Hiç Farkı Yoktur
Tanıl Bora

Dışişleri Bakanı Çavuşoğlu: “Bize göre Türkiye'deki OHAL’le Fransa'daki OHAL arasında fark yoktur,” demişti hatırlarsınız. Olağanüstü rejimlerde bile mahfuz olması gereken çekirdek hakların hiçe sayılması veya sayılmaması arasında mesela, bir fark görmeyecektik buna göre.

***

Bütün “terör örgütlerini”, “hepsi aynı” sepetine atmak, çoktan otomatiğe bağlanmış durumda. Yine Dışişleri Bakanı Çavuşoğlu, 26 Nisan’da “bize ve bizim tüm ortak değerlerimize bir tehdit oluşturma”ları itibarıyla “DAEŞ, El Kaide, PKK, PYD ve DHKP-C arasında hiçbir fark” olmadığını söylemişti. Ahmet Davutoğlu Başbakanken, 5 Nisan’da “‘Paralel Yapı ile terör örgütü PKK arasında fark bulunmadığını” açıklarken, ortak paydayı “Türkiye’yi tökezletmek isteyen odakların taşeron olarak kullandıkları birer kukla” olmalarıyla tanımlamıştı. AKP Karabük Milletvekili Mehmet Ali Şahin 25 Temmuz’da “Terörist başı Abdullah Öcalan ile Fethullah Gülen arasında ne fark var, fark mı var?” diyerek ‘açmış’ bunu. Genel Başkan Yardımcısı Yasin Aktay, 21 Ağustos’ta “DAEŞ’le PKK arasında hiçbir fark” olmadığından herkesin emin olmasını istemiş: “DAEŞ’in ipini biraz takip ettiğinde öbür ucunda PKK çıkmaktadır, başka bir ucunda FETÖ, başka bir ucunda başka başka örgütler çıkmaktadır”. Cumhurbaşkanı Erdoğan da aynı denklemi kuruyor: “FETÖ ile DAİŞ arasında hiçbir fark olmadığını”, “PKK’nın saldırılarının arkasında FETÖ olduğunu anlamak için kâhin olmaya gerek yok” (18 Ağustos).

Burada dikkat çekici olan, bu yapıları hukukî-siyasî statüleri, yöntemleri, teşkil ettikleri tehdit itibarıyla veya Kötü’nün timsali addetmek bakımından ortaklaştırılmakla yetinilmemesidir. Onları bütün mahiyetleri, kaynakları, saikleri ile de “aynı”laştıran bir dil bu. Yetmiyor, hepsini doğrudan birbiriyle iltisaklandırıyor. Türkiye’ye belâ olmaya adanmış, bir merkezden idare edilen bir şebeke suretinde… Bilimsel-teorik, hukukî, siyasî, ahlâkî meseleler bir yana, bizzat profesyonel “anti-terör” aklı açısından bakacak olursak, ‘amatörce’ değil mi?

***

Yetmiyor, hasım gördüklerini de atıyorlar “hepsi bir” çuvalına. 13 Eylül’de, iktidar partisinin Meclis Grup Başkanvekili Bülent Turan’ın “Selahattin Gülen, Fethullah Demirtaş, bunların hiç farkı yok birbirinden” ‘nüktesi’ni aktarmakla yetineyim.

“Teröre destek” suçlamasının, bir trol ağı gibi toplumun üzerine atılması da bu fasıldandır. Tipik örneği, yüzlerce akademisyenin imzaladığı “Bu suça ortak olmayacağız” bildirisinin gördüğü muamele. Cumhurbaşkanı Erdoğan, Ocak ortasında bu bildiri hakkında “Terör örgütü adına elinize silah alıp kurşun sıkmakla… hiçbir farkı yoktur” hükmünü vermişti.

***

15 Temmuz’la ilgili Meclis Araştırma Komisyonu’nun Başkanı Reşat Petek’in, darbe girişiminin mana ve ehemmiyetini global kamuoyu ve ABD nezdinde anlaşılır kılmak amacıyla yaptığı bir açıklama var: “ ABD için 11 Eylül saldırısı neyse, bizim açımızdan da 15 Temmuz darbe girişimi, benzer bir terör saldırısıdır.” Sabah gazetesi, manşetinde bunu “farkı yoktur” otomatiğine bağlamış: “15 Temmuz’un, 11 Eylül teröründen farkı yoktur” (20 Ekim).

İktidar medyasının kurduğu kamusal dilde, “benziyor” veya “mukayese edilebilir” ile “hiçbir farkı yoktur”u, olsa olsa incecik bir zar ayırıyor birbirinden.

***

Bir başka müsabaka dalı, herhangi bir menhus olayı İsrail’le eşlemektir. Diyanet İşleri Başkanı Mehmet Görmez: “Gözlerden kaçıyor ama İsrail’i kuran Tevrat yorumu ile Şam ve Irak’ta devlet kurmak isteyen din yorumu (IŞİD/DAEŞ) arasında çok fark yok” demişti (6 Aralık 2014). “Hiç fark yok” değil, bari “çok fark yok”... İHH Vakfı Başkanı Bülent Yıldırım’a göre, 15 Temmuz darbe girişimi ile İsrail’in Gazze yolundaki Mavi Marmara’ya saldırısı arasında “hiçbir fark yok”tu.

