Çekilmenin Güzelliği ya da “Paydos”
Derviş Aydın Akkoç

Handan’a, varlığına...

İnsan aslında alttan alta hisseder ne türden olumsuz ilişkiler içinde olduğunu. Dipten nükseden bir yadırgama hali sinyallerle duyurur kendini, ne var ki genellikle işitilmek istenmez bu sinyaller: Körlük ve sağırlık zihni dondurmuş, kalbi mühürlemiştir sanki. Bedenine ve gönlüne kötü gelen şeyleri bilir bilmesine ama bazı çaresizlikten, çoğun budalalıktan, kimi de suçluluk duygusuna dönüşecek garip acılı zevklerden ötürü çekip alamaz kendini, bir şekilde dolandığı ilişkiler yumağından. Kapılmıştır bir kere ilişkilerin kum seline, nedensiz ve anlamsızca sürdürür, fakat elbette yıpranır bu fasılda: Zihin ve hafıza bir şantiye alanına; gönülse dikiş tutmaz yırtıklarla solgun bir kumaş parçasına dönüşür adeta, zamanla... 

Ah, bütün ilişkiler akar, suretler değişir; yerler ve duygular akar, deneyimler birikir. Ve insan bir vesileyle, bunca akışın ortasında, birdenbire duymaya başlar zamanın zalim akışını da. Gösterince ucundan kıyısından asık suratını zaman, geç de olsa insan anlamaya başlar, neden sonra aniden ya da usulca, çekilme kararı alır, onu çepeçevre kuşatan, inceden eksilten, parça parça kemiren ilişkilerden. Yorucu bir mesaiye artık bir son vermenin, sınırına varılmış tahripkâr alışkanlıklara dur demenin vakti gelip de çatmıştır... 

***

Gelip çatan böylesi yoğun anlardan birinin içli bir manifestosudur, Cahit Sıtkı Tarancı’nın 1942 tarihli “Paydos” adlı şiiri: “Paydos bundan böyle çılgınlıklara; / Sert konuşmaya başladı aynalar. / Yetişir koştum aşkın peşi sıra; / Bitirdi beni bu içki, bu kumar.” “Paydos”a, demek işe (“bütün çılgınlıklara”) ara vermenin gerekçesi, bir zamanlar tatlı tatlı konuşan aynaların artık sert konuşmasıdır. “Bitirdi” fiilinin muhteşem güzellikte bir şiddetle yankılanması da aynaların –zamanın- sertliğiyle ilgili. Aynaların haşin sesi, şiirin öznesini tefekküre, bilanço çıkarmaya zorlar. Sevgi ya da haz nesnesinin “peşi sıra” koşulmuş, ama nesneye kavuşma ânı bir türlü gerçekleşememiştir: “yetişir koştum.” Yetişmek üzere koşmak fakat yetişememek; yetişememenin sızısını yatıştıracak olan “alkol”den başkası değil. Ama alkol de sızıyı yatıştırmak şöyle dursun, sızının giderek daha da yakıcılaşmasına neden olmuş gibidir. Aşkta kaybetmenin telafisi “kumar”la da sağlanamamıştır üstelik. Kumarda da daimi bir azalma süreci yaşanmış, özne eksildikçe eksilmiştir; eksilmenin o tanımsız zevkini de duyarak belki... 

Şiirin öznesi tam bitmemiştir aslında, daha ziyade bitmek üzeredir, kendisini bitişe doğru sürüklemiş, sürüklenişin sıfır noktasına varmasına ramak kala tükeniş isteğini durdurma kararı almıştır. Paydosla birlikte çarçur edilmiş enerjilere, bir daha geri gelmeyecek olan yıllara dair buruk bir itiraf gelir: “Ne saklayayım gaflet ettiğimi? / Elimle batırmışım gençliğimi; / Binip bineceğim en güzel gemi! / Aldığını geri vermez dalgalar.” Hayatın en güzel ve verimli yılları olarak “gençlik” heba olmuş, bu kederli heba oluştan geriye kıymete değer bir deneyim kırıntısı dahi kalmamıştır. Bu bomboş avuçlar için suçlanacak kimse de yoktur ortalıkta, zira ne yapmışsa öznenin kendisi yapmıştır: “Elimle batırmışım gençliğimi.” 

Sert konuşan aynalar habire gençliğin yitip gittiğinden dem vurur, bir varoluş tarzına ve bu tarza uygun ilişkilere de bu eşikte veda edilir: “Meyhaneler, sabahçı kahveleri, / Cümle eş dost, şair, ressam, serseri, / Artık cümbüşte yoksam geceleri, / Sanmayın tarafımdan ihanet var.” Geceleri şenlendiren “cümbüş”lerden mahcupça çekiliş “ihanet” addedilmemelidir. Zira “kişi” cümbüşlerde yıpranmış; beden alkolden, kese kumardan, gönülse vuslat(sızlık) sancılarından bitap düşmüştür. Artık bir şeylerin değişmesi, tantananın yerini asudeliğe bırakması gerekmektedir; bu gereklilik fiyakalı bir şekilde izah edilir: “Yaş ilerliyor... Artık geçti bizden; / Kişi ev bark edinmeli vakitken, / Gün gelince biz değil miyiz ölen? / Cenazemiz yerde kalmasın dostlar.” 

***

Fiyakalıdır “yaş ilerliyor” ya da “artık geçti bizden” gibi ifadeler ama inandırıcılıktan uzaktırlar. Tam da inandırıcılıktaki bu yetersizliğinden ötürü şiirin baştaki parıltısı son dörtlüğe gelindiğinde sönmeye başlar. Şair görmezden gelse de şiir kendi hakikatine sadıktır. Evvela şiirin ismi şaire galebe çalar: “Paydos.” Herhangi bir işe, çalışmaya, yerine göre angaryaya, gönül eğlendiren bir meşgaleye yeniden başlamak üzere “ara vermek”; belki bir ri’cat evresi, bir dinlenme dönemi olarak paydos. Fakat iknadaki yetersizlik şiirin güzelliğine halel getirmez. Hem Tarancı şiirinin öznesi geri çekiliş isteklerini tamamına erdiremediği, kendisinin de pek inanmadığı şeyleri söylediği için güzeldir: Bu özne aslında “ev bark” kuramayacak, gayri yeter dediği meyhanelere icabında tek başına da olsa gidecek, tövbeler bozulacak, hayatın kumar masasına daha büyük kaybetmek üzere yeniden dönecektir. Kaybettikçe daha da bilgeleşip hakikat sahibi olmak adına...