“Halkının Abisi”: Ahmed Arif
Derviş Aydın Akkoç

Diyarbakır’ın verimli entelektüellerden Şeyhmus Diken’in Ahmed Arif: Abisi Olmak Halkının kitabı yakınlarda çıktı okur karşısına. Tarihsel açıdan belli bir amacı var kitabın: Kendisi de Diyarbakırlı olan Ahmed Arif’in Hasretinden Prangalar Eskittim adlı meşhur kitabının “ellinci yılı” hasebiyle kaleme alınmış mütevazı bir çalışma bu. Esasen bir risale oylumunda, fotoğraf, mektup ve sair belgelerle desteklenmiş, bir çırpıda okunan, “sorunsuz” bir kitap. “Yeni” yahut şimdiye kadar hiç duyulmamış şeyler söyleme iddiasında değil, daha ziyade “ellinci yıl” vesilesiyle şairi anımsama, onu aktüel bir zemine taşıma niyeti var. Bu niyetin ete kemiğe bürünmesinde, doğal olarak “anılara” özel bir ağırlık verilmiş kitapta: şairle ilgili hem yazarın kendi anıları hem de Eşref Ayaz, İsmail Beşikçi, Mehmet Mercan, Talat İnanç ve Ümit Fırat gibi şahısların anıları Ahmed Arif portresinin oluşturulmasına katkıda bulunmakta. Anıların hakikatle ilişkisi anılar arasında sağlama yapılarak kuruluyor; bir anıda görünen Ahmed Arif imgesi bir başka anının optiğinden geçiriliyor. Bu anlamda, şu sıralar “dedikodu” derekesine düşürülen, “meyhane anıları” da dahil olmak üzere şairle ilgili hikâye parçalarının yer aldığı leziz bir kitap bu. Elbette sadece anılar merkezde değil, anıların yanı sıra, şairle ilgili Cemal Süreya’dan Ahmet Oktay’a kadar pek kişinin görüş ve saptamaları, ayrıca Ahmed Arif’in söyleşi ve diğer metinleri de yer alıyor çalışmada…   

Şunu hemen belirtmeli: Şeyhmus Diken’in metni dört başı mamur bir biyografi ya da edebiyat tarihi çalışması değil, elbette kitapta birer “form” olarak biyografi ve edebiyat tarihçiliği gibi anlatı teknikleriyle kararında bir alışveriş var, fakat çalışma belki daha sonra yapılacak kapsamlı bir biyografi çalışmasına “malzeme” temin eden, belgesel tadında yol alan, şairin hayatına ilişkin, içine arka planda mutlaka “mekânı” da almak suretiyle fotoğraflar çeken, bu fotoğraf karelerini de kısa ve “hisli” bir tonla birbirlerine düğümleyen bir kitap.   

Ahmed Arif gibi “pop” bir şair hakkında bir kitap çalışmasına girişmek, başlı başına önemli bir hadise: siyasal ve toplumsal tarihin belli başlı momentlerinin (1951-52 Komünist Tevkifatı, 1960’taki askeri darbe, 1968 hareketlenmesi, keza yakınlardaki Roboski Katliamı da dahil Kürt meselesinin çeşitli evrelerinin vb.) ister istemez devreye sokulmak durumunda kaldığı, anılar yahut tanıklıkların da bu momentleri yanından yöresinden temel aldıkları, ucu önünde sonunda “şimdiye” de uzanan meşakkatli bir süreç. Şeyhmus Diken bu sürecinden üstesinden hakkıyla geliyor: şairin doğumundan, ailesinden, ilk gençlik yıllarından, dostluklarından, şiirle tanışmasından, şiirini kurarken beslendiği kaynaklardan, çalışma ve gündelik hayatından, aşk ve “dava” ile kurduğu ilişkilerden, kişilik özelliklerinden bahsederken, bu bahisleri de temkinli bir şekilde şairin şiirine doğru bükerken, ne yaptığını bilen bir yazar olmanın yanı sıra, “neden” yaptığını da bilen etik bir tavırla hareket ediyor... 

***

Ama bu etik tavra musallat olan mahcup bir sıkıntı da alttan alta duyuruyor kendini kitapta, söylenenler ve söylen(e)meyenler arasında gidip gelen bir sıkıntı bu sanki. Şu örnek: Şeyhmus Diken, 2008’de Diyarbakır’da o günlerin Belediye Başkanı Osman Baydemir’in, yanlarında Mardin Artuklu Üniversitesi’nden bir doktora öğrencisinin de olduğu odasında Ahmed Arif hakkında konuşuyorlardır. Şeyhmus Diken, Ehmedê Xanî’nin Mem u Zîn adlı kitabının 400. yıldönümü ile Ahmed Arif’in kitabının 40. yılı arasında kurulacak bir bağlantıdan hareketle, bu iki yazarı birlikte mercek altına alabilecek olası bir etkinlik fikrini paylaşır odadakilerle. Ama derhal hayal kırıklığına uğrar fikrini paylaştığı için: 

“[Doktora öğrencisi] önerime dudak bükmüş ve Ahmed Arif’i küçümseyerek: ‘Nasıl ikisini bir arada düşünebiliriz. Xanî nerede, Ahmed Arif nerede,’ deyince, Osman Baydemir de beni destekleyecek bir yorum yapmayınca önerimi geri çekmiş, ‘Ne ben önerdim, ne de siz duydunuz,’ diyerek hayli burkulmuştum. Aslında aralarında dört asırlık bir zaman farkı olmasına rağmen, hayatın ironisidir, iki yazar belki de kader ortaklığı yapmıştı. Ama farklı bakış açılarına sahip insanlara bunu anlatmak çok zor!”[1] 

