Demirel Tuşu
Tanıl Bora

Evveli gün, 17 Haziran, Süleyman Demirel’in ölümünün 4. yıldönümüydü. Cumhuriyet tarihinde “devletin başında” en uzun süre bulunmuşlardan biriydi Demirel.[1] Murat Arslan’ın İletişim’den yeni çıkan Süleyman Demirel adlı kitabı, “Morrison Süleyman”dan “İslâmköylü Phoenix”e ve “Baba”ya, nice lâkap takılmış bu ilginç şahsiyetin (veya “ricâl-i ayn-üt-tahakküm”ün) sağlam bir analitik biyografisidir.[2] 

Demirel, Türk sağının ‘büyük’ geleneği içinde Menderes’ten Özal’a ve Adalet ve Kalkınma Partisi’ne uzanan silsilenin önemli bir halkası, belki daha doğru teşbihle, menteşesidir. Ne var ki 28 Şubat “süreci” sonrasında, o menteşe söküldü. Sabahattin Zaim’in tekrarlamaktan bıkmadığım vecizesiyle: “Özal bizdendir, onları idare etmeye çalışıyor, Demirel onlardandır, bizi idare etmeye çalışıyor” kanaati hâkim hale geldi. Yani Demirel, millî iradenin, milliyetçi-muhafazakâr “esas kitle”nin değil de “merkez” elitlerin, Kemalizmin, “vesayetçi statüko”nün, -artık nasıl derseniz-, siciline kaydedilir oldu. Sadece lâkabıyla değil psiko-politik işleviyle Babayı öldürmek manâsında bir kopuş.

***

Ama ‘koparmak’ o kadar kolay değil. Hem devamlılıkları görmezsek, kopuşları da anlayamayız. Demirel’in, yine kendi içindeki kopuşlarıyla Menderes-Demirel-Özal silsilesi içinde Erdoğan’a nasıl bağlandığını, H. Bahadır Türk’ün Muktedir’inde (İletişim Yayınları, 2014) gayet mufassal takip etmek mümkündür. Bu devamlılıkta özün özü, şüphesiz millî irade fetişizmidir: Recep Tayyip Erdoğan tarafından, Ümit Cizre’nin birazdan değineceğim makalesindeki deyişiyle “hiperaktif” hale getirilen, lakin Demirel’in de ara ara mutlaklaştırarak temel hak ve özgürlükleri onun askısına asabildiği bir millî iradecilik. “Aydınlanma değil merhamet”çi ve gayet ‘ekonomist’ bir alternatif modernleşme iddiasını da ekleyebiliriz. ‘Sınır tanımayan pragmatistler’ devamlılığı zaten açıktır.

***

Ümit Cizre, dört buçuk yıl kadar önce, Demirel’le Erdoğan’ın siyasî kişiliklerini mukayese eden bir makale yazmıştı.[3] Devamlılıkları ve farkları enine boyuna düşünen bir makale. İkisinin temel bir ortaklığı olarak, “iktidarın meşruiyet kaynağı olarak yalnızca ‘millî irade’yi görmelerine,” temel hak ve özgürlükleri, çoğulculuğu “falan” aslında millî iradeye ayak bağı saymalarına rağmen“temsil ettikleri siyasi çizgiyi ezip yok etmeye odaklanmış vesayetçi ideolojinin ve kurumların varlığı”na karşı, araçsalcı-faydacı bir özgürlük ‘açılımına’ girdiklerini vurgular. “Zoraki ve yaralı demokrat”lardır ona göre. Cizre, asıl çakışma noktalarını, “muhafazakâr sağ meşrepleri nedeniyle ‘tek bildikleri’ ve sığ bir kültür görgüsü olarak devraldıkları devletçi statükoyu hem sevmeleri hem de ona hizmet etme arzuları,” diye koyar. 

