Çin’e Özgü Sermaye Savaşları
Ela Bilgen

1921’de kurulan ve 1949’dan bu yana Çin Halk Cumhuriyeti yönetiminde bulunan Çin Komünist Partisi geçtiğimiz Ekim ayında, beş yılda bir yapılan ulusal kongrelerinin 19.sunu gerçekleştirmişti. Kongre’de, Parti tüzüğünü önemli biçimde değiştiren düzenlemelere imza atılmıştı. Birkaç hafta önce ÇKP tarafından, tüzükteki değişikliklere paralel biçimde bir anayasa değişikliği tasarısı kamuoyuyla paylaşıldı. 15 Mart’ta da Çin’in yasama organı Ulusal Halk Kongresi bekleneceği üzere, Anayasa’nın ÇKP’nin talep ettiği biçimde değiştirilmesi kararını verdi.

Değişiklikler arasında dünyada en fazla yankı bulan, hatta ciddi tepkilere yol açan düzenleme, devlet başkanının görev süresinin iki dönemle sınırlandırılması kuralının terk edilmesi oldu. Bu sayede ikinci dönemine başlayan Şi Jinping’in ömür boyu görevde kalacağı konuşuluyor. Bununla birlikte düzenleme böyle bir kesinlik getirmemekte. Ancak Parti içi dinamiklere bağlı olarak Şi’nin tekrar parti lideri ve devlet başkanı olabilmesinin önünü açmakta. Aslında Batı demokrasilerinin birçoğunda da hükümet başkanlarının görev süresi anayasal sınırlamaya tâbi bulunmuyor. Başkanlık için art arda iki dönem adaylığa izin vermeyen ABD ise babalardan oğullara, amcalardan yeğenlere geçen siyasal iktidarlara yabancı değil. Üstelik Angela Merkel’in 2005’ten bu yana başbakanlık koltuğunda oturduğu düşünülünce, 64 yaşındaki Şi’nin yarattığı “otoriterleşme tehdidi” de pek öyle alışılmadık bir tehlike gibi durmuyor.

Bununla birlikte Anayasa’ya sokulan başka önemli maddeler var. Çünkü Parti Kongresi’nde açıklanan 14 ilkeli Şi Jinping Felsefesi, “Yeni Dönemde Çin’e Özgü Sosyalizm” adıyla Anayasa’ya dâhil edildi. Bununla Şi, her şeyden önce “yeni bir döneme” girildiğini söylemiş oluyor. Aslında Çin Halk Cumhuriyeti açısından 1980’lerin başından itibaren, Çin’in Mao’dan sonraki ikinci efsanevi(leştirilen) lideri Deng Şiaoping öncülüğünde reform nitelemesiyle başlatılan liberalleşme hareketiyle gerçek anlamda yeni bir döneme çoktan girilmiş olduğu açık. Bu reformlar hukuki yapıda zorunlu düzenlemeler gerektirmişti. 1982’de Çin’de yeni bir anayasa yürürlüğe girmiş ve bu güne kadar da dört kez revize edilmişti. Şi, Anayasa’yı beşinci kez değiştirene kadar planlı ekonomiden sosyalist piyasa ekonomisine geçiş, özel teşebbüsün tanınması, özel mülkiyetin korunması ve insan haklarının güvence altına alınması gibi ilkeler Anayasa’daki yerlerini almıştı.

1992’ye kadar iktidarda kalan Deng Şiaoping döneminde ekonomik yatırım için gereken sermaye birikiminin temini adına savunma harcamalarında bile ciddi kesintilere gidilmişti. Zira Çin o dönemde de pek çok güçlü komşusundan tehdit algılıyor olsa bile, sağlam bir ekonominin sağlam bir askeri gücü beraberinde getireceği düşünülüyordu. Şi Jinping’in Anayasa’ya ekledikleri arasında, ulusal güvenliğin güçlendirilmesi hedefi bu açıdan dikkat çekiyor. Bu durum Çin yönetiminin, ekonomik kalkınmanın ardından artık askeri güçlenme aşamasına gelinmiş olduğuna inandığının bir göstergesi. Son yıllarda Şi’nin hamleleriyle Çin ordusunun modernizasyonunun yeni bir evreye girmiş olduğu bilgisinin ABD askeri raporlarına yansıdığı da gazetelerde yer bulmakta. Böylece savunmanın ve dolayısıyla savunma harcamalarının önem kazanması, Şi’nin yeni döneminin getirilerinden biri olarak ortaya çıkıyor.

Bir başka yenilikse “Çin halkı ile dünyanın tüm insanları arasında, barışçıl bir uluslararası çevre etrafında ortak bir kader oluşturma” hedefi. Ekonomik ve askeri gücünün yanı sıra hegemon olacaksa (ki pek çok siyaset bilimci ve ekonomi uzmanı Çin’i, ABD’nin ardından gelecek yeni hegemon güç olarak görüyor), dünyaya bir ortak değerler bütünü de sunması gereken Çin için ekolojik duyarlılık iyi bir fırsat sunmakta. Zira kendi içine çekildiğini artık kendisi de dile getirilen ABD’nin küresel arenada ilk boşalttığı saha, çevre politikaları sahası. Nitekim “küreselleşmenin ürünü” olarak gördüğü ve ABD ekonomisine zarar verdiğini düşündüğü Paris İklim Anlaşması’ndan çekilmek, Trump’ın seçim vaatleri arasında yer alıyordu. Geçen yıl ABD’nin anlaşmadan çekildiğini açıklamasıyla Trump da sözünü tutmuş oldu. Çin’in yeni dönemini yeni yapan durumlardan biri de işte bu ABD katkılı küresel koruyucusuzluk hâli. Gerçekten de çevre sorunlarıyla sınırlı kalmadan her alanda küreselleşmeye ABD’den çok Çin’in sahip çıktığı üzerinde pek çok yazar hemfikir.

Şi’nin Anayasa’ya getirdiği üçüncü bir yenilik de denetim komisyonu adı altında yeni bir kurum oluşturulması. Çin ekonomisinin serbestleşmesi elbette başından beri öncelikle Partililerin ve onlara yakın olanların refahını arttırmıştı. Fakat bu zenginliğin beraberinde bazı siyasi ayrıcalıklar da getiriyor olması Şi yönetimi açısından bir tehdit olarak görülüyor, ki Şi de 2012’de göreve geldiğinden beri yolsuzlukla mücadele yoluyla bu ayrıcalık sahiplerini denetim altında tutmaya çalışıyor. Bu düzenleme sayesinde artık içerideki iktidar mücadelesini de denetim komisyonu aracılığıyla yürütecek.

Anayasa değişikliğiyle birlikte Çin Devlet Başkanı, bu “yeni dönemde” yalnız Çinlileri değil, tüm dünyayı gözeten politikalar izleyeceğini ilan etmiş oldu. Küresel kapitalizmin zor günlerden geçtiği, ABD’ninse uluslararası düzenleyicilik görevlerinden istifaya zorlandığı bir dönemde, eşitsizlik mağduru olan insanlara Çin’e özgü sosyalizm seçeneğini sunabildi. Ancak Çin’in tıpkı rakiplerinden daha korkunç bir insan hakları ihlalcisi olmadığı gibi, küresel sistemin ezilenlerine de rakiplerinden farklı, eşitlikçi bir alternatif sunmadığı ortada. Edindiği bu anayasal donanımla Şi’nin yeni döneminin kazanını yine kendisi olacak gibi duruyor.