İstikrarsızlık Mecburiyeti
Kemal Can

Geçtiğimiz haftanın en çarpıcı iç siyasi gündem maddesi hiç kuşkusuz, Cumhur İttifakı'nın yerel seçimlerde işbirliği yapmayacağının açıklanmasıydı. Bu gelişmeyi biraz çelişkili bir cümle halinde yazmayı zorunlu kılan da, yapılan açıklamalardaki belirsizlik. Çünkü, ittifakın her iki tarafındaki en tepe isimler, ittifakın sürdüğünü, sadece yerel seçimde uygulanmayacağını söylediler. Bu muğlak tutum, çeşitli şekillerde yorumlanabilir. En güçlü ihtimal, bu siyasi kararın blok tercihlerinin değişmesi anlamına gelmediğini işaret etmek. Siyasi tutarlılığın çok bir önemi kalmamış olsa da, ittifakın kuruluş gerekçeleri öyle "bitti" denilerek arkada bırakılacak şeyler değil neticede. Açıklamaların hemen ilk dakikalarında piyasalar üzerinde oluşan negatif etkinin yatıştırılması da önemli bir gerekçe olabilir. En azından Bahçeli, yaklaşık yirmi yıl önce başına geleni tekrar yaşamayı istemez. Kapıları açık tutmak ve varsa pazarlığı devam ettirme arzusu da, kolayca akla gelebilecek nedenlerden. Heveslisi çok olan, "gündem değiştirme" yorumu da beklendiği gibi çok hızlı dolaşıma girdi, belirli bir teveccüh gördü. Bu sözleri dışarıya karşı değil, tarafların birbirlerine doğru söylemiş olması da, küçük bir olasılık değil. İttifak arayışını ve hevesini durdurduğunu söylemenin, ittifakı dağıtan taraf olmakla aynı şey olmadığının gösterilmesi; "bloktan ayrılan etiketinin" bir rest eşliğinde ortaya bırakılmış olması dikkate alınabilecek ihtimaller. Süreci başlatıp, beklenen veya sürpriz finali saklayarak ilerlemek de, Türkiye siyasetinde az rastlanır bir tarz sayılmaz. Hatta bazen beklenen ve öngörülen bir final veya hedefin olmadığı başlangıçların, nereye varacağına göre değil, nasıl gidilemeyeceğine göre verilmiş kararların da hiç az olmadığı düşünülebilir. 

Bu yazı, iktidar ittifakının dağılma nedenleri ve olası sonuçlarıyla ilgili bir yazı olmayacak. Artık birçok şeyi baştan konuşmayı gerektirecek yeni bir siyasi zeminin oluşmaya başladığı çok açık ve bu konuda yazma ihtiyacı da ortada. Durum biraz daha berraklaşana kadar çeşitli boyutlarıyla bunu konuşmaya ve yazmaya devam edeceğiz muhtemelen. Bu yazı daha çok önceki paragrafın son cümleleriyle ilgili olacak. Çünkü o cümlelerin arka planı, Türkiye'deki siyasetin gidişatını belirleyen bir ittifakın başlamasını olduğu gibi bitmesini de mümkün kılan ve sürekli yeniden düşünmeyi gerektiren, kurulan/bozulan dengeleri zorlayan daha derin bir yapısal mesele gibi duruyor. Öngörülemez bir rastlantısallığın, kontrolsüz bir keyfiliğin, ele avuca gelmez bir dağınıklığın mahsülü olmayan ama süreklilik kazanan bir istikrarsızlık mahkûmiyeti. En katı dengelerin, en değişmez gibi görünen tabloların oluştuğu anlarda, aslında durumun hiç de öyle olmadığını gösteren gelişmeler üretebilen sarsıcı bir istikrarsızlık. Bunu, Türkiye'yi sürekli istikrarsızlaştırmak isteyen güçlere bağlamak ne kadar anlamsızsa, bunun mahir ellerce yönetilen bir durum olduğunu savunmak da o kadar zor. Bu sarsıcı istikrarsızlık zeminini yaratan elleri tespit etmeye çalışmak -eğlenceli ama sonuç alınamaz olduğu için- bunun yapısal bazı nedenleri olup olmadığını merak etmek daha anlamlı. Yaşananlar çok yıpratıcı, sonuçları hayli tahripkar olsa da, bitmeyen bir dengelenme halinin, istikrarsızlık mecburiyetinin sadece kötülüğe yarayacağına inanmak, sürekli geriletici olduğunu düşünmek de pek mantıklı durmuyor. Olup biten her şeyi kurucularının belirlediği oyunlar olarak düşünmekten biraz uzaklaşınca, anlama çabasındaki önce/sonra sırası ve nedensellik ilişkisi de değişiyor. Bazen bir oyun kurulduğu için öyle olduğuna inandıklarımızın, olaylar öyle geliştiği için kurulmaya çalışılan bir oyun olduğunu şaşkınlıkla farkediyoruz.

