Depresyon Politik bir Sorundur Çünkü
Erdoğan Özmen

Günümüzde, kapitalizmin en derindeki gerçek çekirdeğini ifşa eden şey değil midir depresyon? Depresyonun böylesine bir yaygınlığa ulaşmasının, anti-depresan ilaç kullanımının böylesine artmasının başka nasıl bir açıklaması olabilir ki? Ruhlarımızı ve bedenlerimizi, zihinsel ve fiziksel enerjimizin tamamını parça parça olana kadar zorlamak ve germek üzerine kurulu bir dünya düzeninde başka ne ummalıyız ki zaten? 

İnsan haysiyetli bir varoluşa sahip tek varlık belki de. İnsanın en büyük macerası, insanlaşma süreci denen şey, insanın -deyim yerindeyse eğer- kendisi için bir varlık olma süreci, kendinin yapıp etme kudretine ait çünkü.

Psikanalizin ve diğer psikolojik öğretilerin enine boyuna tarif etmeye çalıştıkları özdeşimler, içselleştirmeler, travmatik karşılaşmalar, ayrılık anksiyeteleri, kayıp ve yas süreçleri, bastırmalar esasen bunun içindir. Kendini yoktan/yokluktan, büyük imkansızlıklardan yola çıkarak var etme gücü, kendi biyolojisini ve verili yapısını daima aşma iradesi ve tutkusu nedeniyledir ki, insan kendine-saygı duyarak, bir benlik-değeri taşıyarak, o şeref/onur duygusuyla var olabilir ancak.

İnsan çünkü, ötekine mutlak bir bağımlılıktan ve çaresizlikten çıkarak adım adım yaratır kendini. Ötekinin şefkat, merhamet, iyilik, özen ve dikkatine tam bir muhtaçlık halini, kaçınılmaz bir teslimiyeti aşa aşa kat eder kendi özneleşme sürecini. Neredeyse bir hiç oluştan, en baştaki eksiksiz bir güç ilişkisine tabi ve zavallı konumundan yola çıkarak edinir benzersiz kudretini, yapma-etme gücünü. Demek ki, insanın emek gücünün en billurlaşmış, en eşsiz ifade ve “ürünü” en önce kendisidir şu halde.

Tüm insanca kapasite ve yeteneklerimize saldırarak, yapıp etme gücümüzü/kudretimizi sürekli aşındırarak, kendi yapısal özelliklerini ve canavarca hareketini kahredici bir aşağılanma, değersizlik ve yetersizlik duygusuna ustaca tercüme ederek ve bu vahşeti içselleştirmemizi sağlayarak işleyen bu dünya düzeni, insanca varoluşumuzun tam zıt kutbudur. Biricik amacı, sermayenin hareketi ve kar artışı olan, hayatlarımızı, yeryüzünü, sağlığı, eğitimi, eğlenceyi, boş zamanı -geleceğimizi bile- sıradan bir sömürü kalemine indirgeyerek varolan bir sistem, bu kapitalist mutlakiyetçilik makinesi varlığımızın kökten inkarından başka nedir ki?

Yoksulluğun, açlığın, çıplak çaresizliğin lanet bir pas gibi ete işleyen, kötürümleştiren, erite erite yok eden, silen, beli büken, elden ayaktan eden korkunç şiddeti var bir de. Boğum boğum gerçeği, yükü, ağırlığı yoksulluğun. Yoksulluğun görünmez kıldığı, incecik içlerini ezdiği, kemirdiği -ikinci bir deri gibi- hiç silinmeyecek bir kederle cılız ruhlarını oyduğu ufacık çocuklar var sonra. O çocukların babaları var. Acı, umutsuzluk ve çaresizliğin utanç, suçluluk ve değersizlik duygularıyla kaskatı donduğu oradaki düğümü ölçecek bir dünya ölçüsü var mıdır ki?

Madem öyle, ruhsal sağlık ve hastalık çoktan politik bir sorundur demek ki; bildiği tek şeyi yapmaktan geri duramayan, her birimizi bir posaya, paçavraya çevirene kadar durmayacak olan mutlak/total kapitalizm çarkı işlemeye devam ettikçe.

Fiziksel/canlı varlığımızı korumanın, sürdürmenin bile böylesine müşkül hale geldiği zamanlarda, kendi haysiyetli varoluşumuzu savunmanın biricik yolu ortaklaşa politik eylemliliktir. Sadece bu: Dayanışmacı ve kolektif politik eylemlilik.