İtalya’nın Değişim Hükümeti
Ela Bilgen

Avrupa Birliği’nin temelini atan Roma Antlaşması’nın 60. yıl kutlamalarının üzerinden henüz bir yıl geçti ama Roma artık tam da AB’ye yönelik eleştirileriyle iktidara gelen yeni bir hükümete sahip: kendi adlandırmalarıyla “Değişim Hükümeti”. Değişim Hükümeti, İtalya’nın önünde duran iki büyük sorun konusunda değişim vadediyor. İlki 2008’den bu yana yüksek seyreden işsizlik ve kamu borcu, ikincisi de 2015’ten bu yana derinleşen mülteci krizi. Ancak vaatlerini gerçekleştirmek için izleyecekleri yol Brüksel’i hayli tedirgin etmekte. Gerçekten de koalisyonun iki ayağını oluşturan Beş Yıldız Hareketi ile Lig Partisi’nin bir araya gelmesi, AB açısından en kötü senaryo olarak değerlendiriliyordu. Koalisyon kurulup geçtiğimiz günlerde hükümet göreve başlayana dek uzun ve karmaşık bir süreçten geçildi. Bu karmaşa içinde kaybolmadan sürecin önemli duraklarını hatırlamak için üç ay öncesine gitmek gerek.

4 Mart’ta gerçekleştirilen seçimler, 2013’ten beri süren Demokratik Parti iktidarının sonu olmuştu. Bununla birlikte yarışan partilerin hiçbiri tek başına hükümet kurabilecek çoğunluğu da elde edememişti. Ekonomik krizin sonuçlarından biri olarak 2009’da doğan popülist Beş Yıldız Hareketi, 2013 genel seçimlerindeki başarısıyla birlikte İtalya’nın önemli siyasi aktörleri arasına girmişti. Mart 2018’deyse % 32’lik oy oranıyla seçimin galibi oldu. Demokratik Parti % 18 oyla ikincisi sırada yer almış, onu % 17’yle Kuzey Ligi ve % 14 oyla Berlusconi’nin Forza İtalia’sı takip etmişti.

Sonuçlar açıklandıktan sonra haftalarca koalisyon hükümeti için olası birleşmeler üzerinde tartışıldı. Nihayet Mayıs başında Kuzey Ligi ile Beş Yıldız arasında anlaşmaya varıldı, ancak bu ittifak için Kuzey Ligi, kadim ortağı Forza Italia’dan vazgeçmek zorunda kaldı.

Diğer bir sorun hükümet başkanının belirlenmesi oldu. Çünkü İtalya uzundur seçimle iş başına gelen başbakanlar tarafından yönetilmiyor ve bu anti-demokratik durum seçim kampanyası boyunca Beş Yıldız’ın hedef tahtasındaydı. Gerçekten de Euro Bölgesi kriziyle birlikte önce “iktisat hocası” Monti’nin teknokrat hükümeti yönetime getirilmiş, ardından Demokratik Parti iktidarı boyunca Parti içindeki çekişmeler nedeniyle beş yıla üç başbakan sığdırılmıştı. Ancak Kuzey Ligi’yle yapılan ittifak, her iki Parti’ye de mensup olmayan, dolayısıyla seçim başarısı kazanmadan iktidar elde eden bir ismi, yeni bir “hoca”yı gündeme getirdi: İtalyan siyasetinde tanınırlığı olmayan hukuk profesörü Guiseppe Conte’yi.

Bununla birlikte yeni ortaklığın ekonomi bakanlığına düşündüğü Paolo Savona, “fazla AB karşıtı” olduğu için Cumhurbaşkanının vetosuna takılınca Conte de istifasını verdi. Cumhurbaşkanıysa beklenmedik biçimde hemen ertesi gün, eski IMF direktörü, ekonomist Carlo Cottarelli’den yeni hükümeti oluşturmasını istedi. Euro Bölgesi’nden çıkışı savunan Savona’ya karşı Troyka’ya hizmet vermiş Cottarelli! Ancak Cottarelli’nin, Meclis desteğini sağlayamayacağını görüp görevden çekilmesi sadece dört gün sürdü. Buna karşılık Kuzey Ligi ve Beş Yıldız ekonomi bakanını “daha ılımlı” bir iktisat hocasıyla değiştirerek kabineyi kurabildi.