Şeyhmus Diken’e göre, Xanî ile Arif arasında “vatan ve ülke sevgisi, halkın değerlerine sadakatle bağlılık” gibi müşterek özelliklerin yanı sıra, bu iki yazarı da yörüngesine alan, asla yabana atılmaması gereken bir “aşk” mefhumu da vardır. Fakat Diken bu müşterek çizgiler hakkında sözü fazla uzatmaz. Bir hayal kırıklığıyla önerisini geri çeker, karşısındaki öznelerle tartışmaya, onları ikna etmeye girişmez ya da giriştiyse bile bunları çalışmasına aktarmaz, reel siyasetin “kültür politikası”na yönelik eleştirilerini dillendirmekten imtina eder, “farklı bakış açılarına sahip insanlara bunu anlatmak çok zor” diyerek sitemde bulunur sadece.  

Benzer bir imtina tavrı da, Diyarbakır’da düzenlenen Ahmed Arif ödülü ile ilgilidir, jürisinde Orhan Alkaya, Mehmet H. Doğan, Refik Durbaş, Ülkü Tamer ve A. Hicri İzgören’in olduğu kurul, 2002’de ilk ödüllerini Salih Bolat ve Şükrü Erbaş’a verir. 2002’deki bu ilk ödülden sonra etkinlik durur ama. Bu kesintiyle ilgili olarak şunları dile getirir Şeyhmus Diken: “2002’de ilki düzenlenirken her yıl geleneksel olarak belediye tarafından verilmesi tasarlanan ödül, ne hikmetse ilk yıldan sonra vazgeçilerek iptal edildi. Gerekçesi polemik konusu olmasın diye edebiyat tarihçilerinin araştırmasına kalsın.” 

***

Ahmed Arif özelinde, “polemik konusu ” olmasın diye yapılan, problemi edebiyat tarihçilerine havale eden tavır ya da “farklı bakış açılarına sahip insanlara anlatması çok zor” addedilen sitemkâr düşünceler: “sorunsuz”, daha doğrusu “sorun çıkarmak istemeyen” bir çalışmadaki iç sıkıntısının tezahürleri bunlar. Elbette sadece iç sıkıntısından ibaret değil yazarın ruh hali. Nitekim Şeyhmus Diken, Ahmed Arif hakkında Diyarbakır Belediyesi’nin yaptığı hayli olumlu işi (müze açılması, kütüphane oluşturulması, bir sokağa adının verilmesi, büstünün dikilmesi vb.) yürekten desteklemekte, sitayişle anmakta; belki de şairi çok, hatta aşırı sevdiği için gönlü daha fazlasının yapılmasından yana. Bu arada, “aşırı sevgi” demişken, Şeyhmus Diken, Ahmed Arif’in politik açıdan eleştirilmesi muhtemel kimi karakter özelliklerini sakınmadan dillendirir çalışmasında ama bunlara eleştirel anlamda dokunmaz, “aşırı sevgi” coğrafyaya, aile örgütlenmesine, tarihsel koşullara atıflarla şairdeki kültürel kodları ve eğilimleri idare eder...   

***

Halkın teveccühünü bunca kazanmış kanonik bir şairin hayatına ve şiirlerine yaklaşırken, dikkate alınması gereken epeyce ayrıntıya işaret eder Diken: sözgelimi Atilla İlhan’ın Ahmed Arif’in “Rüstemo” şiirindeki “o” harfini atıp da şiiri yayımlaması, şiirdeki Rüstemo karakterinin Yusuf Serhat Bucak’ın aktardığına göre esasında Siverekli Eyûbé Hemîdan adında namlı bir eşkıyadan ilhamla yazılması, şairin “Otuz Üç Kurşun” adlı şiirini “meyhanelerde” yahut “kıraathanelerde” bir araya geldiklerinde Cahit Sıtkı Tarancı’nın Ahmed Arif’e defalarca okutup da Tarancı’nın kendini tutamayıp “hüngür hüngür ağlaması”, yine aynı şiir bahsinde, Ahmed Arif’in kimi komünist “yakın arkadaşları”nın, “‘Otuz Üç Kurşun’u yazacağına Mustafa Suphi’yi yazsaydın ya!” yollu çıkışları, bu çıkışları Ahmed Arif’in “şu Ankara’da manyağın biri otuz tavuk çalıp kesse, sokağa atsa, ertesi gün Ulus gazetesi olayı dört sütun üzerinden verir. Tavuk değil yahu! Senin otuz üç vatandaşın” diyerek sert bir şekilde eleştirmesi, Cezayir’deki Fransız sömürgeciliğine karşı koyan yirmi iki yaşındaki kadın gerilla Cemile Buhayrad’ın 1958’deki idam davasına ilişkin olarak yazdığı keskin mektubu gibi pek çok ayrıntı… 

***

Velhasıl rahat okunan, şairi ve işlerini yeniden gündeme getiren, dokunaklı, sakin ve serin bir kitap…



[1] Şeyhmus Diken, Ahmed Arif: Abisi Olmak Halkının, İstanbul: İletişim, 2018, s. 50-51.