Vasat
Tanıl Bora

Vedat Milor, bir zamandır, “Vasatistan”da bir beğeni ölçüsünü koruma gayretinin beyhudeliğinden yakınıyor. Sadece kendi iştigal sahası olan sofra sanatlarında değil, ‘asgari nezaket’te ve oturup kalkma adabına varana dek, hayatın her sahasında.  

İzaha, tasvire ne gerek var? Vasata boğulmuşuz, vasatta boğulmuşuz.

“Vasatistan” lâfı, saptayabildiğim,[1] ilkin 2009’da telaffuz edilmiş: Sabancı Üniversitesi’nin öğrencilere daldan dala atlama imkânı veren esnek (ve disiplinler arası) sistemine YÖK’ün mani çıkartması üzerine, gazetelerde İlter Turan, İsmet Berkan, ortalamaya kaskatı bağlı bu yönetim aklının, ülkeyi “vasatistan” olmaktan çıkaramayacağını yazmışlar.

“Vasatizm” lâfınınsa izini, 2004’e kadar sürebildim. Hürriyet’e bir gençlik ekinin editörlüğünü üstlenen Mine Kılıç, gençlerin klişelerin dışına çıkamamasından, yaratıcılığa, özgünlüğe uzaklığından yakınırken söylemiş (bkz.). Medyada bu lâfı Serdar Turgut, ara ara sarf etmiş (bkz.).

Memleketteki genel liyakat kaybının, değer bilmezleşmenin, maymuncuk kelimeyi de kullanalım, popülizmin, vasatın hâkimiyetine yol açtığından yakınmanın, o günkü hava durumunu tabir etmek kadar doğallaştığı bir vasattayız. Aslında, vasatın da altına düştüğümüzü düşünenler az değil. Yine Vedat Milor, mesela, “Bayağistan” olmaya doğru gittiğimiz kanısında.

***

Arapça wst kökünden geliyor kelime, “iki şeyin ortasında olan, ortalama,” demek.

İslâmî söylemde, “vasat ümmet” terimi (“Biz sizi vasat (veya: ortada yürüyen) bir ümmet kıldık”. Bakara/143), ılımlılığı, ortalamadan-genelden sapmamayı telkin etmek üzere kullanılageldi. Yakın zamanlarda bunu, orta halli-orta sınıf olmanın erdemine bağlayan yorumlar da yapılıyor. (Medine ayetidir, statükonun gözetilmesi olağan.)

Vasatın anlamı, sıradanın ortalamasını ifade ettiği gibi, idare-i maslahatçı bir orta yolculuğa da açılabilir. (Orhan Koçak’ın “Tanıl-Bora-ve-Akif-Kurtuluş”ta sataştığı şey değil mi bu!) Ama Deleuzegil “ortadan başlamak,” farklıdır, başka bir yol açar: aklı-fikri başından sonundan (saiklerinden, vargısından, “sonuç”undan) değil ortasından, arada bir yerlerinden tutmak…

Kelimenin “tavassut” ve “mutavassıt” bağıntısını kaçırmayalım: aracılık, ‘medyum’ işlevi, yani ortam teşkil etmek. Ötüken Osmanlıca Türkçesi Sözlüğü’nde, “iki şeyin ortası” anlamındaki birinci anlamın ardından, ikinci anlam budur zaten: Ortam. Modern zamanlara kadar vasat’ın sıfat olarak kullanımına rastlanmıyor olduğunu bilirsek, vasatın “ortam” anlamının hakkını tanıyabiliriz.

***

Politik teoride son yirmi yılda revaç bulan mediokrasi teriminde, sıfat ve isim anlamları iç içe geçebiliyor. Sergio Benvenuto, İtalya’da Berlusconi’nin siyaset tarzını değerlendirirken, mediokrasi’yi, hem önemli bir alet olarak medyaya dayanan bir egemenliği, hem de vasat olanın egemenliğini kastederek kullanmış. (Evet, “vasatizm”, haylidir, global bir mesele.)

Andrea Mattozzi ile Antonio Merlo’nun, Albrecht Müller’in, 2000’lerin ilk on yıllarında, bu kavramı politikacı zümresinin nitelik kaybını (kâht-ı rical!) tanımlamak üzere kullanan kitapları var. Fabian Tassano’nun 2006’da çıkan Mediocracy adlı kitabı, vasatlığın egemenliğini politik ve toplumsal kültüre damgasını vurean bir olgu olarak görerek eli artırmış. Liberter bir yazar olan Tassano, özgün, yaratıcı her nevi girişime set çeken vasatlık kültürünü çirkinlik, sıkıcılık, sahtekârlık, yapaylık, manasızlıkla tanımlıyor. Bunu, her şeyin sırrının dökülmesine, kıymetsizleşmesine yol açan “post-her şeycilikle” bağlantılı görüyor. Kitabın alt başlığı, vasatlığın egemenliğinin, “eşitlikçi bir kültür altında değerleri tersine çevirdiğini ve bizi aldattığını” söylüyor. Tassano’nun, bir liberter olarak, eşitlikçiliğin düzleyici etkisiyle sorunu var. Vasatlığın baskı ve vesayetinin, kolektif amaçlar ve değerlerin düzleyici-eşitleyici etkisine dayanarak galebe çalabildiğini düşünüyor. Bu ortamda (vasatta), pek el üstünde tutulan bireyciliğin de sahte veya sözde bir bireycilik olduğu kanısında.

***

Tassano’nun vasatlığın egemenliği bâbında “eşitlikçilik kültüründen” huylanan liberter eleştirisinin daha haşin liberal ‘açılımları’ da var. Neoliberal performans baskısıyla bağlantılı. Başarı, etkinlik-verimlilik, öne çıkma, “fark yaratma” kamçılarını şaklatan rekabetçi, yarışmacı dille uyumlu.

