Terörle Mücadeleye Katar’dan Başlamak
Ela Bilgen

Donald Trump’ın ABD Başkanı olarak gerçekleştirdiği ilk yurtdışı gezisi, Ortadoğu coğrafyasına pahalıya mal oldu. Riyad’da ağırlanmasından tam iki hafta sonra Suudi Arabistan’ın öncü hamlesiyle Katar krizi patlak verdi.

Terörle mücadele, krizin görünen sebebi olarak, Trump’ın renkli “tweet”lerinin de etkisiyle medyada geniş yer buldu. Buna göre 21 Mayıs’ta Trump’ın ağır misafir olduğu ve Türkiye de dâhil 55 ülkenin katılımıyla gerçekleştirilen ABD – Arap ve İslam Ülkeleri Zirvesi’nde öyle güçlü bir terörle mücadele mesajı verildi ki Suudi rehberliğindeki bir grup devlet, teröre destek verdiğini iddia ettikleri Katar’a müdahale etme gücü buldu. Katar’ın Filistin’de Hamas’a, Mısır’da İhvan’a verdiği destek gerçekten de uzun yıllardır komşularıyla sorunlar yaşamasına neden olmakta. Daha 3 yıl önce Suudi Arabistan, Birleşik Arap Emirlikleri ve Bahreyn iç işlerine müdahale ettiği gerekçesiyle Katar’la diplomatik ilişkilerini kesmiş, kriz Katar yönetiminin ülkedeki İhvan üyelerini sınır dışı etmesiyle çözülebilmişti. İki ay önce de bu kez Suriye’de yaşanan bir rehine pazarlığında (rehineler arasında Katar Emiri’nin ailesinden de çok sayıda kişi olduğu söyleniyor) Katar tarafından İran destekli Şii milislere 1 milyar dolara yakın ödeme yapılması Suudi Arabistan’ın tepkisini çekmişti. Trump’ın Riyad’dan ayrılmasının hemen ertesi günü de Katar Haber Ajansı “hack”lendi ve Emir’in İran’la ilişkilerin geliştirilmesi gerektiğini ifade ettiği bir konuşmanın ses kaydı sızdırıldı. Katar Emiri kaydın kendisine ait olmadığını açıklasa da birkaç gün sonra İran Devlet Başkanı Hasan Ruhani ile telefonda görüşmesi ve iki ülke arasında daha fazla işbirliği temennilerinde bulunulması Suudi grubunda epey kızgınlık yarattı. En nihayetinde terörizme destek, İran’la yakınlaşma ve Al Jazeera başta olmak üzere Katar yayın organlarının yaptığı “zararlı” yayınlar sebebiyle 5 Haziran’da Suudi Arabistan, Mısır, Birleşik Arap Emirlikleri, Bahreyn ve Maldivler Katar’la diplomatik ve ekonomik ilişkilerini kestiğini açıkladı. Ardından bu gruba Yemen’deki Suudi destekli hükümet, Libya’da hükümet iddiasındaki pek çok örgütten biri, Ürdün, Senegal ve Cibuti gibi devletler de katılmaya başladı. 2014’te diplomatların Katar’dan geri çağrılmasıyla sınırlı kalan krizin aksine bu defa hava ve deniz ulaşımına sınırlamalar getirildi, Katar Yemen’deki koalisyondan dışlandı, gruptaki bazı devletlerse ülkelerindeki Katar vatandaşlarını sınır dışı etme kararı bile aldı.

ABD bürokrasisi tarafından sözleri toparlanmadan/düzeltilmeden önce Trump’ın krize verdiği ilk tepki ise Katar’ın bu şekilde yalnızlaştırılmasını “terörizm için sonun başlangıcı” olarak yorumlamak oldu. IŞİD ve İran, Trump için bölgede anlaması ve anlatması kolay apaçık düşmanlar olarak ortada duruyor. Daha fazla incelikle ABD’deki destekçilerini meşgul etmek istemiyor. Ancak bir “düşman”a fazla odaklanmanın kurulu dostlukları parçalayabildiğini, Körfez Savaşı’nda olduğu gibi pek çok kez deneyimlemiş olan ABD açısından, Suudi Arabistan’a daha fazla moral destek ve daha fazla silah vermenin ne IŞİD’le ne de İran’la mücadelede daha iyi bir etki yaratacağı ortada.

