Alelacayip Bir Teklif
Polat S. Alpman

Türkiye’de siyasal alanın, toplumsal kesimleri, talepleri ve gerçekliği yansıtmaktan uzaklaşmakla birlikte ciddi ölçüde daraldığı ifade edilebilir. Herhangi bir toplumda siyasal alan genişledikçe toplumsal kesimler seslerine karşılık bulur, daraldıkça hukuk, siyaset, din, aile gibi toplumsal kurumlar kaçınılmaz olarak yozlaşır. Türkiye’de siyasal alanın daralmasının dramatik örneklerinden biri, adaletin tecelli etmediği konusunda ma’şeri vicdandaki yerini korumaya devam eden, Ensar Vakfı’ndaki tecavüz olayları ve bu durumun ortaya çıkmasından sonra yaşanan gelişmelerdir. Karaman’da Ensar Vakfı tarafından kullanılan evlerde gerçekleşen 45 çocuğa tecavüz olayının faili cezalandırılmış olsa bile bu olayın gerçekleşmesine zemin hazırlayan sürecin hesabının sorulmamış olduğu konusunda yaygın bir kanaat bulunuyor. Çünkü böylesi bir konu bile siyasal alandaki daralmadan nasibini aldı ve hiçbir şey tartışılmadan, sanki mesele iktidar-muhalefet meselesiymiş gibi değerlendirilip savuşturuldu. [1]

Cinsel istismar konusuyla ilgili son düzenleme teklifi de böylesi bir politik ahlakın ürünü... İslamcı, muhafazakar, milli ve yerli olduğu konusunda hiç kimsenin onayına ihtiyaç duymayan bir iktidar döneminde kadın ve çocuk politikalarının bu kadar pespaye ve utanç verici meseleler üzerinden tartışılmasının nedenlerini açıklamak kolay değil. Toplumsal konularla ilgili hala duyarlılık gösterebilecek kadar erdemi ve cesareti kalan kişilerin öfkelenmesine ve tepki vermesine neden olan Cinsel İstismar düzenlemesinin gerekçelerinin ikna edici olmamasının nedenlerinden biri de hükümetin kadın ve çocuk gibi konularla ilgili perspektifinin önemli ölçüde daralmış olması. Bu nedenle düzenleme teklifine ilişkin ortada bir hikaye var ama bu hikaye ile düzenleme teklifi arasında anlamlı bir ilişki yok.

***

5 AKP milletvekilinin TBMM Genel Kurulu’nda görüşülen kanun tasarısının geçici maddesine eklenmesini istedikleri ve neye hizmet ettiği konusunda hayli şüphe uyandıran teklifin bir infiale dönüşmesi Türkiye’deki siyasal alanın daralmasının sonuçlarından sadece biri. İlgili yasaya büyük bir hoyratlıkla eklenmesi istenen fıkra, “16 Kasım 2016 tarihine kadar işlenen cinsel istismar suçunda, mağdurla failin evlenmesi” durumunda cezanın ortadan kaldırılmasını; dahası suçu işleyen fail ile “...suça azmettiren veya işlenişine yardım edenler hakkında kamu davasının düşmesine veya infazın ortadan kaldırılmasına karar” verilmesini istiyordu. Yapılmak istenen bu değişiklikle 15 yaş altındaki çocuklara yönelik taciz ve tecavüz gibi cinsel istismar suçlularının, cinsel istismara uğrayan mağdurun rızası ile sağlanan evlilikler yoluyla aklanmaları ve cezasız kalmaları öngörülüyordu.

Cinsel istismar suçlamasıyla yargılanan ya da hükümlü olan erkek (ya da erkeklerden biri), kız çocuğunun -Adalet Bakanı Bozdağ’ın ifadesiyle “küçüğün rızasıyla” evlenecek olursa kendisini (ve eğer varsa suça iştirak eden diğer erkeklerin ve kadınların hepsini) hukuki olarak yaptırımdan kurtaracaktı. Ancak öngörülen yasa tasarısı, bunu sadece 16 Kasım 2016 tarihine kadar diyerek sınırlandırarak bir defaya mahsus çıkartılmış izlenimi vermek istiyor. Yani bu tarihe kadar işlenen cinsel istismar suçları için geçerli olacak. 16 Kasım 2016 tarihinden sonra işlenen suçlar için böyle bir uygulama söz konusu olmayacak denilse de eşitlik ilkesi gereği bu kanunun uzatılması gerek.