Neoliberal çağın politik kültürünün –hakaret gibi– bariz bir veçhesi, bu değil mi? Her şey ortaya/merkeze sıkıştırılır, herhangi bir radikallik men edilirken, bir yandan da sıra dışılık goygoyu. Reklamlar gibi.

Bunun kara ironisi gibi bir Premium Mediocre statüsü çıkmış. “Birinci sınıf orta kalite” diye çevrilebilir. Bazı hava yolları firmalarında, ekonomi sınıfının bir üst “segmenti”. Pratik anlamı: Fark ödeyerek biraz daha geniş aralıklı koltuk alabiliyormuşsunuz. Hintli yazar Venkatesh Rao, Premium Mediocre’u, zamanın ruhunu tanımlayan bir terim olarak kullanıyor: vasatlığın içinde, ama ona, vasatlığa ‘halel getirmeyen’ bir “lüks ilüzyonu” (bkz.).

***

Kanadalı yazar Alain Deneault, vasatlığın egemenliğine, Tassano’nun eşitlikçilik alerjisinden uzak, ‘temiz’ bir yorum getiriyor.[2] Dünyayı vasatların yönetmesinin, meselenin sadece görünürdeki yüzü olduğunu söylüyor. Meselenin çekirdeğinde, “aşırı-merkezcilik politikası” var; az evvel bahsettiğimiz, başka düşünürlerin merkezin otoriteryanizmi de dediği vaziyet. Deneault’nun tabiriyle “otoritenin güvencesi olmuş bir ortalama/cılık,” hayatın her alanına yayılan bir tutuma, bir “bilme –ve kayıtsızlık– biçimine” dönüşüyor. Ortalama olmak, ortalamaya uymak, baskıcı bir fetiş ve hayatta kalmanın icabı halini alıyor. İnsanların da fikirlerin de birbirinin yerine ikame edilebilirliğini getiren bu vasat (yine isim ve sıfat anlamlarıyla), kamusal alanın, sivil toplum alanının, yurttaşlığın yitimi demek. 

***

Nurullah Ataç’ı ve ona kızanları hatırlamamak imkânsız. Ataç, düşünce ve edebiyat vasatımızın vasatlığa amâde oluşuna ateş püskürürdü. Bu dinmez memnuniyetsizliğiyle, vasatlığa karşı teyakkuz ilan etmekte bir seçkincilik görenlerin hedefiydi. Seçkincilikse de, özeleştirel (özyıkımcı veya “özkıyıcı” demeyeceksek!) bir seçkincilik olabilirdi bu: Ataç, vasatlıktan dert yanarken, kendini ondan hariç tutmuyordu. Hiç unutmayalım: vasat, aynı zamanda ortam demek. Herkese tesir eder.

Vasatlığın muhafazakârlığı, kendini “marjinal” nefretinde çok açık gösterir. Marjinal’e, standarttan sapana kahretmek, kendi vasatlığında memnun mesut kalmanın teyit ve teminatıdır. Vasat üstüne duyulan haset ve hınç da, vasatlık bilincini, kendi vasatlığını idrak etmeyi çok açık gösterir. Vasatlığın aslında en az bunlar kadar aşikâr bir mahfazası da, bol kepçe methiye ve rütbe (“üstad”)… Ataç’ın en kızdığı…

Tuncay Birkan, düşünce tarihi çalışmalarına yeni (üzerine eğildiği muharrirlerin üslûbuyla “bizde yeni” mi demeli!) bir usul getiren kitabının önsözünde, editörlük tecrübesinin, yazma cesaretini nasıl dalgalandırdığından bahsediyor. “Birbirinden güçlü birçok metni yakından-okuma deneyimi” karşısındaki hayranlık, kendi yazma tasarılarını rafa kaldırtabilir; buna mukabil önünüze gelen “zayıf metinleri” okurken. “‘ben bunların daha iyisini yazarım’ havalanması”na kapılabilirsiniz.[3]  Vasatlığınızı kabullenip omuz düşürebilir, vasata bakıp kendinizi yukarılarda görebilirsiniz. Esas olan, o teraziye huzur vermemek. Her alanda, her uğraşta öyle. Merakla bakmak, saygıyla bakmak, eleştirel endişeyle bakmak.

Yoksa nedir ki, her şey ve hepimiz, vasati 40 çöp…


[1] Yazı yayımlandıktan sonra eksik olmasın, Ali Eroğul uyardı: 1990’da Haluk Şahin Güneş gazetesinde, Tahsin Yücel’in Orhan Pamuk’a eleştirilerini hedef alan “Orhan Pamuk ve ‘vasat’ın saldırısı”, “Vasat zebanileri” ve “Vasatistan Cumhuriyeti” başlıklı üç yazı yazmış. 1992’de Cumhuriyet Kitap’ta Haluk Şahin’in “Vasatistan” adlı bir kitap hazırladığı duyurulmuş ama (yanılmıyorsak) kitap çıkmamış.

[2] La Médiocratie. 2015. Eksik olmasın, Merih Cemal Taymaz sayesinde haberdar oldum. Deneault’nun görüşlerini özetlediği bir söyleşi, Haldun Bayrı çevirisiyle okunabilir: https://medyascope.tv/2016/06/19/alain-deneault-dunyayi-vasatlar-yonetiyor/.

[2] Tuncay Birkan: Dünya ile Devlet Arasında Türk Muharriri. Metis Yayınları, İstanbul 2018, s. 18.