Katar 1992’den bu yana ABD’nin yakın askeri müttefiki. Öyle ki Ortadoğu’daki en büyük ABD askeri üssü ve 11.000 kişilik askeri birliğine Katar ev sahipliği yapıyor. 2011’de Libya’ya gerçekleştirilen NATO müdahalesinde yer aldığı gibi, hâlihazırda Suriye’de bulunan Koalisyon Güçleri’nde de Katar birlikleri bulunuyor. Ayrıca silah ticareti başta olmak üzere iki ülke arasındaki ekonomik ilişkiler de son derece hareketli. Dolayısıyla Trump’ın, terörizmin sonunu getirmek için Katar’dan yola çıkması pek de akıllıca değil. Nitekim bürokratik uyarıları aldıktan sonra geri adım atmaya başladı. Ancak bu arada Suudi Arabistan’ın eline, bölgede hâlâ Suudi kurallarının geçtiğini söyleme fırsatını da vermiş oldu. Bunu kaçırmayan Riyad yönetimiyse Arap Baharı başladığı sırada Mısır’da Hüsnü Mübarek’e karşı İhvan’a destek veren, Al-Jazeera ile bölgede nispeten eleştirel bir medya organı kurmuş olan, İran’la mutlak düşmanlık yerine iletişim kanallarının açılmasından yana duran ve böylece kendi dış politikasını kurmaya niyetlenen Katar’ı yalnızlaştırarak Suudi politikalarının belirleyiciliğini hatırlatmaya girişti. Riyad bu çıkışıyla beklediğini alabilecek mi belirsiz. Ancak Körfez İşbirliği Konseyi içinde ciddi bir çatırdamaya yol açtığı açık. Trump ise Suudilerle imzaladığı bol kazançlı anlaşmaların zafer sarhoşluğunda. Fakat bir devlet başkanı olarak kendisinden beklenenin, bir iş adamının elde edebileceği başarılardan fazlası olduğu kendisine hatırlatıldıkça ortalığa şaşkın bakışlar savurmayı sürdürüyor. Çünkü elbette ekonomik kazanım, bölgedeki etkinliğin sürdürülmesi ve uzun vadeli siyasal kazanımların sağlanması için hiç de yeterli bir gösterge değil.

Nitekim Körfez’deki işbirliğinin bozulmasına yol açan bu siyasal öngörüsüzlük Avrupa’lı güçleri harekete geçirdi. 2,5 milyonluk nüfusuyla “küçük” bir ülke olmasına rağmen Katar’ın Avrupa için anlamı büyük. İngiltere ve İtalya başta olmak üzere birçok devletin bir numaralı doğalgaz sağlayıcısı, Katar. Bunun yanı sıra Türkiye’den de tanıdık olunduğu gibi Katar sermayesi pek çok Avrupa ülkesinde dolaşımda. 2008 krizinin ardından Katar sermayesiyle hayata dönen çok sayıda Avrupa bankası arasında Almanya’nın Deutsche Bank’ı da var. Yine Almanya’nın büyük şirketleri Volkswagen ve Siemens’te de Katarlı yatırımcılar önemli oranlarda hissedar konumunda. Bu nedenle İngiltere’nin, krizin arabuluculuğuna soyunan Kuveyt üzerinden, Almanya’nın ise doğrudan Katar’ı desteklediğini açıklaması beklenmedik değil.

Şimdilik Suudi Arabistan’ın arkasında gibi duran ABD’ye rağmen Katar’ın destek bulmakta zorlanmamasında ve kolay kolay izole edilememesinde dünyanın en zengin devletleri arasında sayılmasının etkisi büyük. Katar’ın bu zenginliği genellikle 1939’dan itibaren ülkede keşfedilmeye başlayan petrol ve doğalgaz rezervlerine bağlanır. Ancak zenginleşme hesaplarında her daim görmezden gelinen köle emeğinin Katar ekonomisine de katkısı fazla. Nitekim 2,5 milyonluk ülke nüfusunun 2 milyondan fazlasını Hindistan, Nepal ve Filipinler gibi ülkelerden enerji, inşaat ve hizmet sektörlerinde çalışmaya gelen yoksul işçiler oluşturuyor. Bu işçilerin ülkeye giriş çıkışı ve Katar’da bulundukları sürede çalışma ve ikamet koşulları bir kefillik sistemiyle (Kafala) düzenlenmekte. İşçiler kefilin daveti olmadan Katar’a giremedikleri gibi iş değiştirmek ve ülkesine geri dönmek gibi en temel hakların kullanımı da onun iznine tabi. Kefillerin, bir anlamda “sahipler”in göçmen işçiler üzerindeki baskısı dayak ve cinsel istismar gibi kaba şiddetin yanı sıra pasaporta el koyma, karşılıksız çalıştırma, gündüz çöl sıcağında uzun sürelerle yaptırılan dışarı işleri şeklinde de kendini gösteriyor.

Yani Katar bu son krizden sağlam çıkmayı başarırsa bunda ülkesindeki göçmenlerin payı büyük olacak. Bu çerçevede Katar etrafında yaşananlar bir kez daha krizlerin, görünenin çok ötesinde sebeplere dayandığını gösteriyor. Terörle mücadele bahanesiyle Katar’a karşı Suudi Arabistan’ın yanında konumlanan ABD için kârlı ticaret anlaşmaları, kendisinin ve Suudi Arabistan’nın teröristlerle kurduğu yakın ilişkileri görmezden gelmesinin gerekçesi olurken, Katar’dan desteğini esirgemeyen Türkiye ve Avrupa içinse iştah kabartan Katar sermayesi, köleliğin dâhi göz ardı edilebilmesine yetiyor.