Türkiye siyasetinin -çok partili hayat sonrası- en uzun tek parti iktidarı döneminin içindeyiz. 2011 seçimi sonrası dönemde ise, sayısal siyasi denge neredeyse donmuş halde. Fakat aynı dönemin siyasi gelişmelerine bakıldığında istikrarlı bir çizgiden bahsedilemez. İktidar sahiplerinin de, karşısında yer alanların da huzur yüzü gördüğü, kendilerini güvende hissettiği pek söylenemez. 2011 seçimi sonrasında yazılıp çizilenlere ve hakim olan haleti ruhiyeye yeniden bakınca, değişmesi çok zor bir dengenin kurulduğu ve uzun süre devam edecek bir sürecin başladığı düşüncesinin baskın olduğu görülüyor. Ama sonra yaşanan olaylar dizisi, çeşitli katmanlarda ve farklı açılardan durumun pek de öyle olmadığını defalarca gösterdi. Dengeleri bozan ve yeniden kuran onlarca vaka sayılabilir ve neredeyse her yıla düşen, kimsenin -en azından seviyesini- pek hesaplayamadığı, çoğu öngörülmemiş, öngörülse bile şiddeti tahmin edilememiş sarsıntılar sıralanabilir. Her birinden sonra, "artık hiçbir şey aynı olamaz" denilen kaç olay yaşandı düşünelim: Çözüm süreci, Gezi, yeniden savaş, darbe girişimi, ittifak, yönetim rejimi değişikliği ve şimdi ekonomik kriz. Ve bütün bunların arasına serpiştirilebilecek irili ufaklı bir sürü yan vaka. Kendisi değişen, etkileri değişen aktörleri de denkleme eklemek mümkün. Dış politika ve ekonomik durum açısından da, çok kritik değişim eşikleri bu dönemde geçildi. Sürecin tamamına bakıldığında, oluşmuş dengeyi zorlayan dinamiklerin değil de, sürekli sallanan dengeyi yeniden kurmaya, ayakta tutmaya çalışan bir faaliyetin daha belirgin olduğu ve dönemin karakterini oluşturduğu görülüyor. Ve siyasi istikrarsızlık mecburiyeti, sayısal dengenin katılaşmış gibi algılandığı bir tabloda daha görünür hale geliyor.

Bir zamanlar, siyasi değerlendirmelerde çok sık kullanılan bir kalıp vardı: "Bu gömlek artık dar geliyor". Bazen ekonomik model için, bazen hukuki veya anayasal altyapı için, kimi zaman da siyasi temsil için geniş bir kullanım alanı olan bir sözdü. Bir süredir bu kalıp pek kullanılmaz oldu, biraz da yerine kullanılan daha afili ifadeler yüzünden unutuldu. Fakat Türkiye siyasetinin istikrarsızlık sürekliliği (mecburiyeti) asıl olarak bu yapısal meseleyle hâlâ çok yakından ilişkili gibi. Türkiye 80 sonrasında hukuki ve siyasi mimarisini, tartışmasız bir zorunluluk olarak dayatılan ekonomik modelin ihtiyaçları çerçevesinde bir istikrara zorlandı. Bazen açık iktidar kapışmalarıyla, bazen çökmekte olan merkezde bir yapay uzlaşma imal edilmeye çalışılarak. Bu yüzden, defalarca krize giren siyaset, "bir şey olmaz" ile "sürpriz sonuç" arasındaki sarkaçta sürekli olarak kendi bozduğu dengeyi arayarak ilerliyor. Ancak Türkiye'nin ekonomik, kültürel, sosyolojik, siyasal dinamikleri, hareketliliği, canlılığı geçici olsa bile istikrara izin vermiyor. Blok siyasetiyle yaratılmış sığ zeminde üretilmiş kararlı gibi görünen dengeler bile, bu dinamik arka planın işlemesini durdurmaya yetmiyor. Galiba bütün dünya için de geçerli olan şey, tartışmaya kapalı ve zorunlu olduğu iddiasındaki modellerin ihtiyaçlarına göre biçimlenmiş siyasetin, iddia ettiğini karşılayamayacak dengelerinin sonunu da getirmek zorunda olması. Hiçbir siyasi aktör de bu mecburiyetten daha fazla etki gücüne ve hesap becerisine sahip değil.