Peki neden?

Çünkü toplumda kanayan bir yara var ve hükümet üyelerine göre bu yasa kanayan bu sosyal sorunu çözmek için çıkartılıyor. Nedir bu kanayan yara? Örnek verelim ve diyelim ki kız çocuğu ailelerin karşılıklı rızasıyla evlendirilmiş ve çocukken hamile kalmış, hastanedeki doğum esnasında ilgili doktor görevi gereği ihbarda bulunmuş ve böylece durumdan haberdar olan kamu otoritesi hukuki süreç başlatmış; devamında ‘cinsel istismar’ ve ‘kişiyi hürriyetten alıkoyma’ ile başlayan bir dava silsilesi başlamış. Hükümetin açıklamasına göre cinsel istismar, yani tecavüz suçlusu erkeklerin evlilik koşuluyla salıverilmesini hedefleyen düzenleme, işte bu mağduriyeti gidermeyi, bu kanayan yarayı durdurmayı hedefliyor.

İyi niyet karinesini biraz daha zorlayarak açıklamayı pekiştirelim: Örneğin 14 yaşındaki bir kız çocuğunu askerden gelen akrabasıyla evlendiren aileler, düğün-dernek kurup devlet erkanı ile birlikte hakimi, savcıyı, kaymakamı ve karakol komutanını davet ettikleri düğünde halay çekerek kutlama yapar. Ancak daha sonra bu kız çocuğu, doğum yapmak için hastaneye gittiğinde cinsel istismarı fark eden yetkililer konuyla ilgili işlem yapılmasını sağlar ve bundan dolayı da aileler mağdur olur. İşte bu düzenleme ile bu mağduriyet gideriliyor. Ancak kötü niyetli muhalifler bunu çarpıtarak sanki tecavüzcülere, cinsel istismardan dolayı yargılanmakta olan ya da hüküm alan erkeklere af getiren bir düzenleme gibi sunuyor, oysa gerçeğin bununla ilgisi yok!

Hükümet açısından ikna olunması istenen hikaye bu. Yani aslında hükümet, hukuki bir sorunu sosyal ve kültürel dokuyu da dikkate alarak çözmeye çalışıyor. Fakat yapılacak olan düzenlenme bu hikayeye pek uymadığı ve hükümetin kendinden başkasını dinlemek, anlamak konusunda pek istekli olmadığı bilindiği için insanlar ellerinde kalan yaşam parçalarına sıkı sıkıya tutunup itiraz etmeye, seslerini yükselmeye başladı. Böyle olunca hükümet kendini kamuoyuna açıklama yapmak zorunda hissetti.

Hükümetin kamuoyuna tekrar ve tekrar yaptığı açıklamalara bakıldığında evlilik yaşında olmamalarına rağmen evlenmiş kişilerin ve bu evlilik dolayısıyla buna sebep olanların cezalandırılmalarından kaynaklanan mağduriyeti gidermekten söz ediliyor. Oysa yasa sadece bu soruna ilişkin bir çözüm üretmiyor. Hatta bu sorunun toplam içerisindeki oranının oldukça düşük olduğu tahmin ediliyor. Yasa teklifinde, cinsel istismara maruz kalan küçüğün, rızası ile gerçekleşecek olan evlilik sayesinde cinsel istismar, yani tecavüz suçlusunun cezasının şartlı affedilmesi şart koşuluyor. Burada küçüğün rızası denilerek anlatılmak istenen mağdurun, mağduriyetinden razı olması, başına gelen fenalığı bir kader olarak benimsemesi ve bu mağduriyeti belki de bir ömür yaşamaya devam etmesi, buna razı olması. Çünkü ortada henüz bir evlenme, evlendirilme yok! Ancak eğer yasa bu haliyle komisyondan geçip Meclis eliyle yasalaşırsa olacak olan bu. Ve’lhasılı nerden baksan tutarsızlık, nerden baksan...

Böyle bir suça, nasıl bir toplumsal travmaya neden olacağını düşünmeksizin mağdurun olan çocuğun rızası şartını koymak Türkiye’deki siyasal aklın toplumsal ufkuyla ilgili eleştirilerden önemli ölçüde nasibini alacaktır. Ancak bu eleştirilerden bağımsız olarak temel bir ilke olarak rüşt olmadan rıza olmayacağının altını çizmek gerek. Reşit olmadıkları için oy kullanamayan, ehliyet alamayan, tek başına yaşamasına izin verilmeyen çocukların karı-koca, anne-baba gibi rolleri yerine getirip getiremeyeceğini tartışmak saçmalığın daniskasıdır.

