Liberalizmin Venezuela Hayali
Ela Bilgen

Bir yılı aşkın süredir gazetelerde neredeyse her gün Venezuela’daki “olağanüstü kriz”e dair haberler yayınlanıyor. Ülkedeki “görülmemiş” kıtlık, “aşırı” enflasyon, “savaşı andıracak yoğunluktaki” şiddet olayları ve “bürokrasinin iliklerine işlemiş” yolsuzluk gibi konular liberal kalemlerin yazılarına konu oluyor. Bir zamanlar Hugo Chavez’i öven sözleriyle Venezuela’daki sosyalist girişime destek vermiş olan Bernie Sanders ve Jeremy Corbyn gibi politikacılara, Venezuela’nın bugünkü “acıklı” durumu gösterilerek dersler veriliyor.

Diğer yandan Batılı hükümetler ve bunların da en “Batılılarının” etkisindeki Avrupa Birliği ile Amerikan Devletleri Örgütü gibi örgütler her fırsatta Venezuela Devlet Başkanı Nicolas Maduro’nun giderek otoriterleşmesinden duydukları “derin endişe”yi dile getiriyorlar.

Geçen Pazar ülkede, Maduro karşıtları tarafından gayriresmî biçimde organize edilen ve Batılı medya ve hükümet temsilcilerini hararetlendiren referandum da, Venezuela’da sosyalizm hayalinin nasıl da çöküverdiğini anlatmak için yeni bir fırsata dönüştürüldü.

Maduro geçen yıl boyunca, görev süresi dolmadan kendisini başkanlıktan etmek isteyen muhalefetin hamleleriyle uğraşmıştı. Venezuela Anayasası, yeterli sayıda imza toplanması hâlinde başkanın görevden alınmasına imkân veren bir referandum düzenlenebileceğini öngörmekte. Muhalifler de bu hükmün uygulamaya geçmesi için imza toplamaya başlamış, ancak yeterli sayıya ulaşamamışlardı. Bunun sebebi, hükümetin iddia ettiği gibi toplanan imzaların yarım milyondan fazlasının sahte olması ya da muhalefetin iddia ettiği gibi imzaların geçerliliğini denetleyen idari kurumların Maduro destekçisi olması olabilir. Her iki taraf da iddialarını destekleyecek kanıtlar ortay koyabilmiş değil. Ancak geçen yıl yaşananların bugün gelinen noktada son derece belirleyici olduğu kesin. Maduro, geçtiğimiz Mayıs’ta, yeni bir anayasa hazırlanması için bir kurucu meclis oluşturulması gerektiğini açıkladı. 30 Temmuz’da bu meclisin üyelerinin belirlenmesi için seçime gidilecek. Geçen Pazar düzenlenen gayriresmi referandumsa, yeni anayasa planını kendilerine karşı bir tehdit olarak gören ve Maduro’nun yetkilerini arttırmasından çekinen muhaliflerin duruma gösterdiği tepkiydi.

Referandumda katılımcılara üç soru yöneltildi: Kurucu meclisi isteyip istemedikleri, silahlı kuvvetlerin mevcut anayasayı ve parlamentoyu desteklemesini isteyip istemedikleri ve erken genel seçim isteyip istemedikleri. Büyük ABD ve Avrupa gazetelerinin hemen hepsi katılımcıların % 98’inin Maduro aleyhine oy kullandığını yazdı. Ancak hemen hiçbirinde aynı gün aslında iki ayrı oylama yapıldığı yer almadı. Bunlardan biri hükümetin 30 Temmuz için prova niteliğinde düzenlediği oylama, diğeriyse bunu boykot kararı alan muhalefetin buna alternatif olarak düzenlediği oylamaydı. Üstelik bazı gazetelerde hükümetin oylamasına katılanların fotoğrafları, gayriresmî referanduma katılanların fotoğrafları diye sunuldu. Ayrıca muhalefetin referandumuna 7 milyon seçmenle ezici bir katılımın gerçekleştiği yazıldı. Oysa katılımın 2 milyonla sınırlı olduğunu söyleyen hükümetin açıklamalarına yer verilmedi. Dahası ne muhalefetin, ne de hükümetin, iddialarını destekleyecek kanıtlar ortaya koyamıyor oluşu da hiçbir “eleştirel” gazetenin dikkatini çekmedi ya da muhalefetin iddialarını değerlendirebilecek uluslararası gözlemcilerin davet edilmemiş olmasının üstünde durulmadı.

Referandumun hemen ertesi günü ABD Başkanı Donald Trump, Venezuela’da kurucu meclisin hayata geçirilmesi hâlinde ülkeye ciddi ve süratli ekonomik yaptırımlar uygulanacağını açıkladı. Ardından AB Dış İlişkiler ve Güvenlik Politikası Yüksek Temsilci Federica Mogherini, İspanya Başbakanı Mariano Rajoy ve İtalya Başbakanı Paolo Gentiloni, Maduro’yu kurucu meclis fikrinden vazgeçmeye ve bir an önce serbest ve adil genel seçimleri gerçekleştirmeye davet etti. Zira bu liderler arasında Maduro’nun kamuoyu desteğini kaybetmekte olduğu görüşü hâkim. Üstelik ABD’de Başkan ve ailesi Rusya’yla işbirliği yaptıkları iddialarıyla soruşturuluyor, İspanya’da yolsuzluk davalarıyla uğraşan Rajoy’un azınlık hükümeti diken üstünde duruyor, İtalya’da ise Gentiloni seçilmemiş bir başbakan olarak liderlik yapıyorken…

Venezuela’da olağanüstüleştirilen siyasi ve ekonomik kriz, yoksulluk, yolsuzluk, otoriterleşme ve şiddet liberal dünyamızın her parçasına nüfuz etmiş durumda. Ancak Venezuela 1989’daki El Caracazo ayaklanmasından bu yana liberal işleyişi tersine çevirmek için mücadele ediyor. Venezuelalılar, 1980’lerde neoliberal politikaların ezdiği ilk halklardan biri olmuştu. Binlerce kişinin hayatını kaybetmesi pahasına buna hayır dedikleri 1989’la Chavez’i iktidara getiren süreci başlattılar. Şimdiyse popülizmin büyüsüne kapılıp toplumsal kutuplaşmayı derinleştiren liderlerini yine kendileri eleştiriyor ve değişim talep ediyorlar. Ancak petrol zengini bir ülkenin yoksullaşmasının sebebinin, Batılı liderlerin savunduğu gibi kötü yöneticilik olmadığını da, ABD destekli neoliberal hükümetlerle yaşanan tecrübelerinden gayet iyi biliyorlar. Dolayısıyla Batılı kurumların ve liderlerin sahte hak savunuculuğuna kulaklarını tıkamakta haksız değiller. Çünkü “sosyalizm hayali” diye küçümsenen, Venezuelalıların eşitlik ve adalet talebi!