Orhan Veli ya da Enkazda Elmas Tozları (II)
Derviş Aydın Akkoç

“Şu şairler sevgililerden beter; Nedir bu adamlardan çektiğim?”

(Orhan Veli, “Sabaha Kadar”)


Ahmed Arif’in –bir önceki yazıda bahsini açtığım– Orhan Veli’yle ilgili mahkûm edici sözlerinin 1970’lerin politik ortamında dillendirildiği ihmal edilmemeli. Ahmed Arif’in yorumunda öne çıkan “coğrafi” etmene “ideolojik” etmen (“dünya görüşü”) de eklenmiştir: Az gelişmiş ülke olarak Türkiye’yi de, “sömürülmek için kasıtlı olarak geri bıraktırılmış” ülke olarak Kürdistan’ı da kurtaracak sosyalist devrim imkânı neredeyse kapılara dayanmıştır. Bu itibarla, “toplumcu” yahut “sosyalist gerçekçi” camianın zamanla Orhan Veli’den taşıp saçaklanıp İkinci Yeni’yi de dairesine alan eleştirel bakışı, kabaca şu türden kesin ve geçirimsiz yargı alanlarında hareket etmiştir: Adeta düz bir çizgi uyarınca, bunların “küçük burjuva” oldukları yönündeki çatık kaşlı ithama göre, Garip’ten İkinci Yeni’ye, bu şairlerin politik “gerçeklerden kaçma” edimi olarak yazdıkları şiirler, devrimin başlıca öznesi olan halkın “büyük acısı” ve “büyük sevinci”ni1 eksen alan “gerçek şiirler” karşısında hiçbir surette dikkate alınmaya değmezdir. Bu şiirler önünde sonunda “bünye” dışıdır, demek temelsiz yahut köksüzdür, ya da Orhan Veli şiiri için mütemadiyen zikredilen şu “sürrealizm” etiketinde ima edildiği üzere, kökü dışarıda şiirlerdir.

Tıpkı Ahmed Arif gibi Attilâ İlhan da Orhan Veli şiirine yönelik sert eleştirilerde bulunur. 1954’te kaleme aldığı bir incelemesinde “İkinci Cihan Harbi”nden sonra, genel anlamda edebiyatın içinde bulunduğu vaziyeti ele alırken; Orhan Veli şahsında Garip akımını hedef tahtasına oturtur: “Kimisi işin alayında görünüyor, şiirle espriyi karıştırıyor, sürrealist oyunları yeni sanat diye ortaya sürüyordu. (Bobstiller, yani Orhan Veli, Melih Cevdet, Oktay Rifat vs.).”[2]  Buna göre, Orhan Veli’nin şiiri oyundur, “toplumsal meselelere” uzak bir koordinatta konum almış, gerçeklik dışı bir uğraşın tezahürüdür, genel mutabakat uyarınca da kesinlikle şiir değildir. 

Ahmed Arif’in yahut Attilâ İlhan gibi toplumcu gerçekçi şairlerin Orhan Veli hakkındaki yorumlarının kökleri esasında 1940’larda Nâzım Hikmet tarafından atılmıştır; sonra yapılan politik-eleştirel yorumların büyük çoğunluğu Nâzım’ın kurucu kök-yorumunun türevi niteliğindedir. Bu kurucu kök-yorumun ve onun türevlerinin iddiası, Orhan Veli şiirinin doğumu ve serpilmesi esnasında ortada politik-estetik bir “boşluğun” olduğu; Orhan Veli ve arkadaşlarınınsa söz konusu boşluğu doldurmaya talip oldukları yönündedir. Orhan Veli’nin Sol’dan hışımlı tepkilerle karşılaşmasının altında esas itibariyle bu varsayım yatmaktadır. 

