Nezaket
Sema Aslan

Nezaket, nezaketsiz eylemlere kıyasla mı tanınır? Nezaketi ancak nezaketsizliği görünce mi hatırlayıp özleriz? Yoksa nezaket, sadece nezaket midir? Yani Behçet Necatigil’in söylediği gibi nezaket, naziklik midir? Şair, “başkalarına saygılı davranan kimseye nazik insan deriz” diyor. Ama belki de nezaket, tam da nezaketsiz eylemler sebebiyle bir yeniden tanınmaya ihtiyaç duyuyordur? Peki, münasebetsiz zamanlarda nezaketi düşünüp onu yeniden tarif etmenin herhangi bir politik hamleye faydası dokunur mu? Diğer taraftan nezaketsizliğin kendisi pekâlâ bir politik hamleye dönüşebiliyor. Çok büyük ihtimalle bu nedenden ötürü nezaketsizlik, kimi kurban ettiğini umursamadan evlere şenlik bir kıvamla akmayı hep sürdürebildi, sürdürebiliyor.

Bir kişiye, bir topluluğa, bir kuruma yapılmış nezaketsizlik başka nezaketsizliklerin kapısını ardına kadar açabilecek kuvvette. Çünkü yapısında kendini doğaçlayabilme gücü var. Onun meskeni uyumsuzluk ya da kabalık değil; onun meskeni çatışma ve kin. Nezaketsizliğe en çok kurban edilenlere bakınca, bu çatışma ve kin hali bütün şüpheleri ortadan kaldırıp parlayıveriyor. Sosyal medya, nezaketsizlerin en kolay saptanabileceği yer. Nezaketsizliğe şaşırma hali ise ancak, “acaba hesap trollenmiş mi?” ağırlığında. Trollenmemiş, diline bir şey olmuş. 

Mesela kadınlar ve feministler, sırf hareket olsun diye nezaketsizlik eyleyenlerin hemen ilk yöneldikleri arasında. Çünkü münasebetsiz zamanlarda konuşulmayacak, konuşulmaması gereken şeyler var –bu iddiada herkes, neredeyse tüm farklı kesimler ortaklaşabiliyor. Bu yüzden feminist itiraz, feminist öneri, feminist yaklaşım nezaketsizliğe kolayca kurban edilebilir. Feminist örgütleri tanımıyor, feminizmi bilmiyor olmak da ‘zaten’ bir açıklama yerine geçebilir: “Zaten bilmiyordum, zaten ilgilenmiyorum bütün bu feminizm hikâyesiyle, yani zaten feminizm ve feministler…” Ve belki de çoğu kez esas mesele, nezaketsizlik içindeki kişinin kin güttüğünü peşin peşin bilerek konuşuyor olmasıdır? Çünkü ‘bütün bu hikâye’ denilen ve görmezden gelinen şeyler aslında çok nazik bir konuma işaret ediyor(dur). Ve görmezden gelinenlerin toplaştığı bir yer mutlaka olmalı(dır). Ki eşitlik, adalet ve dayanışma o yerden doğacak(tır). 

Galiba nezaket, iyi kötü bir beklentiye işaret ediyor ve belki bir ön kabule dayanıyor. “İnsanların bana nazik davranmasını istiyorum” ve “nezaket talep etmek bir haktır” mealinde. Şimdi, dünyanın şu gününde böyle bir beklenti biraz yersiz, hatta nahif kaçar gibi duruyor. Sanki nezaket alelade bir kelime olarak kalsa, yeğ olacak. Ama belki de nezaket talep etmenin tam zamanı çünkü bu talep, bir sınıra ve mesafeye de çağrıdır ve bu çağrıda özgürlük aranabilir.   

Nezakete incelik, mesafe ve uzaklık, sınır ve sınır aşımı, makul olan ve olmayan, ikiyüzlülük ve eşitsizlik eşlik ediyor galiba. (Necatigil edep, terbiye, hayâ, izan ve patavatı kullanmış eşlikçi olarak.) Bir de klostrofobik kuşatmalarla edilginleştirilen insanların kendilerine ve yaşadıkları evrene nazik olma iddiasını kaybetmeye doğru apar topar yuvarlanması var. Hem sözlük karşılığı hem de kullanımı / gösterimi sırasında içeriğini oluşturan imalar manasında. (Bütün bu imaları ayrı ayrı düşünmeyi sağlayan bir yığın ihtimal, twit, televizyon programı, spot ve politikacı var.)   

Nursel Duruel’in “Nereye” öyküsünde nezaket bir öykü kişisinin bir diğeri hakkındaki izleniminde uzaklık olarak ifade buluyor. İki kadından biri, diğerini neredeyse itham eder gibi, nazik olarak niteliyor: “Oldum olası ısınamamıştı bu kıza. Hep nazik, hep güleryüzlü ve hep uzak…” Füruzan’ın “Tokat Bir Bağ İçinde” öyküsünde incelik ve ikiyüzlülük aynı cümle içinde, birbirinin yerine geçebilir biçimde kullanılıyor. Gittiği Fransız okulunun eğitim anlayışını anımsayan karakter, okulun içindeki kutsal havayı perçinleyen detayları anlatırken “ikiyüzlülük ya da incelik diyebiliriz, orada öğrenilmeye başlar, güçlendirilir” diyor. Eşit olmayanların birbirlerine karşı nazik olmaları biraz karmaşık bir konu; Birhan Keskin’in “Öteki” şiirindeki seslenişi, küçük bir kapı aralıyor gibi: “Ah siz, nasıl da ‘Siz’siniz buram buram, onlar avam. / Bu cahilin, yoksulun, barbarın ışık neyine, onlar ziyan!” 

Bir süredir doğrudan ya da dolaylı bir şekilde karşılaştığımız nezaketsizliğin olası kaynaklarını araştırmalı mı, buna sahiden gerek var mı? Belki de nezaketsizlikle değil, capcanlı bir nezaketle uğraşmak daha çok güç verir? Çünkü nezaketi politik bir tavır olarak benimsemek, bütün soru işaretleriyle birlikte mümkün olabilir.