Üç aydır önüne çıkan her türlü engeli alt ederek yönetime gelen Değişim Hükümeti aynı zamanda AB kurucu üyelerinde iktidar elde edebilen ilk Euroseptik ekip oldu. Kuzey Ligi resmi ismini değiştirmese de seçimlere “Kuzey”siz yeni logosuyla girmişti. 1989’dan beri federalizmi savunurken artık İtalyan ulusalcılığına vurgu yapıyor ve AB’nin ulus-üstü yapısını hedefine koyuyor. Bu hedef, Beş Yıldız’ın siyasalarının da kaynağını oluşturmakta. Yeni hükümet, geliri olmayanlara vadettiği yoksulluk yardımıyla ve kemer sıkma politikaları yerine daha fazla kamu harcamasıyla iç talebi canlandırmayı amaçlıyor. Bunun yanı sıra ortak para birimi gibi konulardaki AB ekonomik denetiminin ve AB antlaşmalarının gözden geçirileceğini ifade ediyor. İçerideyse “yasa dışı göçmenlerin” bir an önce sınır dışı edileceği, izinsiz Çingene yerleşimlerinin kaldırılacağı sözünü veriyor.

Değişim Hükümeti popülizmi sayesinde, İtalyanların muzdarip olduğu sorunları; ekonomik kriz ve göçmen kriziyle belirginleşen ayrımcılık, yoksulluk ve baskıyı duymakta ve dile getirmekte oldukça becerikli davranıyor. Başbakan Conte de göreve başlarken yaptığı konuşmada, “popülizm insanların ihtiyaçlarına kulak vermekse, biz de popülistiz” demişti. 

Yeni hükümetin popülizmi, “Avrokratların” şeffaflıktan uzak yönetimleri altındaki AB kurumları ve bunlarla işbirliği hâlindeki ulusal hükümetlerden bıkan, temsil edilmediğini ya da karar alma süreçlerine katılamadığını düşünen yurttaşlara gerçekten de bir umut sunuyor. Fakat yurttaşların başındaki dertler kamu borcu, işsizlik ve göçmen akını olarak tanımlandığında alınacak tedbirlerle, gelir dağılımının adaletsiz olması, belirli bir ayrıcalıklı grup lehine pek çok insanın yoksullaştırılması ve göçü tetikleyen tahakkümcü dış politikalar olarak tanımlandığında alınacak tedbirler farklılık gösterecektir. Değişim Hükümeti ayrıcalıklı grupları hedefe koyup giderek yoksullaşan sıradan insanların gönlünü kazanabilse bile sunduğu çözüm mülteciler ve Çingeneler karşısında yeni bir ayrıcalıklı grup tanımlamaktan öteye gidemiyor.

Trump’ın “önce Amerika” söylemi Kuzey Ligi tarafından olumlu karşılanmış, üstelik Trump’ın ifadesi ülkeye uyarlanarak seçim kampanyaları boyunca “önce İtalya” nidaları atılmıştı. Trump’ın “önce Amerika”sı, ABD’nin bir lider güç olarak dünyaya sunduğu hizmetlere işaret ederek artık bu hizmetlerden geri çekileceğinin haberini veriyordu. Yeni hükümet de İtalya’yı, 67 yıl önce temelleri atılan ve ABD’nin Savaş sonrası düzeninin bölgedeki yansıması olan AB’ye karşı önceliyor görünmekte. Diğer kurucu üyeler Almanya ve Fransa’da, yine Avrupa bütünleşmesine temkinli yaklaşan Ulusal Cephe ve AfD’nin kaydettiği seçim başarılarıyla birlikte düşünüldüğünde, AB’ye/ABD’ye artık aldığı kadarını vermediği mesajı iletilmekte.

Ancak aynı anda İtalya’nın önceliğinin göçmenlere, azınlıklara ve “öteki” Avrupalılara karşı kurulması, Değişim Hükümeti’den Brüksel ve Washington’a giden mesajları zayıflatıyor. İtalyanlar seçim sandıkları önünde eşit oya sahip, eşit yurttaşlardı. Bu eşitliğin gelir dağılımı, istihdam, eğitim ve sağlık hizmetlerine erişim konusunda da sürmesiyse ancak toplumun hiçbir kesiminin ayrımcılığa maruz kalmamasıyla mümkün olacak. Bu nedenle, kendilerinin eşit oylarıyla iktidara gelmiş olan popülist hükümetlerinin, bundan sonra halkın cisim bulmuş hâli gibi kendileri adına konuşmasına ve artık yurttaşlara kulak vermeyi bırakmasına müsaade etmemeleri gerekiyor. Bunun yoluysa “ötekilerin” eşitliğini savunmaktan geçmekte.