Yeni Türk Hukuku
Murat Belge

Cumhurbaşkanı’nın dediği dedik. Bir şey söyledi mi, o işin onun söylediği gibi olmadığını gösteren yüz tane kanıt çıksa da, Cumhurbaşkanı dediğinden şaşmıyor.

Örneğin geçenlerde bir İnönü fotoğrafı çıkardı ortaya. İnönü’nün elinde uyduruk bir Amerikan bayrağı. Bir görevi de böyle kanıtlar bulmak olsa gerek, “Kültür Odası”nın “ele geçirdiği” gizli bir belgeydi herhalde bu fotoğraf ve İnönü’nün nasıl bir Amerikan düşkünü olduğunu gösteriyordu.

Bir yerlerde sıkışınca Cumhurbaşkanı böyle bir çalım atarak konu değiştiriyor, hava dağıtıyor. Onun bu çıkışı da CHP’yi fotoğraf derdine düşürdü. Bir başka fotoğraf ortaya çıktı: İnönü aslında elinde iki bayrak, Türk ve Amerikan bayrakları tutuyordu. Amerikalı ziyaretçiye (Başkan) “hoş geldin” karşılaması yapılmaktaydı v.b. Cumhurbaşkanı’nın gösterdiği fotoğrafta Türk bayrağı görülmüyordu ama ikinci fotoğraf öteki açıdan çekildiği için önde duran bayrak, Türk bayrağıydı.

Ama zaten İnönü’nün böyle bayram çocuğu gibi ara sıra eline bir Amerikan bayrağı alıp nümayiş yaptığını ima etmek olacak bir şey değildi.

Yazıldı, çizildi, belli ki bunların Cumhurbaşkanı üzerinde bir etkisi olmadı. Çünkü birkaç gün sonra gene Amerikan bayrağından söz etti. Bu sefer, ayrıca, faşist ve Nazi taraftarlığı da sıkıştırarak.

Burada da İnönü’ye tarihe aykırı bir haksızlık vardı. İnönü bir İtalya veya Almanya hayranı değildi. Kendisi de bir hayli sağda, otoriter rejimlere bir hayli yatkın biri olmakla birlikte, bu ikisini tehlikeli görüyor ve ülkeyi onlardan sakınmaya çalışıyor, bunun için de tarafsızlığa önem veriyordu. Alman ve İtalyan hayranları doluydu çevresinde. Bunları öbür cepheyi, demokrasiyi tutanlarla dengeleme çabasındaydı.

Ama Cumhurbaşkanı bir fotoğraf bulmuştu ve kimse –ya da herhangi bir “gerçeklik”– onu bu fotoğrafı kullanmaktan alıkoyamazdı.

Böyle davranırken Cumhurbaşkanı bir olgunun farkında ve ona güveniyor; AKP iktidarının başlangıcından beri yaratılan siyasi gerilim ve kutuplaşmada şimdi vardığımız noktada zaten taraflar birbirinin ne söylediğini dinlemez hale geldi. Dolayısıyla, Cumhurbaşkanı’nın İsmet İnönü hakkında suçlamasını çürütmek için CHP ne yapsa kendine o cepheden fazla dinleyici bulamayacaktır. CHP’nin ne söylediğini dinleyen iktidar taraftarları ise Cumhurbaşkanı’nın her sözüne, doğru olsun veya olmasın, peşinen bağıtlı olanlardır.

Cumhurbaşkanı bunları biliyor – nasıl bilmesin ki işin buraya gelmesinde herkesten çok onun payı var. Bu durumdan rahatsız değil. Rahatsız olmak bir yana, kendi cephesinin öbür taraftan gelen sesleri dinlememesi için elinden geleni yapıyor. Bunun en sağlam yolu da toplumda yaşanan gerilimi devamlı kılmak. O da gerilimi yakıtsız bırakmıyor.

Şüphesiz, “gerçeklik”le başı bir ölçüde dertte. Gerçekliğin sözünü dinletmemek, muhalefetin sözünü dinletmemekten epey daha güç. Ama güçlükler iktidarı yolundan çevirmiyor. Örneğin ekonominin geldiği yer pek parlak değil. O halde Türkiye’nin düşmanları kriz yaratıyor olmalılar. Bu “düşmanlar” arasında, “iç düşmanlar” –bütün faşizan rejimlerde olduğu gibi– ötekilerden daha önemli bir yer tutuyor, çünkü “iç düşman” içimizden çıkma “hain” olarak daha fazla nefret uyandıran imgedir.