Fakat keşke dert bu kadar olsa...

***

Türkiye’de çocuk istismarı yaygın ancak bu durum, istismarı yasalara uydurmaya, bu istismarın doğru ve kabul edilebilir bir şey olarak kabul etmek anlamına gelmez. Kaldı ki Türkiye, hem aile kurumu hem de evlilik prosedürü konusunda sadece hukuki yönden değil sosyal ve kültürel açıdan da çok fazla soruna sahip ülkeler arasında yer alıyor. Örneğin resmi evlilik yaşı 18 olmasına rağmen ailenin rızasıyla 17 yaşında da resmi nikah yapılabiliyor. Mahkemelerin uygun görmesi, yani razı olması durumunda 16 yaşında bile resmi olarak nikah işlemi yapılabiliyor. Dolayısıyla ‘erken yaşta evlilik’, ‘çocuk gelin’ gibi isimler verilerek yumuşatılmak istenen durum, Çocuk İstismarı olarak kanunda yerini alan suçun kendisi. Ancak toplumun belli bir kesimi açısından çocuk istismarına ilişkin duyarlılık kültürel setlerle sınırlandırıldığı için çocukların evlendirilmesi toplumun bir kısmında sosyal-kültürel olarak karşılık bulabiliyor.

Herhangi bir uygulamanın ya da davranışın toplumda karşılık bulması, gelenek olarak kabul edilmesi, kültürel olarak sürdürülmesi o geleneğin, uygulamanın ya da davranışın hayırlı bir şey olduğu anlamına gelmez. Örneğin gelenek, düğün gibi kutlamalarda silah kullanmanın bir sevinç göstergesi olduğunu, öğretmenin vurduğu yerde gül biteceğini, dayak atmanın ya da ağacı yaşken eğmenin iyi bir eğitim yöntemi olduğunu söyleyebilir. Ancak hayatın diyalektiği değişimi zorunlu kılar ve bir akış içerisinde bu tür edinimlerin değişmesi gerekir. Bugün makul kişilerden hiçbiri çocuğunun öğretmeni tarafından dövülmesini onaylamaz. Bu nedenle eğer kişiler gelenek, din ya da kültür adına bu tür davranışlar sergilerse hukuk devreye girer ya da en azından devreye girmesi ve bu davranışları engellemesi beklenir. Sonuç olarak her gelenek, kültürel davranış ya da benzeri edinimler, sadece kültür ya da gelenek olduğu için doğru olmaz ve kimi zaman topluma ve toplumun üyelerine zarar verir. Bu gibi kültürel öğretiler ya da davranışlar “zararlı kültür” olarak kabul edilir ve terkedilmesi için özel uğraşlar verilir.

Reşit olmayan kişilerin kendilerinin, ailelerinin ya da ahalinin rızası ile evlendirilmiş olması hukuki açıdan bu durumu meşrulaştırmaz, bu nedenle de Cinsel İstismar kapsamına alınır, alınmalıdır. Ancak sosyoloji, burada gerçekleşen hadiseyi sadece hukuki anlamda cinsel istismar klasörüne atmakla yetinemez. Aileler 14 yaşındaki kız çocuklarını bazı sosyal ve kültürel motivasyonların etkisiyle evlendirmeye çalışıyor olsa bile bu durum, “dinimize göre caiz”, “kültürümüzde böyle” ya da “benim annem de 13 yaşında evlenmiş, ne var” kolaycılığıyla geçiştirilemez; ‘zararlı kültür’ bahsinin asıl temas ettiği yer burasıdır. Türkiye’de azalarak bitmesi gereken bu ve benzeri zararlı kültürlerin azalmaması bir yana artarak devam etmesi bile başlı başına bir krizdir.