“Boşluk” bahsinde Ahmed Arif’in sözlerini anımsamalı: “Nâzım diye bir okyanus vardı. Rıfat Ilgaz, A. Kadir, Suphi Taşhan ve Abdülkadir Demirkan gibi yürekli ağabeyler vardı. Bunlar, hapiste ya da sürgündeydiler.” Bu “büyük şairler” Orhan Veli sahne aldığı sırada orada değillerdir, hapis ya da sürgündedirler; yoklukları dönemin tek parti “iktidarın görünmez elinin” de tesiriyle, Orhan Veli’lerce telafi edilmeye çalışılıyordur. Bu minvalde eleştirmen Asım Bezirci de mahut boşluk ve alan kaplama hususunda net bir yoruma sahip: “[Orhan Veli’nin ve Garipçilerin] Nâzım Hikmet’in açtığı ve doğru ilkelere bağladığı şiir çığırından sapmak, onu gölgelemek yahut sessizliğe gömmek ve iktidar zoruyla boşaltılan yerini almakla ‘olumsuz’ bir iş yaptığı da gözden kaçmaz.”[3] 

Gerçek şiirin “doğru ilkeleri” Nâzım Hikmet tarafından çoktan kurulmuştur, fakat Orhan Veli bu çığırdan sapmış ve ona gölge düşürmüş, dahası çığırın öznesinin boşluğundan istifade etmiş; sonuç olarak şiirleriyle “olumsuz” bir iş yapmıştır. Bu olumsuz işin Nâzım da farkındadır; işi derhal tanım altına almış, Orhan Veli’yi dil açısından solda ama muhteva açısından sağda konumlandırmıştır: 

“Şiirimizin genel olarak –bazen çok güzel şeylere de rastlanıyor- bugünkü sefaleti bir dönüm noktasında iki çeşit, birbirine zıt iki türlü yobazlığa, yani hareketsizliğe, yani ölülüğe saplanmış olmaları, şekil meselesini, kendilerinin kabul ettiği bir tek şekli esas almalarıdır. Mithat Cemal ne kadar şekilperestse Orhan Veli de o kadar şekilperest. İkisi de yobaz. (…) Orhan Veli’yle A. Kadir dil bakımından birbirlerine yakındırlar, soldadırlar, lâkin muhteva bakımından Orhan Veli merkezin de sağına geçmiştir. En sağda değilse bile, sağdadır.”[4]

Komünist şair Nâzım Hikmet’in Orhan Veli’yi “şekil” itibariyle “yobaz”, muhteva (içerik) itibariyle “sağda” gören yorumu zamanla yumuşayacak, hatta kimi müşfik veçheler de edinecektir. Ne var ki, sonraki dönemlerin sol-sosyalist şair ve eleştirmenlerinin sürekli dillendirecekleri, dillendirdikçe de yeni katmanlar ilave edecekleri kök-yorum bir kez toprağa düşmüştür: biçimde yobaz, içerikte sağ bir şair olarak Orhan Veli…

***

Sahiden sağda mıdır Orhan Veli şiiri, şayet öyleyse hangi kıstaslar söz konusudur bunda? Meselenin daha ilginç tarafı: biçimde yobaz olup dilde solda durmak, ama muhtevada sağ bir şair olmak ne demektir, nasıl bir paradokstur bu? 



[1] Ahmed Arif, “Rıfat Ilgaz’a Mektup,” 1988. Ahmed Arif, Rıfat Ilgaz’a “büyük şair,” “büyük inanç adamı,” “büyük namus anıtı” olarak seslenir mektuplarında. Büyük şairlerin büyük şiirleri söz konusu olduğunda elbette Orhan Veli ve arkadaşlarının şiirleri küçük şairlerin küçük şiirleridir.
[2] Attilâ İlhan, “Sosyal Realizm Münasebetleri yahut Başlangıç,” Mavi, 1 Temmuz 1954, sayı: 21.
[3] Asım Bezirci, Orhan Veli: Yaşamı, Kişiliği, Sanatı, Eserleri, İstanbul: Evrensel, 2003, s. 56.
[4] Nâzım Hikmet, Cezaevinden Mehmet Fuat’a Mektuplar, 1968, s. 67-75; akt. Asım Bezirci.