Cumhurbaşkanı Osman Kavala’nın ne suçlar, ne suçlar işlediği üzerine beyanat veriyor – şu sıralarda sözde yargılanan daha birçok kişi hakkında da verdiği gibi. Osman Kavala’nın işlediği bu kabarık suçların iddianamesi bir yıldır yazılamıyor. Büyükada’da devleti yıkmak üzere toplananlar hakkında da söylenmiş sözleri, verilmiş yargıları var Cumhurbaşkanı’nın. Bu davalardan bir kısmı düşüyor ya da düşer gibi oluyor ve zaten nasıl içi boş şeyler olduğunu görüyoruz. Ama bir kısmı da düşmüyor ve gene nasıl içiboş olduğunu görüyoruz. Altan’lar, Nazlı Ilıcak, daha başkaları ağırlaştırılmış müebbet hapse mahkûm edildiklerinde darbeye karıştıklarına ve “sübliminal mesaj” verdiklerine inanıyor muyuz?

Ama Cumhurbaşkanı bütün bu olaylar hakkında yargılar vererek yoluna devam ediyor. Devam ettiği fiziksel yol bir hayli düz gibi görünüyor. Ama bir başka düzeyde zigzagdan geçilmiyor. Hani bir ara bazı savcılara kefil olmuştu? Hani, ne istedilerse vermemiş miydi? Rus uçağını bilerek düşürmemiş miydik? Bir daha yaparlarsa bir daha düşürmez miydik?

Bütün bu konuşmalarla Cumhurbaşkanı bu gerçek dünyanın gerçek olaylarından kopuk ve gerçeklikle gitgide daha fazla mesafesi açılan bir “kendi istediği dünya” kuruyor, yaşatıyor. Brunson üç yıl bilmem kaç ay bir cezaya çarptırılıyor ve birtakım aritmetik hesaplardan sonra serbest bırakılıyor.

Cumhurbaşkanı “Türk adaleti”nden söz ediyor ve Amerika’yı buna inanmaya çağırıyor. Trump zamanında Amerika’nın hangi adalete inandığı, inanacağı ayrı konu da, bu olay herhalde o “adalet” denen şeyin bu ülkede bir işi olmadığını anlatıyor. Hem FETÖ’cü olmuş, yani “darbeci”, hem de PKK’lı ve aynı zamanda casus olan bu adama Türk adaleti üç yılı uygun bulmuş. Ne rastlantı! Tam da çıkmasına uyan bir sayı!

Ve tabii iddianameye, tanıklara v.b. bakınca, bir başka, derin mi derin “Türk adaleti” görülüyor. “Böyle bir ‘adalet’ten Allah herkesi korusun!” dedirtecek bir hukuk harikası.

Ama Cumhurbaşkanı söyledi, bunun adalet olduğunu, üstelik buna güvenmek gerektiğini. Cumhurbaşkanı’ndan daha iyi bilecek değiliz.

Böyle böyle, gerçek dünyanın şimdilik yanında ve bir süre sonra yerinde olmak üzere, Ankara’daki bin odalı “saray”da imal edilmiş yeni bir dünya şekilleniyor. Bu, aynı zamanda, Colombo’dan önce bazı Müslümanlar’ın gidip Amerika’yı bulduğu, Küba yamaçlarında bir de cami inşa ettiği, Türk ulusunun tam on altı adet devlet kurduğu bir dünya olacak. Yavaş yavaş, Abdülhamid’in Britanya elçisini dövdüğü, cihanşümul İslâm ihtilâlini planladığı (ve saire) bir dünyaya doğru evrilecektir.

Ve muhtemelen Cumhurbaşkanı’nın söylediklerinden farklı şeyler söylemek “suç” olacaktır. Şimdiden bir ölçüde böyle ama daha bunun “yasa”sını çıkarmak gerek. Örneğin “Çiçek aşısını Türkler’in icat ettiğine inanmıyorum” demek “hıyanet-i vataniye kanunu”nun kaçıncı maddesi kapsamına girer, kaç yıl hapisle cezalandırılır v.b. Bunların da halledilmesi icap ediyor. Köprülerle, hava alanlarıyla birlikte, bunların, bu “Yeni Türk Hukuku”nun da 2023’e yetişmesi iyi olur.

Oraya doğru gidiyoruz. Kaz adımlarıyla.