Bundan daha kötüsü, çocuklara yönelik bu tür cinsel istismar hadiselerine karşı olmayı ve çocukları korumaya yönelik gayretleri “Batılı değerler, Batı kültürü” diyerek küçümsemeye çalışmaktır. Çocukların istismar edilmesiyle mücadele etmeyi batılılık, Avrupaîlik, kültürel yozlaşma ya da siyasal alanda gerçekleştirilemeyen muhalefetin sosyal alanda yakaladığı bir fırsatçılık olarak sunmak, oldukça ağır bir kompleksin dışavurumundan başka bir şey değil. Bundan daha pespaye tavırlar ise muhafazakar kalıplara uymadığı varsayılan tutum ve davranışlar ile çocuk istismarını karşılaştırarak muhalif olarak bellenen kesimlere ikiyüzlülük isnat etmektir: “13 yaşında flört etmek serbest ama 17 yaşında evlenmek yasak, s.çayım sizin modernliğinize” ve benzeri ifadelerdeki seviyesizliğin, ruh düşüklüğünün arkasında memleketin her sathına yayılan haset kültürü kadar yozlaşan toplumsal dokudan sızan cerahatin izleri bulunur. [2] Bu tür tepkiler muhafazakar bir kılıkla ifade ediliyor olsa bile düpedüz yoz ve lümpen bir kültürün göstergelerinden öte hadiseler değil.

Aslında kız çocuklarının evlendirilmesi konusunda, yani çocuk istismarına yönelik bu normalleştirici bakış açısının, gerçek anlamda muhafazakar olanları çileden çıkartmaması mümkün değil; ancak Türkiye’de baskı altında olan kesimlerden birinin de kelimenin gerçek anlamıyla muhafazakarlar olduğunu unutmamak lazım. Muhafazakar kesimler kendi beklentilerinin ve gelecek projeksiyonlarının oldukça uzağına düştüklerini farkında olmakla birlikte buna itiraz edebilecekleri gerçek bir mecraya sahip değiller. Haliyle iktidarın ürettiği söylem sarmalının baskısı altında şekillenen bir dil ve retorik kalıbına sıkışmış durumdalar ve o fanus içerisinde nefes almaya çalışıyorlar. Zor bir durum... Buna rağmen cinsel istismara uğrayan kız çocuğunun istismar eden erkekle evlendirerek sosyal sorunları çözmeye çalışan bir politik aklın sığlığına kapıldıkları da vakıa. Yoksa muhafazakar kesimlerin de gayet farkında olduğu üzere ailenin, mahkemenin, küçüğün rızası denilerek yutturulmak istenen zokanın razı olmakla değil, Türkiye’de büyük ölçüde aşındırılan medeniyet ideallerinin ve yozlaşan toplumsal değerlerin, toplumu bir bütün halinde aşağı çekmesiyle ilgisi var.

Şimdilik komisyona gönderilen bu düzenlemenin neden bu haliyle teklif edildiğini belki de hiçbir zaman tam olarak bilemeyeceğiz, ancak özellikle konu çocuklar olduğunda herkesin ve her kesimin duyarlı olduğunu, olması gerektiğini ilkesel olarak kabul etmek gerek. Bu konuda kimsenin ahlak yarıştırmasına gerek yok. Şu an için gerçek olan durum, Türkiye’de pek konuşulmayan çocuk işçiliğinin ve çocuklara yönelik cinsel istismarın önlenemediği, tam aksine bu suçların arttığı, çocukların eğitilemediği ve eğitimdeki başarı oranının gittikçe düştüğü, çocuklara yönelik sosyal politikalarda çocukların üstün yararının değil ailenin, aile bütünlüğünün ön plana alındığıdır. Bu nedenle egemenler ve politik akıl, topluma ve bireye zarar veren gelenek ve kültürü pekiştirmek yerine bunların ortadan kalkmasına vesile olacak politikalara yönelmediği ve hatta bunlara yaslanmaya devam ettiği sürece, her konuda var olan istismar, odadaki fil olarak yerini korumaya devam edecek.
[1] Burada 12 Mart 2016 tarihinde Serbay Mansuroğlu imzasıyla yayımlanan “Karaman'da 45 erkek öğrenciye tecavüz!” haberinin ilk 12 günlük bilançosu var. Olayın nasıl ortaya çıktığı ve verilen ilk tepkileri hatırlamak için yeterli olacaktır: link

[2] Ailesi Nevşehir’de yaşayan, kendisi Aksaray’daki bir lisede öğrenci olan Mihriban’ın yaşadığı trajedi ve sonrasında, 17 Kasım 2016 tarihinde, yaşamını kaybetmesi böylesi bir karanlığın sonucu: link