Devletin “Yas” Oyunları Hakkında (I)
Derviş Aydın Akkoç

“Yas” ve “melankoli” mefhumları, Freud’un psikanaliz çalışmalarında kendine özgü bir yere sahip. Freud’un 1917’de, yani henüz I. Dünya Savaşı sürerken kaleme aldığı “Yas ve Melankoli” adlı meşhur makalesi, tarihsel moment göz önüne alındığında, zamanlama açısından hiç de tesadüf değil. Freud yas ve melankoli bahsinde, her ne kadar toplumsal ve siyasal parametreleri hesap dışı bırakmış olsa da, “klinik” çalışmaların sonuçlarından elde edilen bulgular, tarihsel koşullarla ilişki içinde değerlendirilebilir: Metnin üretildiği tarihsel moment, Batı medeniyetinin savaşla yerle yeksan olduğu, büyük felaketlerin yaşandığı toplumsal ve siyasal gelişmelerle, kısacası kapitalizmin o gün içinde bulunduğu konjonktürle bağlantılıdır. Modern devlet yapılanmasının reel politikte vuku bulan olaylardan sonra geliştirdiği yas söylemlerinin ve pratiklerinin eleştirisini yapmak için, Freud’un dillendirmeden dile getirdiği toplumsal ve siyasal parametrelere daha yakından bakmak gerek. Ama bunun için evvela yas ve melankolinin, bilhassa yasın Freud’un çalışmasındaki yerini tayin etmeli. Elbette burada niyet, psikanalizin kavramlarını siyaseten irdelemek değil, daha ziyade -en yakıcı örneklerden biri olarak- sözgelimi Soma’daki işçi katliamında olduğu gibi, birtakım “istisnai” hallerden hemen sonra “ulusal yas” ilan eden devletin matem oyununu sahneleme tekniklerini görünür kılmak, siyasal retoriğindeki duygu sarfiyatını anlamaya çalışmak. 

Burada olduğu gibi başka ülkelerde de, devleti çekip çeviren iktidar partilerinin kimi araçları seferber ederek toplumu yas tutmaya zorlamasına, ya da Soma’dan farklı olarak Ankara Garı katliamının yasını tutmak isteyenlerin yas edimlerini engellemeye çalışmasına, demek her durumda acıyı manipüle ederek ahaliyi sessizliğe çağırmasına, anti-demokratik olduğu kadar “totaliter” de olan baskıcı bir hükümet etme aklı hâkimdir. Toplumun demokratik reflekslerini ipotek altına alan bu akıl, yasa damgasını vuran ölümlerden ötürü, ahlaken daha kolay perdelenen, meşrulaştırılmaya pek gerek duyulmayan bir akıldır. Devletin yas oyunu, demokratik muhalefetin ve reflekslerin ahlaken mahkûm edildiği, yadırgatıcı hale getirildiği esaslı oyunlardan biridir: Hatırlanır, Soma katliamı akabinde “yas evinde kimsenin horun tepmeye hakkı yoktur” demişti Hüseyin Çelik.[1] Protestonun horon tepmekle özdeş kılındığı, demokratik güçleri şüpheye düşürme kuvvetine sahip olan, işitildiğinde boyun büktüren, mahcup ettiren hegemonik bir söylem bu. Otoritenin sesi, semada değil, öznelerin içinde “vicdan” kılığına bürünerek yankılanır. Öte yandan, yalnızca devlet erkânı değil, sermaye grupları, medya şebekesi gibi iktidar blokları da güya ölenler için yas tuttukları iddiasındadır. Bu “toplu” yas sürecine göre ses değil, “sükût” zamanıdır. Ülke “geçici” bir süreliğine büyük bir yas “evi”ne dönüşür: Ölüler ortalığı ayağa kaldırmadan gömülmedir. Bu taziye mekânını dayayıp döşeyen duygu ekonomisinde, ses çıkaranların payına aforoz edilmek düşer tabii. Susmaktan ziyade konuşmak, sorumluları ifşa etmek, öfkesini içe değil, dışa akıtmak isteyen demokratik muhalefet, acılarla dalga geçen, merhametsiz ve “izansız”, şeytansı bir neşeyle yıkanmış kesimler olarak zan altına alınır. Tarafları sınırları net bir şekilde farklı koordinatlara sabitleyen asli dinamik, söylemsel olarak bir tür dokunulmazlıkla çevrelenmiş yas olgusundan başkası değildir.   

Demokratik güçleri ahlaken gözden düşüren, siyasal iktidarı vakar bir pozisyona taşıyan bu yas meselesinde üzerine gidilmesi icap eden kimi sorular var: Devlet de tıpkı bireyler yahut topluluklar gibi yas tutabilen bir yapılanma mıdır? Devleti de dairesine alan iktidar bloklarının tuttuklarını iddia ettikleri yasın bir sonu var mıdır? Şöyle ki, “sessizlik” ne zaman ve hangi şartlarda yerini konuşmaya, ifadeye, karartılmış yahut bastırılmış “hakikatlerin gün yüzüne” çıkarılmasına bırakır? Devletin seremoniler eşliğinde beyan ettiği “resmi yas,” hakikaten de bildiğimiz manada yas mıdır? 

Devletin de yas tutabildiğini düşünüyorsak şayet, yas nedir sorusuna verilen cevapları yeniden tartışmaya açmak kaçınılmaz. Freud’un yas konusunda tekil bireyler özelinde vardığı “bilimsel” sonuçları, modern devlet yapılanmasının ve onunla bağlantılı iktidar bloklarının yas söylemleriyle mukayese ettiğimizde ortaya kabaca şöyle bir tablo çıkmakta: Devlet ve iktidar blokları, diğer meseleler de olduğu gibi yas meselesinde de “yalan” söylemekte, yas retoriği sayesinde sorumluklardan firar etmekte, suç ve ceza denkleminden sinsice sıyrılmaktadır… 

Bu sinsi siyasi aklın ifşası için Freud’un kapısını çalmak gerek: yas nedir? 



[1] Hüseyin Çelik, Radikal, 17.05.2014.