Nabokov ve Lolita
Barış Özkul

2 Temmuz, Nabokov’un kırkıncı ölüm yıldönümüydü. Bugün artık bir Nabokov endüstrisi var: Lolita bir roman kahramanı olmaktan çok bir popüler kültür ikonu. Frankenstein denince nasıl artık çok az kişinin aklına Mary Shelley veya İngiliz Romantikleri geliyorsa, Lolita da Nabokov’dan bağımsız bir varlığa sahip. Nabokov, Kubrick’in Lolita filmini (1962) gördükten sonra olacakları tahmin edip filmi ortalama bir Amerikalı şairin Rimbaud veya Pasternak çevirisi kadar başarılı bulduğunu söylemişti.

Nabokov’un Lolita’sını diğerlerinden farklı kılan neydi? Bir pedofilin öyküsünü anlatmak, on iki yaşındaki çocuğun uğradığı cinsel istismarı romanlaştırmak ne Lolita'nın yazıldığı ‘50’lerde ne de günümüzde kolay iştir. Birçok yazarın gözü böyle konuları kesmez. Nitekim roman yayımlandıktan hemen sonra Nabokov, pornografik bir roman yazmakla suçlanmıştı. Bu bence haklı bir eleştiri değil. Lolita ancak yüzeysel bir okumayla böyle anlaşılabilir.

Lolita'nın başkarakteri Humbert Humbert cinsel sapkınlığının temellerini edebiyatta ve sanatta arayan; birden fazla gerçeklik düzlemi (sanatsal-psikolojik) üzerinden okuru/jüriyi “istismar” etmeye çalışan bir pedofildir. 

Humbert Humbert'ın sapkın fantezilerinin hedefinde on iki yaşındaki Dolores Haze (Lolita) bulunur. Lolita, Humbert Humbert'a ilk bakışta Annabel adındaki çocukluk aşkını anımsatır:

 “On üçüncü yaşgünümün öncesinde (Annabel’i tanımadan önce yani) cinsel konular üzerine hatırladıklarım şunlardan ileriye gitmiyordu…” (…) “Bu satırların yazarı gibi Annabel’in de soyu oldukça karışıktı; anne babası yarı İngiliz yarı Hollandalıydı. Bugün yüzünün çizgilerini, Lolita’yı tanımadan birkaç yıl öncesi hatırladığımdan çok daha az hatırlıyorum.” (…) “Öyleyse bırakın da Annabel’i tanımlarken benden birkaç ay küçük, güzel bir kız çocuğu olduğunu söylemekle yetineyim…”

Bir bakıma çocukluk fantezilerine hapsolan Humbert Humbert zihninde Lolita’yı Annabel ile özdeşleştirir.  Onun gözünde Lolita, çocukluk aşkı Annabel’in bir ikamesidir.

Annabel aynı zamanda Edgar Allen Poe’nun Annabel Lee’sine yönelik bir göndermedir. Humbert Humbert kendi kriminal cinsel eylemini bir estetik referansla meşrulaştırabilmek için Poe’nun Annabel Lee’sini kullanır. Böylece okuru sanatla psikolojinin iç içe geçtiği bir girdaba çekmeye çalışır.

Bu ikisinin -psikoloji ve sanat- romanda nasıl iç içe geçtiğine bakalım.

Humbert Humbert yıllarca psikiyatri kliniklerinde zaman geçirip psikiyatri doktorası yapmaya çalıştıktan sonra İngiliz edebiyatına yönelir ve edebiyatı  bir savunma mekanizması olarak benimser.

Savunma mekanizmasının önemli bir boyutu anlatısının biçimsel, stilistik düzenlenişidir: Humbert Humbert'in anlatısı günlük biçiminde bir itirafnamedir: Okurdan yakınlık, anlayış ve sempati dilenir. Okur, bir sapkınlığın meşrulaştırılmaya çalışıldığı bu kişisel anlatının karşısında yargıç ve jüridir. Okurla yazar arasındaki mesafeyi epey azaltan “dolaysız” bir edebi tür olarak günlük, Humbert Humbert'in sempati arayışı için biçilmiş kaftandır. Günlük yardımıyla bu kez okuru istismar edebileceğini düşünür.

Humbert Humbert’in günlüğünde Vergilius’tan Dante’ye, Balzac’tan Dostoyevski ve Joyce’a elliden fazla yazar yer alır. Bu yazarlara yaptığı referanslarla kendi suçunu bir estetik  söylem içinde gizleyebileceğini düşünür.  Lolita onun gözünde öncelikle bir “su perisi” (nymphet), yani şairlerin ezeli esin kaynağıdır.

Humbert Humbert’in olmadık yerlerde Fransızca kelimeler kullanması, sürekli Fransızca alıntılar yapması da kendi sapkınlığını bir yabancı dille makyajlama çabasıdır. Okur lüzumsuz ve “yapay” göndermeler arasında tutarlı bir anlatı kurmaya çalışırken suçunu unutturabileceğini düşünür.

