İktidar Arzusu (I)
Erdoğan Özmen

Türkiye toplumu çürüyor. Çürüyor ve dağılıyor. Gündelik hayatta en basit ahlak ölçülerinin ve hak/adalet duygusunun kaybı, kaba saba bir vicdansızlık, cehalet tutkusu ve zevki, zalimlik, hoyratlık ve merhametsizlik pratiklerinin neredeyse pornografik bir çehre edinmesi ve alenileşmesi –ölülere bile kinle saldıranların ülkesi oldu burası-, açgözlülüğün ve ikiyüzlülüğün genelleşmesi, sapık zihniyet ve ruhsallığın yükselişi, ve bütün kurumlara ve ilişkilere işleyen pespayelik, sahtekarlık ve çıkarcılık ağır bir çürüme, çözülme ve etrafa saçılmanın semptomlarından başka nedir ki? Dönemsel ferahlamalar bizi yanıltmasın. Bunun üstüne bir de yönünü ve geleceğini, gelecek inancını kaybetmiş bir toplum bu haliyle iflah olmaz artık. Bambaşka bir şeydir gereken.   

***

Açlık, susuzluk gibi fizyolojik bir eksiklikten kaynaklanan ve ilgili nesnenin elde edilmesiyle dolaysızca tatmin olan ve/ya yatışan ihtiyaçtan farklı olarak arzu, özneler-arası alana, ötekilerle aramızdaki ilişkinin alanına aittir ve tanımlanması belli zorluklar içeren bir kavramdır. Arzunun en belirgin niteliği tatmin edilemez oluşudur: “…arzu, dolantıları, iniş ve çıkışlarıyla birlikte, Lacan’a göre süregiden, yatışmayan bir yatkınlıktır ve hep sapar, seker, başka hedefe, bir sonrakine kayar.” Sonsuzdur arzunun patikası. Arzuladığım şey, en temelde Ötekinin arzusudur. Ötekinin beni arzulamasını ister, Ötekinin benden istediği şeyin ne olduğunu, Ötekinin beni arzulamasını sağlamak için yapabileceğim şeyi tahmin etmeye çalışırım. Beni Ötekine ve Ötekinin ne istediğine yönelten daimi bir basınç halidir arzu. Bu yüzden arzu, daima Ötekinin arzusudur. Yine de insanın özüdür arzu ve onun bir hedeften/amaçtan ziyade bir motoru vardır. Kendi nesne-nedeni, “küçük öteki”dir (objet petit (a)utre) bu motor. (diğer öteki ise, bilindiği üzere dil/sosyo-simgesel düzen; yani yasa, kültür, gelenekler, toplumsal kurumlar, din vb. anlamındaki büyük Ötekidir.)

Öznenin dile/sosyo-simgesel düzene girişi ve kaydolmasıyla birlikte, bunun için ardında bıraktığı, ya da öznenin bir bütünlük/tamlık hissine kavuşmak için fantazisinde tutunduğu hipotetik bir anne-çocuk birliğinin son bir artığı ya da hatırlatıcısı olarak küçük öteki. Kayıp nesne. Seçilen herhangi somut ve aptalca bir arzu “nesnesinin” (filanca marka bir giysi ya da arabanın) nihayetinde özneyi tatmin edemeyişini, bu başarısızlığı ete kemiğe büründüren namevcut nesne. Elde edilen her bir nesnede daima eksik kalan, o nesneden artan müphem kısım. Arzunun nesne-nedeni. Arzuladığım şey nesneler (parfümler, giysiler, içecekler, bedenler) değil, “küçük ötekidir” (nesne a). Bütün o somut nesneleri arzulamamı sağlayan arzunun nesne-nedeni. Etrafımızdaki herkeste ve her şeyde aradığımız kayıp nesne. Doğrudan, ahenkli ve eksiksiz bir tatminin artık mümkün olmadığı öngörülemez bir dünyaya ve dile girmenin sonrasında bizi yeniden tam/eksiksiz yapma vaadi taşıyan şey. Ancak geri-dönüşlü bir jestle koyutlanabilir olan, ebediyyen kaybedilmiş zevkin hatırlatıcısı. O yüzden, belirdiği anda çoktan kaybolmuştur. Zaten namevcut olması, yokluğu hasebiyle tatmin sağlayan imkansız nesne. Demek arzulayan özne olmak, bir de, kendi eksikliğinin çözümünü/telafisini mütemadiyen Ötekinin alanında aramaya yazgılı olmak demektir.

Öyle de söyleyebiliriz şu halde: Tetiklenen varlıktır insan. Bir öze sahip olmaktan ziyade, daimi bir tetiklenmeye maruz kalan, kaderi bu olan bir varoluştur insanınki. İçgüdülerine ve onların periyodik ritmine/zamanına mutlak anlamda tabi, demek bir bakıma içgüdülerinin kölesi olan diğer hayvan türlerinin güdülenmesinden tümüyle farklıdır bu.

***

Arzunun söz konusu yapısal müphemliği, nesnesiz -dahası eksikle kaim ve eşzamanlı- oluşu gibi nedenlerden ötürü, kendi en temel vasfını, “arzulayan varlık” olmaklığını taşıması ve buna tahammül etmesi en çetin sınavıdır insanın. Arzunun belirli nesnelere dayandırılması ve sabitlenmesi, somut hedefler ve nesnelerle aynı hizaya yerleştirilmesi bu yüzdendir. Arzumuzun böylece, elde etmeye ya da ulaşmaya çabaladığımız nesne ve konumlara raptedilmesi zorlu bir külfetten, arzunun sonsuz patikasını kat etme zahmetinden kaçınmanın en konforlu yoludur. Bize arzulamamız için sunulan, dayatılan nesne ve konumların bolluğu ve çeşitliliği de söz konusu kısa devreyi bir hayli kolaylaştırmaktadır. Modern hayatlarımızın çoktan ezberlediğimiz en önemli dersidir bu: O nesne ve konumların hiçbirisi aradığımız tatmini sağlamayacaktır. Bir tatmin varsa bile eğer, o, daima nesneyi ıskalayan arzunun sonsuz patikasını izleme kararlılığı ve cesaretinde, kendi arzundan vazgeçmeme ısrarındadır.

Kapitalist tüketim toplumunun yerleştiği aralıktır burası: Somut nesnelere yönelik arzu söz konusu olduğunda, hedeflenen tatminin daimi olarak ertelenmesi ve her seferinde öznenin baş etmek zorunda hissettiği aynı boşlukla yüz yüze kala kalması sayesinde toplumsal sahne, hakiki tatmin vaadiyle pazarlanan parıltılı nesnelerin istilasına çoktan hazır hale gelmiş olur: Bizi tamlığa, eksiksiz bir varoluş katına, kendini gerçekleştirmenin büyülü dünyasına taşımak üzere hemen orada, parmaklarımızla dokunabileceğimiz mesafede duran mallar, ünvanlar, etiketler, pozisyonlar, koltuklar, güç ve iktidar. İnsanın en temel trajedisidir bu: insan kendini en güçlü, ayrıcalıklı ve yüce yapan şey yüzünden en zayıf, korunaksız ve zavallıdır.