahası bütün bu belaların, rezaletlerin, yozlaşmanın nedeni olarak ‘üst akıl’ denen o mendebur şey gösterilebilir.

Türkiye’deki toplumsal alanları zapt-u rapt altına alarak terbiye etmeye çalışan siyasal erkin sahip olduğu toplumsal ufkun, her kesimi ama en çok kendi tabanını dejenere etmesinin bilançosunun çok küçük bir kısmından söz ediyoruz. Bütün bu keşmekeş içerisinde yurttaşlara verilen en hayırhah vaat ise bir gün memleket olarak çok büyüyeceğimiz ve bütün bunların geçeceği, çok da şey etmemek lazım geldiği, aslında büyütülecek bir şey olmadığı, olup biten her şeyin suçlusunun içerdeki ve dışardaki hainler, kötüler ve yine az önce bahsi geçen üst akıl olduğu vs.

İyi ama bütün bunların yazının başlığında yer alan Küba’yla ne ilgisi var?

Bunların Küba’yla değil umutla, insanlığın bitmeyen eşitlik, özgürlük, adalet arayışıyla ilgisi var. Bu nedenle Camilo Rodriguez isimli Kübalı ya da Küba’dan bir doktorun akciğer kanserinin tedavisi için bir ilaç geliştirdiğini söylemesinden hemen sonra “orada bir komünizm var, uzakta” ezgisinin dile dolanması tesadüf değil.

Küba, Amerika Birleşik Devletleri’nin hemen altında yer alan bir ada. Türkiye’nin yaklaşık 1/7’si oranında toprak parçası büyüklüğüne sahip adanın nüfusu ise Türkiye’nin yaklaşık 1/8’ine karşılık geliyor. Ekonomik büyüklük açısından ise aramızdaki fark yaklaşık 1/15 oranında. Türkiye ile arasındaki farklar rakamsal olarak daha da çoğaltılabilir. Örneğin son 40 yıldır büyük bir ciddiyetle uluslararası sermaye ile entegre olmaya çalışan Türkiye, 176 ülke arasında yapılan mutluluk endeksine göre 133. sıradayken Küba 83. sırada. (Özetle büyüklük her zaman mutluluk getirmiyor).

Küba’yla ilgili ahkam kesecek bilgiye sahip değilim ve ‘Küba komünist midir, değil midir’ gibi bir tartışmayı da harlamaya çalışmıyorum. Hatta “yalnız ve güzel ülke” romantizmiyle Küba’da olmayan bir şeyi ona yüklemek derdinde de değilim. Dünyanın en uzun süreli ambargolarını yarım asırdan daha fazla yaşamış bir ada olarak Küba’nın ekonomik bir model üretebileceğini öne sürmenin abartılı bir naiflik olacağını düşünüyorum. Yine de, yoksulluktan mustarip olmasına rağmen, hemen yanı başındaki küresel heyulanın yörüngesine girmek yerine bambaşka bir umudu taşıyabilmesini takdirle karşılamak gerekir. Çünkü asıl ilginç olan Küba’nın sinesinde taşıdığı idealin ezilenler için hala bir umut üretebilmesidir. Bazılarının Küba’ya olan öfkesinin, nefretinin altında yatan şey işte bu umut.

‘Yoldaş’ Camilo Rodriguez mucidi olduğu kanser ilacı için “ya bedava olacak ya da en fazla 1 dolar” demiş. Uluslararası ilaç sermayesinin tehditlerinden korkmadığını, asıl onların korkması gerektiğini de eklemiş. Yoldaş Camilo, sağolsun. Bu dünyada bir şeylerin ters gittiğini gösterebilmenin harika bir yolunu bulmuş. Her şeyin (ama her şeyin) iktisadi bir denkleme oturduğu ve alınıp-satılabildiği bir dünyada akciğer kanseri gibi ölümcül bir hastalığın karşılıksız, bilâbedel tedavi edilebilmesinin mümkün olduğunu hatırlatması, böyle bir umudu diri tutmaya çalışması bile başlı başına değerlidir. Eh, ne de olsa Küba, rahmetli Che’nin ülkesidir.

Küba kendi sınırlarının bile dışına umut vermeye devam ededursun, bizim buralarda ise en çok ve en hızlı tükenen şey umut. Bunun neden böyle olduğunu çoğumuz biliyor. Eğitim ve hukuk sistemi çökmüş, toplumsal çöküş ise zirve yapmışken umuttan söz etmek kolay değil. Bunların üstüne bir de OHAL’in suiistimal edilmesi ile Suriye topraklarında savaşa girmeyi eklediğinizde ortaya çıkan manzara önümüzdeki sürecin nereye doğru ilerlediğine ilişkin güçlü işaretler içeriyor. Karamsarlığa neden olan bu kadar gelişmeye rağmen bir umut aramak beyhude bir çaba mıdır? Bu sorunun bir cevabının olup olmadığından artık emin değilim ama memlekette her şey sarpa sarmış ve işler kötü gidiyor olsa da umudunu kaybetmemek gibi bir ödevimiz olduğunu düşünüyorum. 

Buradaki tek sorun umudu yeşertecek bir iklim yaratabilmekte...