Romandan Novellaya
Barış Özkul

Terry Eagleton, 1970’lerde büyük ölçüde yapısalcı-Marksist bir paradigma içinde yazdığı Eleştiri ve İdeoloji kitabında genel-toplumsal üretim tarzının sanat alanında ne şekilde belirleyici olduğunu araştırırken birden fazla üretim tarzı ve ideolojinin iç içe geçtiği karmaşık bir model önermişti. Sanatsal üretim tarzını genel üretim tarzıyla birlikte, sanatçının ideolojisi ve estetik ideolojiyi genel ideolojiyle birlikte ele almak gerekiyordu Eagleton’a göre. Sanat yapıtı yazarın bireysel ürünü veya toplumsal koşulların basit bir yansıması olarak değil bütün bu düzeyler arasındaki karşılıklı ve çok-yönlü ilişkilerin meydana getirdiği kolektif bir üretim ve yeniden üretim sürecinin ürünü olarak anlaşılmalıydı.   

Eagleton burada sanatsal üretimin, dolaşımın ve tüketimin maddi ortamını -iç ve dış koşullarını- belirleyen dinamik bir süreçle meşgul olurken aslında edebiyat eleştirisinden çok edebiyat sosyolojisi yapmaktadır. Ama ulaştığı sonuçlar edebiyat yapıtının dışsal-sosyolojik varlığı kadar içsel-sanatsal varlığıyla da ilgilidir. 

Eagleton’ın modelini bir örnekle somutlaştıralım: 19 yüzyılda, İngiltere’ye hâkim kapitalist üretim tarzı çerçevesinde, edebiyatın üst sınıflara özgü bir uğraş olduğuna ilişkin yerleşik kanıyı kırmak gerekiyordu. Bunun için sanat alanında dolaysız mübadelenin yerini “parayla ödünç verme”nin aldığı yeni bir ilişki biçimi tesis edildi. Kitabın bir meta olarak alt sınıflara ulaştırılması için gezici kütüphaneler kuruldu ve üretim-dağıtım-tüketim süreçleri gezici kütüphanelerin çıkarları doğrultusunda yeniden düzenlendi. Gezici kütüphanelerin “ödünç kitaplar”dan kazanç sağlayabilmesi için romanların uzun olması, mümkünse üç ciltten aşağı olmaması gerekiyordu. Üç ciltlik bir roman, birim fiyatının yüksekliği dışında ciltleri teker teker ödünç almaya aday üç farklı abone/müşteri anlamına geliyordu. 

Yüzyıl ortasında İngiliz yazarlar bu koşullarda geçimlerini sağlayabilmek için alabildiğine uzun romanlar yazdılar; eserler lüzumsuz ayrıntılarla, yan karakterlerle, yüzlerce sayfalık olay örgüleriyle doldu. Charles Dickens, George Eliot, Elizabeth Gaskell gibi yazarların altı yüz küsur sayfalık romanlarında konular tükenince karakterler Britanya sınırlarını aşıp Amerika’ya uzandılar. 

Öte yandan sanatsal üretimin dışsal koşulları sanat alanındaki niteliksel farklılaşmayı ortadan kaldırmadı. İngiltere'de “anonim” iktisadi koşullara bağımlı edebiyat “piyasası”nın içinden belli yazarlar kendi “bireysel” özellikleriyle sivrildi. Onun için bugün Dickens, Eliot, Gaskell hâlen okunurken Emma Hosken'ı hatırlayan pek kimse yok. Koşullar Dickens’ı uzun romanlar yazmaya itiyordu, ama başka birçok yazar arasında onun parlaması genel üretim tarzına veya üretim koşullarına indirgenerek açıklanacak bir durum değildir. Burada üretim süreçlerine içkin türsel bir farklılıktan da söz etmek gerekir: 19. yüzyılda sanayi proletaryası hâkim kapitalist üretim tarzı çerçevesinde emek gücünü satıyordu, sonuçta ortaya çıkan ürün üzerinde denetimi yoktu. Oysa sanatçı son kertede piyasa koşullarına tâbi olmakla birlikte emek gücünü değil ürününü satıyordu ve bu ürün üzerinde kısmen de olsa denetimi vardı. 

Gelgelelim sanatçının da sanatsal üretimin dışsal koşullarından tamamen bağımsız ürünler vermesi mümkün değildir. Bugün elinde manüksrisi sokak sokak gezerek eserini pazarlayan bir romancıya yahut ozanlık geleneğinin bir devamı olarak kırlarda şiir okuyarak hayatını kazanan bir sanatçıya rastlamayız. Rastlasak bile hâkim sanatsal üretim tarzı bu değildir, geçmişin kalıntısı olarak eser miktarda bulunan ve çoğu zaman “deli muamelesi” görmekten kurtulamayan bir sanatçı/edebiyatçı portresidir bu.

***

Bu genel girişten sonra şu soruyu sorabiliriz: Sanatsal üretimin/yeniden-üretimin günümüzdeki koşulları nelerdir? 

Walter Benjamin, 20. yüzyılın ilk yarısında insanlığı sanatın teknik olanaklarla kitlesel biçimde yeniden üretileceği bir dönemin beklediğini ilk yazanlardan biriydi. Ama 20. yüzyıl başında Benjamin veya başka birisi bilgi toplumunun, internetin, bunlarla beraber yeni anlamlar kazanan genel üretim tarzının ve üretici güçlerin sanat alanındaki etkilerini hayal dahi edemezdi. 

Blog yazarlığından sosyal medyaya, instagram’dan twitter’a herkesin yazarlığa ve sanatçılığa soyunduğu, sanatla zanaat arasındaki sınırların ortadan kaybolduğu kitlesel-sanal bir sanatsal üretim çağındayız. Şimdilik kuralsızlaşma ve anonimleşme özelliği ağır basan bu alanda yakın gelecekte niteliğe dayalı ayrımların ortaya çıkması muhtemeldir. Ama ondan önce sanat alanındaki gidişatın ve bunun ortaya çıkardığı yeni ürünlerin, yeni sanatçı tipinin anlaşılması gerekiyor. 

19. yüzyılın “kallavi” romanlarının yerini bugün yüz küsur sayfalık “novella”lar ve onların aşıladığı  bir estetik ideolojisinin alması hangi ihtiyaçlar ve koşulların sonucu olabilir? Buradan devam edeyim.