***

2015 Cumhurbaşkanlığı seçimi kampanyasında da Devlet Bahçeli, “Aday Erdoğan”la İsrail Başbakanı Netanyahu arasında “hiçbir fark” görmüyordu: “Aday Erdoğan’ın gemi filosu sahibi malum oğlu İsrail ile kazançlı alışverişe devam etmekte ve kesesini doldurmaktadır. Bu şahıs için kişisel servet artışı her şeyden önceliklidir. Aday Erdoğan Kürdistan konusunda İsrail ile aynı kampta ve aynı bloktadır. Bu meyanda Netanyahu ve Erdoğan arasında hiçbir fark yoktur.” (24 Temmuz 2015)

MHP’nin “çözüm süreci” zamanlarında kurduğu “Hiçbir fark yoktur” denklemlerini hatırlamak ilginçtir. Devlet Bahçeli’nin Dolmabahçe Mutabakatı’yla ilgili açıklamasının başlığı: “Sevr anlaşmasıyla 10 maddelik ihanet metni arasında fark yok” idi (3 Mart 2015). Üç ay kadar sonra, Genel Başkan Yardımcısı Semih Yalçın: “Aslında ‘ruh ikizi’ olan AKP ve HDP’nin birbirinden farkı yoktur” demişti. 

***

Bu ideolojik tesviyecilik zanaatının İslâmi camia içi bir tatbikatından bahsedeyim. Bu, “dinlerarası diyaloga” ilgi duymaları itibarıyla, Said-i Nursî’den Yeni Asya’ya bütün ‘klasik’ Nur talebeleri çizgisi ile Gülencilik arasında “zerre fark olmadığını” işleyen söylemdir. Süleymaniye Vakfı Başkanı Prof. Abdulaziz Bayındır’ın “Fethullah Gülen ile Said Nursi Arasında Hiç Bir Fark Yoktur” başlıklı bir video klibi bulunuyor.

***

“Hepsi aynı/hiç farkı yok” dilinin, ‘vurgulamaya’ yarayan işlevini de biliyoruz. Bu dalda bir rekor olarak, Çevre ve Şehircilik Bakanı Mehmet Özhaseki’nin “PKK’lı Teröristlerin Moğollar’dan Farkı Yok” (21 Mart) sözünü aktarmakla yetineyim.

***
İktidarın karşısındakiler de, utanılacak iç tutarsızlıklara, korkunç ikiyüzlülüklere dikkat çekmek için, “hiçbir fark yok” kozuna el atıyorlar. Yerden göğe haklı olarak, günde beş vakit taşladığı şeytanın, iktidarın kendi içinde olduğunu göstermek, buna isyan etmek için… Gültan Kışanak, tutuklanmadan önce yayımlanan son söyleşisinde: “Kayyım ataması ile askerlerin darbesi arasında hiçbir fark yok, bu da askerî bir darbedir,” demişti. Veya Eren Keskin, bir söyleşisinde: “Kitlelere şu alternatif bırakılmış; ya Kemalistlerdensin ya da İslamcılardan. Oysa ikisi arasında bir fark yok,” diyordu (10 Mart 2015, T24).

***

Ulusalcı-Kemalist tesir altındaki muhitlerdeyse, IŞİD’le AKP arasında “hiçbir fark” görmeme eğilimi, pek marjinal değildir. (Emekli Tuğamiral Türker Ertürk, “Emperyalizmin alt yüklenicisi olmak” bakımından IŞİD, PKK ve AKP arasında “zerre kadar fark” görmüyor.)

***

Elbette, bu yaygın “Hiçbir farkı yoktur” tesviyeciliğinin, öncelikle mahut siyasî kutuplaşmayla ilgisi var. Siyahla beyaz, her zamankinden daha siyah-beyaz. Nazi âkılı Carl Schmitt’in şöhretini borçlu olduğu, politikayı dost-düşman ayrımına kilitleyen felsefenin popüler kültür haline geldiği bir vasattayız.

“Hiçbir farkı yoktur”larla, dünyanın bin bir müşkülünü, bin bir teferruatını ‘açıklamak’ çok kolay. Gerçekten anlamaktan korkarak, dünyayı bildiğine sabitleyen bir çapa... Zaten bir ruh haliyle, korkularla ve hınçlarla da ilgili, bu kitlenme. “Bütün dünyaya karşı biz” koçaklamasına uyuyor. Serdengeçtiliği, bizzat bir ‘argümana’ –tek argümana!– dönüştüren ruh haline uyuyor.

*** 

Kaçınılmazdır, anlaşılır, ‘doğal’dır – ve böylelikle hegemonyanın da bir arazı olmuyor mu bu? Kimseye kendi farkının haysiyetini bırakmayan bir “Hiçbir fark yoktur” salgınına dönüşen dil, mesela, hegemonik bir illeti yaymıyor mu? Hâkim dilin bulaşıcılığını, tabii âfet mi sayacağız? 

Carl Schmitt kadar meşhur olmayan bir başka Alman düşünür, Oskar Negt, politikayı tefrik etme kabiliyeti olarak tanımlar. Ayrım yapmanın başka bir usulü bu: her durumda, her bağlamda, her öznede ayrımlara –evet, mümkünse incelerine de– dikkat eden, bu dikkatte ısrarlı bir tavır. Evet, takat istiyor, metanet istiyor. Bir farkımız olacaksa…