***

Lolita’da sanat ve psikoloji bir labirentin iç içe geçmiş, tamamlayıcı parçalarıdır. Kubrick’in filminde Humbert Humbert ve Lolita’nın kaldıkları otel odasının numarası 1776’dır. Bu, Amerikan Bağımsızlık Bildirgesi’nin ilan edildiği tarihtir ve aynı zamanda Amerika’ya özgü bireysel özgürlük anlayışına eleştirel bir göndermedir. Lolita’da değişik gerçeklik düzlemlerini (toplumsal-sanatsal-psişik) iç içe geçiren bu tür ayrıntılardan bol miktarda olduğu gibi bunları bir araya getiren bir genel tekrar mekanizması da yürürlüktedir:

Humbert Humbert’ın Lolita’yı çocukluk aşkı Annabel’in bir ikamesi saydığına değinmiştim. Humbert Humbert’ın kendi adı da tek bir kelimenin tekrarıdır. Roman aynalarla doludur: Aynanın yansıtma/tekrarlama özelliği malum. Humbert Humbert’in günlüğü de kendi anlatısını tekrarladığı özgönderimsel bir vasattır.

Humbert Humbert, Lolita’yla ilk karşılaşmasını şöyle anlatır: 

“Göğsünün çevresine bağladığı puantiyeli mendil o ölümsüz günde okşadığım çocuk göğüslerini ihtiyar orangutan bakışlarından gizlese de daima genç belleğimin bakışlarından saklayamıyordu” (s. 46)

Lolita'nın bir hayvan (orangutan) imgesiyle betimlenmesi Humbert'in sapkınlığının bir ifadesi olduğu gibi orangutan/maymun insanın ortak atası olduğu için türsel bir tekrarlama/kopyalama ilişkisinden de söz edilebilir. Humbert Humbert’ın kendini tanımlarken birkaç kez Fransızca “manqué” kelimesini kullanması da bunu pekiştirir (“manqué”'ın telaffuzu “monkey”e benzer).

Humbert Humbert şizofrenik bir kişilik bölünmesi yaşadığından somut gerçeklik yerine bir kurmaca-hayalî  gerçeklikle (tekrarı, taklidi, kopyayı) mi teselli bulmaktadır? Kendi şizofrenik eğilimlerini sanatsal yatkınlıklarıyla mı dengelemektedir?

Lolita’nın sonunda Humbert Humbert, Lolita’ya sarkıntılık ettiği için Clare Quilty diye birisini öldürür. Clare Quilty (“açık suçlu”) gerçekte varolmaktansa Humbert Humbert’in alter egosu olabilir mi? Bu açıklama biçimi 1940’lar ve 50’lerde ABD’deki psikiyatri çevrelerinde moda olan “çoklu kişilik bozukluğu” teşhisine uygundur ve Kubrick’in filminde bu açıklamayı doğrulayan başka “ipuçları” da var: Clare Quilty bir alkoliktir. Alkole bağlı konuşma bozukluklarından ötürü alkollüyken bambaşka bir dille konuşur. Bir nevi alkolizmin gerçekliği perdeleyici işlevine sığınır. Bu sahte gerçeklik ve kişilik aslında Humbert Humbert’in alter-egosu ve ta kendisidir.

Kubrick’in filminde Clare Quilty ile Humbert Humbert'i pin-pon oynarken görürüz: Bir kurmaca gerçeklikte (oyun) kendi benliğiyle mücadele ederken tek bir nesneye (Lolita) zarar veren iki aynı karakter.

Clare Quilty, Humbert Humbert’in onu öldüreceğini anlayınca piyanonun başına geçip bir Rachmaninoff parodisi çalmaya başlar. Bu da gerçeklikten kaçıp parodilerle, röprodüksiyonlarla, kopyalarla avunmaya dayalı bir başka jest. 

Humbert Humbert, en sonunda, Clare Quilty’yi (yani kendi benliğini) affetmeyip silahını ateşler ve mermilerden biri duvarda asılı Thomas Gainsborough resmine isabet eder. Gainsborough genç kadın portreleriyle meşhur bir 18. yüzyıl İngiliz ressamıydı. Humbert Humbert mermiyi bir Gainsborough portresine isabet ettirmekle bir yandan kendi sapkın alter-egosunu öte yandan sapkınlığının sanatsal temellerini ve tekrarlama/kopyalama saplantısını ortadan kaldırmaya çalışır.

Gainsborough portresindeki genç kadın ise sadece bir cinsel saldırganlığın değil aynı zamanda sapkınlığını sanatla örtmeye çalışan bir suçlu vicdanın hedefi ve kurbanıdır.


* Yazıdaki bütün alıntılar için bkz. Vladimir Nabokov, Lolita, çev. Fatih Özgüven, İletişim, 19. baskı, 2017.