Demirel’in Erdoğan’dan farklarına dair söyleyecek çok şeyi vardır Cizre’nin. Mesela “dünyaya, bastırılmış-hasar görmüş bir kimliğin moralist/tepkici, kompleksli ve eleştiriye tahammülsüz tezahürleri ile baktığını düşündürecek davranışları” olmaması; mesela millî irade mutlakiyetçiliğini “kendisinden başka irili ufaklı hiçbir güç odağı ve siyasal çeşitlilik görmek istemeyecek” raddeye vardırmaması… 

***

Ümit Cizre’nin o yazısında Demirel’i ayırt eden hususları anlatırken, meşrebe çokça eğilmesine dikkat ettim. İkisinden birisiyle “sohbet etme konusunda bir tercih yapmaya zorlanacak” olursa, Demirel’i Erdoğan’a tercih edecektir. Çünkü “güler yüzlü ve fıkra anlatma potansiyeli var”dır. Demirel’in “esnek, güler yüzlü ve mutedil” oluşuna, “rahatlama” ve “toplumu rahatlatma” kapasitesine önem verir. 

Meşrep, uslûp, merkez-sağ denen siyaset tarzını teşhis için gerçekten yarayışlı bir alâmet sayılabilir. İtidal, denge, esneklik-yumuşaklık, geleneksel merkez-sağın bizzat memnuniyetle atıfta bulunduğu hususiyetlerdir. Bunun canlı bir örneğini, bir ‘geçiş figürü’ olarak Köksal Toptan’dan vereyim. Toptan, Demirel okulundan yetişmiş, AP ve DYP hükümetlerinde bakan olmuş, 2002’den sonra Adalet ve Kalkınma Partisi’nden üç dönem milletvekili seçilip Meclis başkanlığı yapmıştı (2007-2009). İki yıl önce yayımlanan nehir söyleşisinde[4] merkez sağcılığını, ekonomi-politik terimlerden ziyade meşreple anlatır: Siyasetin bünyevî agresifliğini yumuşatacak bir nezaket, “ortamı yumuşatma,” “orta yol bulma” ve sadece dindarâne değil dünyevî-hesabî renk de taşıyan bir tevekkül: “gerisini zaman halleder…” (Merkez-sağda da, -belki genel olarak memlekette de-, az bulunur bir meyil olarak, kadın-erkek ilişkilerindeki dostâne rahatlığı ekleyelim buna – kitabın kapağında da Toptan’ın gençken eşiyle kol kola, hem sevgili hem arkadaşça, bir fotoğrafı var.)

Adalet ve Kalkınma Partisi’nin memnuniyetsizlerinin özlediği şu meşhur “fabrika ayarları” içinde, -Demirel’le siyaseten hısım hissetmeyenler dahil-, bir Demirel tuşu da var ve beyanlara bakılırsa zaten o ayarlar, ekonomi-politikten sosyal politikalardan dış politikadan falan ziyade budur; esasen meşreple tarif edilen bir ayar: itidal, orta yol, güler yüz…

***

Fakat meşrebin de bir ekonomi-politiği olabiliyor! Demirel’in humour’u elbette kişilik özelliğiydi ama siyasî işlevini, solun güçlü, siyasî rekabetin zorlu olduğu bir konjonktürde kazanıyordu – kaldı ki iç savaşçı Milliyetçi Cepheler döneminde humour da “hiçbir şey olmasa bile kesinlikle bir şeyler oldu” seviyesine düşmüştür. İtidal, orta yolculuk, “aşırı uçlara” mesafe koymak; kâh ehlileştirip kâh ittifak edip kâh bahane olarak kullanılan “aşırı uçların” hazır bulunduğu bir siyasî yelpazede işlevseldi. Sağ, ‘aşırılarıyla’ beraber, merkezi kaplayınca, merkezin kendisi olunca, itidal mesafeleri silinir.

