"Kimliklerin" Dehlizinde?
Ömer Laçiner

Postmodern deyimi, modern zihniyetin asli/özgün ögelerine sadık, onların belirleyiciliğini esas alma iddiasına sahip siyasal düşünce, hareket ve devlet oluşumlarının pek de parlak denilemeyecek bir bilanço ile devrini tamamladığı kabulünü içerir. Bu kabul/varsayım nedeniyle de postmodern denilen 1980 sonrası dönemin karakteristik bir özelliği olan “kimliğe dayalı” hareketlerin yükselişi, ideolojilerin yerini “kimlik bilinci”nin alması –ya da ideolojilerin kimlik bilinçlerinin belirleyiciliğine tâbi olması– normal ve hatta olumlu sayılır.

Sosyalist hareketlerin dahi bütün enternasyonalist iddialarına rağmen ulus-devlet formatını aşamamaları ve hatta bu formatı içselleştirdikleri dikkate alınırsa; modern siyasal zihniyetin de ulus-devletlerin tipik işleyiş ve uygulama kuralları üzerinden yargılanmasının, eleştirilmesini haksızlık sayamayız. O nedenle de bütün ulus-devletlerin devletçe belirlenmiş bir milli kimliğin –ki çoğunluk milliyetin kimliği esas alınarak oluşturulmuştur– tüm topluma empoze edilmesi için doğrudan veya dolaylı bir baskı uyguladıkları ve bu yapılırken azınlık –etnik, dinî/mezhebi– kimlikleri yok saymaya, hatta yok etmeye çalıştıkları inkâr edilemez bir gerçektir.

Bu bakımdan postmodern dönemin ilk safhalarında bu “bastırılmış” kimliklerin yoksun kılındıkları hakları elde etmek için sahneye çıkışları ve mücadeleleri mevcut ulus-devletler tarafından tepki ve engellemelere maruz kalırken demokratik kamuoyu tarafından meşru addedildi, savunuldu ve desteklendi.

Ancak, 2000’li yılların ilk on yılı dolmadan, azınlıklar üzerinden geliştirilen kimlik hareketlerinin gerisinden bu kez çoğunluk üzerinden tanımlanan kimlik hareketlerinin heyulası yükselmeye başladı. Bu hareketlerin seslendiği çoğunluk, kendi ulus-devletlerinin de dayandığı çoğunlukla tamamen örtüşüyor sayılamaz. Modern ulus-devletlerin asıl olarak seküler değer ve ölçütler temelinde tanımladığı çoğunluğun bu kez dinî/etnik tınılar da içeren bir muhafazakârlığın değer ve kıstasları ile tanımlanmasından ötürü oluşan bir farklılık sözkonusudur çünkü. Hatta çoğu durumda bu farklılık, kendilerini modern ulus-devletlerin doğuş ve yükseliş dönemlerinin en dinamik ve başat aktörü addedegelmiş kesimlerin çoğunluktan dışlandıkları duygusuna kapılmalarını mümkün kılacak ölçüde belirgin ve derin olabiliyor. Bu noktada akla hemen Türkiye’nin gelmesi kaçınılmaz. Ama belirtilmelidir ki bu durum, oldukça ciddi derece farklılıklarına rağmen “çoğunlukçu kimlik hareketlerinin” –genel bir tanımla çağdaş popülizmin– yükseldiği tüm ülke-toplumlar için geçerlidir.

İkinci önemli farklılık, modern ulus-devlet çoğunlukçuluğunun, azınlıkları assimile ederek de olsa kendisine dâhil etmek için gayretli/istekli olmasına karşılık; postmodern –çoğunlukçu– kimlik hareketlerinin, azınlık kimlikleri kendi içinde “eritmek”ten ziyade, azınlık kimliklerini korumaları ama çoğunluğun koyduğu kural ve kısıtlamalara tâbi olmalarını istemesidir.

Üçüncü farklılık, daha önce işaret ettiğimiz iki farklılığın kendi başlarına taşıdıkları önem ve anlamı çok daha geniş ve derinlikli bir çerçevede kavramamızı sağlayacak türdendir. Postmodern dönemin bu çoğunlukçu-popülist hareketlerinin hemen her ülke/toplumda kendilerini bir biçimde ama mutlaka “elitlere karşı isyan” olarak konumlamalarından söz ediyoruz. Gerçi modern –1980’ler öncesi– dönemde zuhur eden popülist hareketlerin de gözde teması, argümanıdır “elitlere karşı isyan”. Ancak o zamanlarda bununla kastedilen asıl olarak toplumun ekonomik-sosyal üst tabakası idi. Bu kesime yönelik tepkileri bazı noktalarda sosyalist hareketlerinki ile örtüştürülebildiği için sosyalist-sosyalizme yakın addedilenler de vardı aralarında. Komünizme şiddetle karşı oluşlarını o ideolojinin yabancı –Yahudi, Rus...” kökenli– olduğu iddiasıyla gerekçelendiren bu –mutlaka milliyetçi– popülizmler, antikapitalist argümanları kullandıkları için, –Nazizm örneğinde görüldüğü gibi– kendilerine sosyalist sıfatı bile takabiliyorlardı.

