Otoriter Popülizm ve Toplum Mühendisliği
Barış Özkul

Batı’da otoriter popülizm olgusuna ilk dikkat çekenlerden biri Stuart Hall’du. Hall, daha 1980’lerde otoriter popülizm teşhisi koyduğu Thatcher iktidarının İngiliz işçi sınıfının desteğini nasıl kazandığını anlamaya çalışırken birtakım Althusserci terimlere başvurmuştu.

Thatcher, büyük madenci grevinde bir “iç düşman” tesbit etmişti. Falkland Harekâtı sırasında birlik-beraberlik ve yurtseverlik çağrıları yapmıştı. Şoven popülizmin önemli bir yakıtı, tarihte tutamak noktaları bulmaktır. Thatcher da İngiliz toplumuna muhafazakâr Viktoryen değerlerin anlam ve önemini hatırlatmış; bunları sağduyunun şaşmaz ölçütleri olarak sunmuştu. 

Thatcher’in seferber ettiği popüler-milliyetçi hissiyat işçi sınıfı arasında güçlü bir karşılık buldu. Alt-orta sınıfların desteğiyle Thatcher peş peşe seçimler kazandı.

Hall’un bu noktada temel sorusu, işçi sınıfının önemli bir kesiminin nasıl olup da iktisadi, kültürel ve politik özgürlüklerini kısıtlayan bir iktidarı destekleyebildiğiydi. Sorunu Althusser’den ödünç aldığı çağırma (interpellation) kavramıyla açıklamaya çalıştı.

Althusser, kapitalizmin bağımsız-özerk birey nosyonu üzerine kurulduğunu ileri sürer. Ama kapitalizm aynı zamanda birey nosyonunu olumsuzlayan bir dizi duygulanımsal (affective) kategoriyi harekete geçirebilen bir sistemdir: “Millet”, “halk”, “vatanseverlik” vb. Sıkıştığı anda sıkışmışlığının üstesinden gelebilmek için bunları yardıma “çağırır”.

Althusser burada hâkim ideolojinin nasıl işlediğini anlatmaktadır. Yardıma çağırabileceğiniz alternatif bir ideolojiniz yoksa, bunun “kurumlarını” oluşturmadıysanız, eliniz kolunuz bağlı beklersiniz.

Althusser’in genelleme düzeyinde soyut ve mekanik bir hal alabilen ideoloji analizi her toplum kendi özgüllüğü içinde ele alındığında, altta yatan ideolojik mekanizmaların işleyişi konusunda açıklayıcıdır.

Türkiye’de bir süredir bir Takrir-i Sükûn rejiminde yaşıyoruz. Hayatın her alanında bir toplum mühendisliği projesi yürürlüğe kondu. “Devletin kılıcının uzun olduğunu”, “intikam alınacağını” söyleyen bakanlar var. Olan biteni sayıp dökmeye ne lüzum var ne takat kaldı. 

Durumun temelli böyle gitmeyeceğini, bu tür rejimlerin kalıcı olmayacağını sağdan soldan işitiyoruz, okuyoruz. Bu, bana bir hüsnükuruntu gibi geliyor. Kastedilen etik planda kalıcılıksa, AKP’nin zaten böyle bir derdi yok. Ama Baas rejimlerinin akıbetini hatırlatıp “fiili bir kalıcılığın” da imkânsız olduğunu ileri sürenler var. Bu, ne kadar mantıklı bir öngörüdür? Daha doğrusu sorun, mantık/rasyonalite kertesinde mi yoksa çoğu zaman popüler-irrasyonel unsurları da içerebilen ideoloji kertesinde mi düğümleniyor?

AKP’nin politikalarında tutarlı bir rasyonalite aranamaz. Her şeyden çok, nedensellik ilkesine düşman bir iktidar bu. Medyanın içine düştüğü durum da nicedir bunun belgesi. İki yıl önce Cumhurbaşkanlığı seçimlerinde “CHP, “faşist” MHP ile ittifak yapıyor” yazıları döşenenler şimdi AKP-MHP ittifakını övmekte bir “tutarlılık sorunu” görmüyorlar.

Çünkü sağ popülizm açısından politik rasyonalite/tutarlılık ile sosyolojik rasyonalite/tutarlılık iki farklı olgu. Türkiye’de siyasal İslâm’la onun kendi sahasında mücadele edebilen bir siyasî çizgi olmadığı için politik tutarlılık AKP’nin umurunda değil. Baas rejimleri hiçbir zaman AKP çapında bir toplumsal desteğe, sosyolojik tabana sahip olmadılar. 

Teşhisi koymakla sorunu çözmek arasındaki uçurum buradan geçiyor. Evet, otoriter popülist bir rejim var ve giderek baskıcı/faşizan hal alan bir toplum mühendisliği projesi yürürlükte. Peki, bunun karşısında bizim yardıma “çağırabileceğimiz” bir ideolojimiz, hegemonik kılabileceğimiz bir alternatifimiz var mı? Bu temel sorun AKP öncesinde olduğu gibi AKP döneminde de devam etti. Böyle böyle bugünlere geldik.