12 Eylül’den sonra yeni partiler kurulurken Adalet Partisi’nin oy tabanına ‘çöken’ ANAP ve Özal’a karşı Demirel “Tapulu arazime gecekondu yaptırtmam” demişti. Adalet ve Kalkınma Partisi, o arazinin üzerine TOKİ siteleri kurdu. Merkez sağla, 2000’lere kadar sağdaki uçları temsil eden Milli Görüş ve MHP gelenekleri arasındaki ilişki değişti. İşgal midir bu, asimilasyon mu, mutasyon mu? Kastettiğim, mutasyona uğrayan Milli Görüş akımının merkez sağı asimile etmesidir. Merkez sağın ideolojik tarifi, liberal-muhafazakârlıktır. Millî Görüş’ün merkez sağı asimile etmesine elveren mutasyonu, neoliberalizmin hükmünü yürüttüğü bir evrede, liberal-muhafazakârlığı neoliberal-muhafazakârlığa dönüştürerek gerçekleşti. Demirel’in temsil ettiği klasik liberal-muhafazakârlık ise, sosyal-liberal bir bileşen de içeriyordu;[5] sosyal devleti iyi kötü devam ettirmeye bakıyordu. (Demirel, Soğuk Savaş dönemi ruhuyla ve şuurlu bir anti-komünizmle, “herkesin kaybedeceği bir şey olsun,” isterdi – 1977’deki beyanıyla.) Ümit Cizre de, diyaloga girdiğim makalesinde bu dönüşümün önemini vurgular. Neoliberal dönüşüm, hem piyasa ilişkilerini gaddarlaştırmıştır, hem yetiştirdiği yeni orta sınıflar, ‘yeni’ yükseliyor olmanın yanısıra bu yükselmenin kültürel rövanş hissiyle yüklenmiş olduğu hınç nedeniyle de saldırgandır, küstahtır. Post-muhafazakârlık diye de tabir edilen dönüşüm…[6] Velhâsıl, bu zaman ve zeminde, Demirel nekreliğinin hayat sahası dardır. Genişletmek için, münasip bir ekonomi-politik, münasip bir sınıfsal temsil ve ittifak ‘açılımı’ lâzım gelir.

***

Yine de, mugalâtanın da daha zekice ve humour içerenini özleyebilir insan. Haydi, iyimserlik telkin eden bir Demirel sözüyle bitirelim. 13 Mayıs 1994, Türkiye Yardımsevenler Derneği’nin davetine verdiği cevap:

Koşarak gelirim. Beni sevindirmek fevkalâde kolaydır. Ben küçük şeylerden sevinirim. Türkiye’nin iyiliğine toplu iğne ucu kadar bir şey olsa sevinirim. Birçok kimsenin sevinme, sevinebilme yeteneğini kaybetmiş olmasından şikayetlerim var. Sabahtan akşama kadar kapkara tablolar çizip içinde oturuyoruz. Bugünkü hadiseler günceldir, olur, gelir, geçer. Her ülkenin başından geçmiş şeylerdir. Bunları da aşarız.



[1] İsmet İnönü tek partili dönemde 7 yıl 8 ay, çok partili dönemde 4 yıl 10 ay cumhurbaşkanlığı, tek partili dönemde 13 yıl 7 ay, çok partili dönemde 2 yıl 8 ay başbakanlık yaptı; toplamı 28 yıl 4 aydır. Recep Tayyip Erdoğan 14 yıl 5 ay başbakanlık, 3 yıl 10 ay parlamenter sistemde cumhurbaşkanlığı yaptı, bugün itibarıyla yaklaşık 1 yıldır “cumhurbaşkanlığı hükümet sistemi”nde cumhurbaşkanıdır; toplamı 18 yıl 6 aydır. Süleyman Demirel 10 yıl 5 ay başbakanlık, 7 yıl cumhurbaşkanlığı yaptı; toplamı 17 yıl 5 aydır. Mustafa Kemal Atatürk 15 yıl 1 ay cumhurbaşkanlığı yapmıştı.

[2] 2000 yılında, Cumhurbaşkanlığı’nın sona erdiği günlerde Demirel hakkında yazdığım yazıyı da hatırlatayım: http://www.birikimdergisi.com/birikim-yazi/5864/demirel#.XQShYFUzbX4

[3] https://t24.com.tr/haber/iki-yarali-demokrasi-iki-lider,284731 Cizre’nin şu kitabı da 1960’ların ve 1970’lerin Demirel’ini tahlil etmede önemlidir: AP-Ordu İlişkileri – Bir İkilemin Anatomisi. İletişim Yayınları, İstanbul 2014 (3. Baskı).

[4] “Ağabey” – Köksal Toptan. Söyleşi: Esra Güner Hacıoğlu. Bülent Ecevit Üniversitesi Yayınları, Zonguldak 2017.

[5] Adalet Partisi döneminin sosyal-liberal-muhafazakâr çizgisi için bkz. Tanel Demirel: Adalet Partisi – İdeoloji ve Politika. İletişim Yayınları, İstanbul 2004.

[6] Fethi Açıkel: “Post-muhafazakârlık, melankolik öfke ve AKP’nin restorasyon ideolojisi,” Birikim, sayı 309-310 (Ocak-Şubat 2015), s. 187-193.