Örnek Liderlik
Polat S. Alpman

Türkiye’deki siyasal gelişimler belirli uğraklarla incelendiğinde siyasal liderlik meselesine özel bir önem verilen anlarla memleketin demokrasi, eşitlik, özgürlük, adalet gibi nazik ölçütlerinin dibe doğru seyretmesi arasında bir paralellik bulunabilir. Bu tespitin sadece Türkiye için geçerli olduğunu söylemek gerçekçi olmaz, belli ki liderlik ile nazik ölçütler arasında bariz bir ters orantı var ve bu siyasal alanın kurucu dinamikleriyle sıkı bir irtibat içinde.

Liderlik soyut bir kategori ve bu kategorinin içinin nasıl doldurulacağı, ne anlama geldiği ve ne işe yaradığı ilgili toplumun nitelikleriyle ilişkili olarak inşa ediliyor. Bunu, toplum nasılsa siyasal alanda öyle şekilleniyor, gibi determinist bir önerme olarak düşünmek yerine, liderlik denilen gösterenin toplumsal alanlarda inşa edilen bir içerik olduğunu ifade etmek gerekir. Bu nedenle siyasal liderlik, toplumsal alanlarda inşa edilen ilişkinin siyasal failler halinde cisimleşmesinin bir ürünü olarak kabul edilebilir.

Türkiye’de siyasal liderliğin niteliği ile Türkiye’nin nasıl bir ülke olması gerektiği hakkındaki tartışmaları da bu paralellik üzerinden okuyabiliriz. Liderlik bahsine yapılan vurguların özündeki güç ve mutlak iktidar istencinin ülkeyi iki boyutlu bir harita, toplumu ise mermer gibi renksiz ve dümdüz kabul ettiği öne sürülebilir. Bunun ne tür bir siyasal aklın ürünü olduğu ve neden olduğu sonuçlar bir başka tartışmanın konusu olarak şimdilik kenarda dursun. Ancak kriz anlarının liderlik denilen şeyi toplum adı verilen kalabalıklar nazarında daha da mühim hale getirdiği yaşanan tecrübelerle sabit.

Bu liderlik meselesinin üzerine düşünülmeye değer bir konu olarak yeniden ele alınmasının nedenlerinden biri, Yeni Zelanda’daki ırkçı saldırısı sonrasında feminist-sosyalist siyasetçi olan Jacinda Ardern’in gösterdiği medenilikle ilgili. Bu ırkçı terör saldırısının sağ-popülist mesajlarının duvara çarpıp parçalanmasına ve hedeflediği yabani ülküye ulaşamamasında Ardern’in özel bir yeri ve önemi var. Peki, bu liderlik gibi bir kavramla açıklanabilir mi?

Suzanne More, The Guardian’daki yazısında Ardern’in gerçek liderliğin nasıl yapılacağını tüm dünyaya gösterdiğini ve gerçek liderliğin sempati, sevgi ve samimiyetle mümkün olduğunu yazdı. Herhangi bir din mensubu olmadığını ifade ettiği Ardern’in terörizmin yok etmek istediği farkları, farklılıkları kucakladığını, onlara saygı duyduğunu ve onlarla bağlantı kurduğunu; böylelikle terörizmle gerçekçi bir biçimde mücadele ettiğini öne sürer. [1]

Ardern ile ilgili bu ve benzeri hayırhah ve makul yorumların haklı nedenleri var. Yeni Zelanda toplumunun yüzde 1 gibi küçük bir grubunu oluşturan topluluğun toplumun neredeyse tümü tarafından sahiplenilmesine vesile olan bir iradenin ortaya konulmasında Ardern’in payı küçümsenemez. Özellikle silah yasasında yapılan değişiklikler, medeni kalma mücadelesinin sembollerde ortaklaşmaktan daha ileri bir hedefi gözettiğini de gösteriyor.

Buna rağmen Ardern’in liderlik performansına yönelik abartılı bulan, onun sorumluluğu altında gerçekleşen bu saldırının hesabının ondan sorulmasını savunan görüşler de yok değil. Bu görüşlerin bir kısmı Ardern’in liderlik performansının fazla başarılı olmasından şikâyetçiyken bir kısmı meselenin sosyo-politik ve yapısal niteliğini ön plana çıkartıp Ardern’i övmek yerine onun neden eleştirilmesi gerektiğini açıklamayı hedefliyor. [2] Bir de sağ terörü, aşırı sağ örgütlemeleri katliamın gerçekleştiği Yeni Zelanda’da değil, Avustralya’da tartışılmasının nedenleri üzerinde duranlar var. Aşırı sağ terör tehdidini Yeni Zelanda’dan daha çok Avustralya’nın sorunu olarak ele alan bu yaklaşım, “Tasmanya Denizi’nin iki yakasında” yer alan bu bölgedeki sorunun, yeteri kadar sorun edilmeyen nefret suçları olduğunu öne sürüyor. [3]

Bu tartışma başka bağlamlar etrafında da sürdürülebilir. Ancak More’un ima ettiği üzere Ardern’in başarısı onun öteki ile kurduğu ilişkinin samimiliğinde gizli. Bunun bir liderlik biçimi olarak değerlendirilmesi ve siyasal alanda egemen olan erkekliğe alternatif bir liderlik olarak sunulması, Ardern’in şahsında cisimleşen medeni olma -kendinden olmayanı gözetme- halini gölgeleyen bir söylem olarak yorumlanabilir. Bunu daha içerden bakarak anlayabilmek için Müslüman yoğun toplumlarda yaşayan ve çoğunluğa mensup olmayanların maruz kaldıkları saldırılara yönelik kamuoyu denilen o belirsiz şeyin tepkilerine bakılabilir. Tam da Ümit Kıvanç’ın hatırlattığı bir medeniyet eşiğidir bu. [4] O kadar basit, o denli yalın…

Bu nedenle ortada bir liderlik performansı ve onun niteliği hakkında bir tartışma yapmak yerine, siyasal alanda liderliğin ne olduğu, nasıl düzenleneceği ve denetleneceği üzerine düşünmek önceliklidir. Bunu medeni olup olmamakla birlikte düşünerek elbet…



[1] Suzanne Moore, “Jacinda Ardern is showing the world what real leadership is: sympathy, love and integrity” link: https://goo.gl/an8BmV [19.03.2019].

[2] “Türkiye'de siyasetçiler bu kadar nefret dolu, kutuplaştırıcı, ayrıştırıcı” olduğu için Ardern’in sadece olumlu özellikleriyle gündeme gelmesini eleştiren bir değerlendirme için bkz. Ulaş Başar Gezgin “Yeni Zelanda Başbakanını Övmek Neden Yanlış?” link: https://goo.gl/3Ukcie [20.03.2019].

[3] Karen Fletcher’ın Birikim Güncel’deki yazısı için bkz. “Tasman Denizinin İki Yakasında Katliam Hesaplaşması” link: http://bit.ly/2TZuPK3 [27.03.2019].

[4] Ümit Kıvanç’ın “Katliam denklemleri” yazısı için bkz. link: https://goo.gl/69fByv [16.03.2019].