Postmodern popülizmlerde ise antikapitalist tema ve argümanlara pek rastlanmaz. “İsyan edilen” elitler en genel tanımla, modern ve demokratik değer, ilke, ölçüt ve kurallara inanan, savunan ve bunlar çerçevesinde bir yaşam tarzı kurup, bunların kamusal hayatın da belirleyicisi olmaları doğrultusunda tavır alanlardır. Toplumun herhangi bir sınıfı, tabakası olmayıp, sosyo-ekonomik piramidin herhangi bir yerinde bulunuyor olabilirler. Bunlar, kamusal hayatta modernleşmenin ürünü ve gereği olan demokratik değer ve ilkelerin belirleyici olmasını savundukları için, kendi özel varoluş tarzları içinde o değer ve ilkeleri –yeterince– içselleştirmemiş olsalar da azınlık addedilenlerin –eşit– hak taleplerinin destekleyicileridir de genellikle. Postmodern çoğunlukçuluk –popülizm– açısından bu tavır alış “elit-aydın ihaneti” olarak nitelenir.

Bu “ihanet” nitelemesinin “mantığı”nı kavramak, genelde “postmodern durum” zihniyet dünyasının, özel olarak da ondan beslenen postmodern popülizmlerin mahiyetini anlamanın en kestirme yoludur. O nedenle en özet biçimiyle de olsa açıklamak gerekiyor.

Öncelikle belirtmek gerekir ki; tüm “kimlik”çi hareketler, tavır alırken birinci planda “kimlik bilinci”nin göz önünde tutulmasını savunanlar, bununla insanların doğuştan sahip oldukları, “değiştirilemez veya değiştirilmesi sapma olarak nitelenen –etnik, dinî/mezhebi, cinsel– özelliklerinin, öğrenim, tefekkür, deneyim vb. yollarla edindikleri değer vasfı taşıyan özelliklerine baskın olması gerektiğini vurgularlar. Onlara göre edinilmiş, emek vererek kazanılmış nitelikler, hem doğuştan sahip olduğumuz “kimliksel” özelliklerimizin hem de birer canlı organizma olarak sahip olduğumuz güdü, kaygı ve eğilimlerimizin belirleyiciliğinde kullanılmalıdırlar. Dolayısıyla doğuştan aidiyeti ile çoğunluğa mensup olan bireyler, eğer yukarda özetlenen yaklaşımın tersine davranıyor, ya da en azından bazı noktalarda bununla çelişen tavırlar alıyor, yani edinilmiş değer ve niteliklerine göre davranarak kimlik özelliklerinin ve organizmal dürtülerinin doğrultusundan ayrılıyor iseler “doğalarına” karşı davranıyor, ona ihanet ediyor olurlar.

“Mantık” bu olunca, bütün –çoğunlukçu– popülizmlerin ve özel olarak günümüz postmodern popülizmlerinin, o “elitlere karşı isyan” bayrağı altında fırlattıkları en zehirli okların, edinilmiş değer ve niteliklerini en fazla önemseyen “aydın-entelektüel” kesime yöneltmeleri asla yadırgatıcı sayılamaz.

Ancak bunu derken, haliyle muğlak “aydın-entelektüel” tanımına dahil olup/edilip de; bu sıfat veya konumu bir imtiyaz, hatta egemenlik gerekçesi olarak kullanan, kullanmış olanlara karşı duyulan haklı tepki ve öfkeyi dikkate almamak kabul edilemez. Başta Türkiye olmak üzere hemen tüm Müslüman çoğunluklu toplumlarda, dahası birçok “Güney” ülke/toplumlarında, modern eğitim ve öğrenimle edindikleri donanım ve nitelikleri bir imtiyaza dönüştürmüş, hatta bunu kalıcı bir egemenlik gerekçesi haline getirmiş sözde “ilerici rejimler” kurmuş “aydın” kesimlere duyulan tepki ve öfkenin sadece popülizmlerin kullanabileceği bir potansiyel olmadığı, olmaması gerektiği de; üzerinde mutlaka düşünülmesi gereken hayati önemde bir konudur.

Postmodern popülizmlerin bu imtiyaz peşindeki “aydın-entelektüel” kesimlere yönelik tepki ve öfkeyi, aydın-entelektüel niteliğini kendi yararına değil, her türden mağdurların eşit haklar edinme mücadelesine destek için kullananlara doğru da yöneltmesi şüphesiz alçakça bir hiledir.

Ama bu hileyi sergilemekle yetinilemez. Bu hilenin bütün popülizmler tarafından bilhassa ve özel önem verilerek yapılıyor olmasının nedenini ve niçinini kavramak, yani özetle sözkonusu hilenin “bilinci”ne varmak, son derece tehlikeli açılımlara gebe postmodern popülizmlerin yükseliş dalgasını “kıracak” temel unsurdur.

Bu son derece kritik ve ince nüanslarla örülü konu üzerinde tefekkürü gelecek yazılarda sürdürelim.