Soğuk Savaş’ta “Kanıt” İstemek
Barış Özkul

Putin’in geçen ay kazandığı seçimin sonucu önceden belliydi. En ciddi rakibi Alexei Navalny siyasetten men edildiği için Rusya’daki seçimde dengeleri değiştirebilecek alternatif bir aday yoktu; Putin’i açıktan eleştirebilen tek aday liberal TV sunucusu Ksenia Sobchak’tı; onun oyu da yüzde 1,5’ta kaldı. 

Rusya’da Putin’in iktidarını perçinleyen toplumsal dinamikler arasında içeride oligarklar ve elitlere karşı mücadele ederken dışarıda Batı’ya ve bütün dünyaya kafa tutan Çar imgesinin giderek yükselen itibarını, bu itibar etrafında seferber edilen sağ-popülist duyguları göz önüne almak gerekir. Rusya’da yeni bir şahıs kültü doğdu ve bu kültün içeride ve dışarıda “düşmanlara” ihtiyacı var.

Boris Yeltsin’den görevi devraldığı 31 Aralık 1999’dan bugüne geçen on sekiz yılda Putin, rakiplerini tek tek tasfiye edip kendi otokratik iktidarını sağlamlaştırırken Rusya içinde ve dışında muhalifleri hedef alan birçok karanlık olay yaşandı. 14 Mart 2004 seçimlerinden altı ay önce muhalif petrol zengini Mihail Khodorovsky’nin tutuklanmasından 27 Şubat 2015’te muhalif siyasetçi Boris Nemtsov’un öldürülmesine kadar çeşitli şaibeli olaylarda Kremlin’in parmağı olduğuna yönelik iddialar var.

Kremlin’in bütün bu olaylardaki tavrı “kanıtlayabilirseniz kanıtlayın” oldu. Putin gibi otokratik eğilimleri olan bir liderde Batı’ya kafa tutan bir anti-emperyalist bulma umuduna sarılan Jeremy Corbyn ya da Cumhuriyet gazetesi dış haberler yazarları gibi Rusya sınırlarının ötesinden Kremlin’i destekleyen “solcular” da var. Bu desteğin başlıca motivasyonu “Amerika, Batı ve NATO neylerse kötü eyler” inancı. 

Rusya son olarak çifte ajan Sergey Skripal ve kızı Yulia’nın İngiltere’de sinir gazıyla zehirlenmeleri üzerine yöneltilen suçlamalar karşısında “kanıt” istedi ve konuyu hemen “emperyalist ve ikiyüzlü “Batı” karşısında Asyalı mazlum halkların dostu Rusya” eksenine çekti. Batı’da ve Türkiye’de çeşitli sol çevreler de bu propagandaya gönüllü olarak dâhil oldular. Örneğin İngiliz İşçi Partisi'nin popülist taban örgütü Momentum’un yöneticilerinden Andy Moorhouse “Skripal vakasında Irak’ta kitle imha silahları olduğunu öne sürenlerin yalanlarıyla uğraşıyoruz” demiş. Yani Amerika ve İngiltere, Irak savaşını başlatmadan önce büyük bir yalan attıkları için Rusya aklanmış oluyor ve bunu kabul etmeyenlerin hemen bir “kanıt” göstermesi gerekiyor. Bu ilkel mantığın saçmalığını son on beş yıldır Rusya ve etrafındaki coğrafyada yaşanan karanlık olayları takip eden hemen herkes kolaylıkla teşhir edebilir - Mesela Türkiye’de işlenen Çeçen cinayetlerinin arkasında kim olduğuna dair herkesin bir tahmini var ama kimsenin elinde “kanıt” yok! 

Batı-Rusya kutuplaşması bağlamında kanıt istemeyi bir haklılık nişanı gibi boynunda taşıyanların yürüttüğü mantık aslında bir zihniyet farklılığının dışavurumu. Yoksa kimsenin “kanıt” görme derdi olduğunu sanmıyorum. Bu, Skripal vakası için de geçerli. İngiltere, Rusya’dan farklı olarak, kuvvetler ayrılığının hâlâ yürürlükte olduğu ülkelerden biri ve bu yüzden kanıt ısrarının şu aşamada hükmü yok. Çünkü demokratik dünyada bu tür soruşturmalar bağımsız mahkemelerce yürütülür; Theresa May, savcıya telefon açıp "bize kanıt yolla, Kremlin’e göndereceğiz” falan diyemez. Ama tabii dünyanın belli yerlerinde bu prosedürlerin önemi yok. Muktedirseniz bir telefon açıp yargıyı ve medyayı yönlendirebiliyor, istediğiniz kanıtı imal edebiliyorsunuz.

Putin aslında epey açıksözlü bir lider ve kanıt isteme “ısrarının” anlamsızlığını çok kez açık yüreklilikle ortaya koydu. 2014’te Rus ordusu Kırım’a girdiğinde Putin, orada hiçbir Rus askerinin olmadığına yemin etmişti; Rus askerinin varlığını kendi gözleriyle gören ve fotoğraflarla kanıtlayan gazetecilere “Rus askeri üniformalarını herkesin satın alabileceğini” söylemişti. Birkaç hafta sonra bir “ulusa sesleniş” konuşmasıyla Kırım’daki Rus askerlerini tebrik eden de aynı Putin’di (“Kanıt nerede?”, “hani kanıt”? diyenlerin gerçeğe saygısı bu kadar).

Kremlin, Russia Today gibi devasa propaganda aygıtları aracılığıyla Batı’dan kanıtlar isterken burada birileri, üstelik “solcu” bir gazete Batı’nın riyakârlığı ve Rusya’nın haklılığı üzerine yazılar döşenebiliyor. Türkiye’nin sağcısı öyleyken solcusu da böyle.

Tıpkı Skripal gibi eski bir Rus ajanı olan ve Kremlin aleyhtarı faaliyetler yürüten Aleksandr Litvinenko 2006'da (o sıralar Anna Politkovskaya cinayetini araştırıyordu) gene tıpkı Skripal gibi Britanya vatandaşlığına geçtikten kısa süre sonra Londra’da polonium-210 adlı bir radyoaktif maddeyle zehirlenerek öldürülmüştü. Bu cinayeti kimin işlediği hâlâ kanıtlanamadı! Kremlin o zaman da olayda dahli olduğu iddialarını birkaç gün içinde reddedip “kanıt” istemişti. 

Amerika ve Batı devletlerinin Irak’ta, Guantanoma’da, Afganistan’da ne işkenceler yaptığını artık herkes biliyor; bunları kabul etmek mümkün değil; ama Batı’nın bu yaptıklarını fırsat bilip başka bir baskıcı rejimi yüceltmek, üstelik bunu sol adına yapmak Skripal vakasında “kanıt istemek”ten daha vahim bir zihniyet sorununu ele veriyor. Skripal vakasının arkasında kim olduğu şimdilik "belli değil" ama bu vaka üzerinden saf belirleyenlerin bir kısmının insani olmaktan çok rövanşist ve kıyıcı duygularla hareket ettikleri belli. Onlara göre önemli olan kimyasal silahın kendisi değil şuna veya buna karşı kullanılmış olması.